Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

452 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Geçmişten Geleceğe Kıskaca Alınan Bir Ülke
Bazı insanlar vardır ki sadece okumakla yetinirler. Bazı insanlar da vardır ki hem okur hem yazarlar. Kendi bildiklerini paylaşmayı severler. Okuma ve yazma eylemini birlikte yürütürler. Başkalarının görüşlerini papağan gibi tekrarlamakla yetinmezler. Bir meseleyi ele alırken kendi görüşlerini de katarlar. Kendi imzalarını atarlar. Tuğla üstüne tuğla ekleyerek kendi binalarını kurarlar. Çok okudukları için gelecekte neler olacağını da az çok tahmin ederler. Mehmet Beşeri de böyle bir yazardır. Hem okuduğu kitap sayısı 20 bini geçecek kadar aç bir kitap kurdudur hem de yayımladığı kitaplarla yaşadığı çağa kendi damgasını vurmakta, duyarsız kalmamaktadır. Bir aydın olarak sorumluluklarının farkındadır ve elinden geldiğince insanları doğru yola iletmeye çalışmaktadır. Düşüncelerini paylaşırken hiçbir otoriteden de korkmamakta, kimseye “eyvallah” dememektedir. Başıma bir iş gelir deyip kendi bildiğini söylemekten çekinmemektedir. Mehmet Beşeri hem okur hem yazar olduğu gibi aynı zamanda bir kitabevi de işletmektedir. Manisa’da bulunan bu kitabevinde kendisiyle tanışma fırsatım oldu. Yalçın Küçük gibi isimbilim konusundaki çalışmalarından pek hazzetmesem de insani yönü son derece yüksek bir yazarla tanışmaktan mutluluk duydum. O gün altında kendi imzasını taşıyan “Padişahım Çok Yaşa” kitabını da edindim. Kitabı imzalarken “padişahsız bir vatanda özgürce yaşamak için” diye bir not düştü. Uzun zamandır okumamıştım. Artık okumanın vakti gelmişti. “Padişahım Çok Yaşa” 559 sayfalık bir kitap. Elimde Ağustos 2017’de basılan 20. baskısı bulunmakta. Kapağında kafasına kavuk geçirilmiş bir Tayyip Erdoğan görseli var. İçerikle çok bağlantılı bir kapak tasarlanmış. Çünkü kitaptaki işlenen savlardan biri, Tayyip Erdoğan’ın padişah olacağı ve halife ilan edileceğidir. Bu açıdan içerikle uyumlu bir kapak. Kitapta Erdoğan’ın padişah olacağı savı dışında birçok tez işleniyor. Bunların en büyüğü ve en önemlisi, ileride emperyalist devletlerin Sünni ve Şii dünyasını çatıştıracağı öngörüsüdür. Beşeri’ye göre Sünni-Şii çatışması emperyalizmin fırınında kızartılmaya hazır bir şekilde bekletilmektedir. Düğmeye basıldığı an kan gövdeyi götürecek, oluk oluk Müslüman kanı akacaktır. Beşeri, dünyada meydana gelen gelişmeleri takip ederek varmıştır bu sonuca. Beşeri elbette bir kâhin değildir, ancak bu varsayım çok uçuk ve abartılı bir varsayım da değildir. Çünkü ABD ve İsrail neredeyse her gün İran’ın üzerine gitmekte, nükleer enerjiye sahip olmasını istememektedir. Çünkü bu iki haydut devlet İran’ın atom bombası üretmesinden endişe etmektedir. İsrail’in atom bombası üretmesine ses çıkarmayan ABD, İran’a gelince ikiyüzlü davranmaktadır. İran’ın geri adım atmaması da İran’ın büyük bir tehdit olarak konumlanmasına yol açmaktadır. Emperyalizmin bu tehdidi Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirerek savuşturma iştahı bir gün kabaracaktır. Umalım ki Beşeri’nin öngörüsü doğru çıkmaz ve Türkiye, büyük bir savaşın içine çekilmez. Yoksa bu hem bizim hem de İran için büyük bir felaket olur. Kitapta işlenen ana temalardan biri de tarih boyunca Türk devletlerinin birbirleriyle kapışmasının, mücadelesinin bize düşmanlık besleyen başka güçlerin ekmeğine yağ sürdüğüdür. Bunu örneklerle anlatıyor yazar. Söz gelimi Ankara Savaşı’nda Timur ile Yıldırım Beyazıt’ın karşı karşıya gelmesi, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Uzun Hasan’ın Osmanlı’yı arkadan vurmasıyla Fatih’in Batı’ya doğru ilerleyişinin aksaması, Çaka Bey ile I. Kılıç Arslan’ın güçlerini birleştirmek yerine birbirleriyle