Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

152 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
"Bu Dünya Soğuyacak Günün Birinde"
Memet Fuat eleştirmen, denemeci ve yayıncı kimliğiyle, şiir beğenisi ve seçimleriyle edebiyatımızın öncü isimlerindendir. Dört yaşındayken annesi Piraye Hanım’ın Nâzım Hikmet’le evlenmesi nedeniyle çocukluk yılları bu ikiliyle birlikte geçmiştir. Bu mektuplar 1943-1950 yılları arasında Bursa Cezaevi’nden yazılmıştır. Nâzım, edebiyatla yeni tanışan Memet Fuat’ı desteklemek amacıyla yazar mektuplarını, ona yol yordam gösterir. “Sen benim oğlumsun. Sana oğlum derken içimin nasıl saadetle dolduğunu henüz kestiremeyecek kadar gençsin.” diyerek oğluna tüm samimiyetiyle mektuplar yazar. Piraye ile arası bozulduktan sonra bile mektup yazmaya devam eder düzenli olarak. Görünmez bir bağ Memet Fuat ile Nâzım’ı birleştirmiştir adeta. “Hiçbir baba oğlunu benim seni sevdiğim kadar sevmemiştir. İşte senden unutmamanı istediğim şeyler bunlardır. Sen benim biyolojimin değil, bende olan en güzel manevi şeylerin devamısın.” (s. 131) diyerek oğluna hayat ve edebiyat dersleri vermiştir bu mektuplarda. 19. yaş gününe özel olarak hapishanede portatif kütüphane yapıp göndermiş Memet Fuat’a. Kitaplar yollamış iyi yazarlarla tanışması ve kendi yolunu bulması için. İşte Nâzım’ın kimisini o dönemde hapishanede kimisini ise gençlik döneminde okuduğu ve genç oğluna önerdiği kitaplar: -Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu -Engels, Ailenin, Devletin ve Mülkiyeti Şahsiyenin Asılları -Germinal -Önce Ekmekler Bozuldu -Sırça Köşk -Baba Evi -Ekmek Kavgası -Don Kişot -Bizim Köy Kitapların yanı sıra o dönemde yayın yapan dergileri de takip etmiş usta şair. Yığın, Gün, Cumartesi, Yaprak, Kitaplar gibi dergileri inceleyip fikirlerini belirtmiş mektuplarda. Memet Fuat’ın edebî kişiliğinin oluşmasında Nâzım’ın önemli bir rol üstlendiği açıkça görülüyor. Onun ilk hikâyelerini ve şiirlerini ayrıntılı olarak değerlendiren, babacan bir tavırla eleştirmenlik yapan yine kendisidir. Mektuplar hem o döneme hem de kişilerin özel hayatına ışık tuttuğu için zaman zaman başvurduğumuz birincil kaynak oluyor. İlk ağızdan Nâzım ile Piraye arasında yaşananları öğrenmek istiyorsanız bu mektuplar size aradığınızı verecektir. Çünkü dayısının kızı Münevver ile ilişkisini öğrendikten sonra Nâzım’la iletişimi kesen, izini kaybettiren Piraye’ye Nâzım’ın tek ulaşma seçeneği oğlu Memet Fuat’tır. Bu olaylar ortaya çıkınca Nâzım, Memet Fuat’a yazıp içini ona dökse de aslında bu mektupları Piraye’nin okumasını istemekte ve ondan af dilemektedir. Yiğidi öldür hakkını ver demişler. “Bir daha tekrar edeyim, şahsen benim üstümde, iyi kötü bazı eserler verebildimse onların üstünde annenin selim zevkinin, dürüst aklının, pırıl pırıl karakterinin çok, ama pek çok tesiri olmuştur. Sanat eserinin halisini sahtesinden ayırt etmekte onun kadar becerikli ikinci bir insana daha rastlamadım dersem inan.” (s. 135) diyerek Nâzım, Pireye’nin kendisine yaptığı onca iyiliğin, ona kattıklarının sonuna kadar farkındadır aslında. Sorun nedir o halde? Aşk. Evet, Piraye onu “vekarla, vefayla, sadakatle, temkinle, itidalle, alışkanlıkla, haşmetle, akılla, yürekle” sonuna kadar sevmiştir. Ona bir insana hayran olur gibi hayran olmuş fakat aşık olmamıştır. “Bilir misin ki Piraye’m bana, bir kere olsun, gözlerimin içine bakarak ve söylediğinin farkında bile olmaksızın, ‘Seni seviyorum,’ dememiştir.” (s. 105) diyen ve bunun özlemini yıllarca çeken Nâzım, Piraye için “su gibi, ekmek gibi, hava gibi fizyolojik bir ihtiyaç” olmamıştır hiçbir zaman. Sevgi sadece o bir çift sözde mi gizlidir? Seven sevdiğini o bir çift söze sığdırmalı mıdır illa? Sevgiyi göstermenin tek yolu durup durup o bir çift sözü tekrarlamak mıdır yalnızca? Bu yapılmazsa yönümüzü başkasına çevirmek reva mıdır? “…eğer Piraye bana olan sevgisini belirtmeyi bir izzetinefis meselesi yapmasaydı ve beni dışarda ve içerde yalnız bırakmasaydı hayatıma başka hiçbir kadın girmezdi.” diyen Nâzım, bu gerekçeyle kendisinde hak görmüştür başka kadınlara sığınmayı. Gel zaman git zaman beklenen af bir türlü çıkmayınca, Münevver de kocasıyla arasını düzeltince Nâzım bir başına kalır meydanda. “Ben dünyanın en iyi, en yiğit, en namuslu insanını, annemizi arkadan bıçaklamış, bunu yaparken de sırf kendi belden aşağısının zebunu olmuş, iradesiz domuzun biriyim. Kabil olsaydı da bütün namuslu insanlar bir meydana toplansalardı ve ben onların önünde annemizin ayaklarına kapansaydım.” (s. 93) diyerek vicdanının sesine kulak veren bir insanın yakarışlarını okuyoruz mektuplarda. Memet Fuat’tan annesi Piraye’yi hiçbir zaman yalnız bırakmamasını ister günün sonunda. Çünkü yıllar sonra arkasına dönüp sevdiği ve hayran olduğu insanları tekrar gözden geçirdiğinde onlara ya güleceğini ya da hayranlık yerine merhamet duyacağını fakat annesine duyduğu hayranlığın bir kat daha artacağını söyler. Birçok kadın okur onun aşk dünyasının karmaşıklığı karşısında eleştirel bir tutum takınıp şiirlerine mesafeli dursa da göz ardı edilmemesi gereken gerçek Nâzım’ın bir dava insanı olmasıdır. Ve davası onu zorlu bir hayata sürüklemiştir. Bu mektupları okuduğunuzda içerde her türlü hastalık ve zorlukla mücadele eden bir insanın, Türk şiirinin gelişmesinde emeği yadsınamaz usta bir şairin nasıl yılmadan mücadele ettiğini göreceksiniz aynı zamanda. Onu kendi kaleminden okuyalım ve zor olanı yapmaya gayret edelim: Dünün insanlarını ve olaylarını bugünden, gözü kapalı bir şekilde değerlendirmeyelim.
Cezaevinden Mehmet Fuat’a Mektuplar
Cezaevinden Mehmet Fuat’a MektuplarNazım Hikmet Ran · Sözcükler Yayınevi · 2016267 okunma
·
183 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.