didişmeleri, Yavuz Sultan Selim ile özbeöz Türk olan Şah İsmail gibi iki güçlü hakanın güçlerini birleştirmeyip birbirlerine düşmanlık beslemeleri, Timur’un yine başka bir Türk devleti olan Altınordu devletini yenmesi Müslümanlara düşmanlık besleyen Hristiyan Batı dünyasına rahat bir nefes aldırmış, Türk devletlerinin kendi aralarındaki çatışmaları papalığın idaresi altında inim inim inleyen Hristiyan halkların Türklerin Müslümanlığa dayanan hoşgörülü kanatlarının altında huzurlu bir şekilde hayatlarını sürdürmelerinin de önüne geçmiştir. Yazar başka bir noktaya daha dikkat çekmektedir. Şöyle ki Türklerin arasındaki yüzyıllardır süregelen sürtüşmeler Hristiyanların dünya tarihine damga vuracak adımlar atmalarının, ilerleme ve gelişme kaydetmelerinin yolunu açmıştır. Kitaptan takip edelim: “1402 yılı Türk-İslâm ve Dünya Tarihi açısından da çok önemlidir. Belki de en önemli kırılma noktasıdır. Dikkat ederseniz Avrupa bütün atılımlarını bu tarihten itibaren yapmıştır. İki Türk devletinin birbirine ağır darbeler indirmesi, Avrupalıların en azından elli yıl rahat bir nefes almalarını sağlamış; böylece coğrafi keşiflerin, sömürgeciliğin, sanayi devriminin, sermaye birikiminin, Rönesans ve reform hareketlerinin, burjuvazinin oluşumunun, ulus devletlerin filizlenmesinin uygun koşulları ortaya çıkmıştır.” (s. 163) Yazar böyle düşünse de Hristiyanların da bir zamanlar Yüz Yıl Savaşları, Seksen Yıl Savaşları vb. mücadeleler içinde birbirlerini boğazladıklarını da unutmayalım. Demek ki biz Türkler birleşemediğimiz gibi Hristiyan Batı da birleşememiş. Ancak asırlar sonra Avrupa Birliği ile tek çatı altına girip birbirleriyle didişmeyi askıya aldılar. (Vazgeçtiler demiyorum, çünkü hiçbir zaman tam anlamıyla dost olacaklarına inanmıyorum. Çünkü devletler arasında dostluk, arkadaşlık, aşk meşk olmaz.) Yine de görüyorsunuz ki İngiltere birlikten ayrıldı. Hâlâ bir ayrılık gayrılık, bir “bütünleşememe” meselesi var anlayacağınız. O yüzden diyorum ki çıkar çatışmaları devletler arasındaki ilişkilerin doğasında vardır. Elbette gönül isterdi ki Türk devletleri güçlerini birleştirip Hristiyan dünyasına hâkim olsun, dünya topraklarının kahir ekseriyetinde bir Türk devletinin borusu ötsün. Ancak nerede o günler! Savaşmadan sevişmek sadece şarkılarda olur. Kitapta dikkatimi çeken konulardan biri de Graham Fuller ile Morton Abramowitz’in senaryoları arasında sıkışıp kalan Türkiye’nin can havliyle Abramowitz’in can simidine tutunmasıdır. Yazar, bu görüşü Kasım 2010’da, “Padişahım Çok Yaşa”dan iki yıl önce yayımlanan “Bazen Turuncu, Bazen Kırmızı Devrim” kitabından alıntıladığı uzun bir metinle tekrar gündeme getiriyor. Açımlayalım bu meseleyi. Fuller’e göre Türkiye ancak Kemalizmi, üniter devleti, Misak-ı Millî’yi unutursa eski gücüne kavuşacak, dünya sahnesinde büyük bir güç olarak konumlanacaktır. (Tabii yersen!) Abramowitz’in ortaya attığı tez ise şudur: “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar güçlü Türkiye”. Yazara göre Türkiye, hemen hemen aynı zamanda dillendirilen bu görüşlerden birini seçmede kalınca vereceği kararı hızlandırmak için PKK devreye sokulup palazlandırıldı. “Özellikle, bölgede Çekiç Güç konuşlandıktan sonra, bu durum net bir şekilde gözlendi.” (s. 88) Kararsızlık sürecinde Mehmet Ali Birand, Fatih Altaylı, Doğu Perinçek ve daha birçok gazeteci Abdullah Öcalan’ın reklamını yapmak (Röportaj bir nevi reklamdır çünkü.) için kuyruğa girdi. Böylece teröristbaşı Öcalan “dünyanın bir numaralı lideri” (s. 89) gibi muamele gördü. Yazar, sözlerinin devamında Türkiye’nin bu durum karşısında paniklediğini belirtip Fuller’in tezinin ülkeyi parçalamaya doğru götürdüğünü görünce Abramowitz’in ipine tutunduğunu belirtiyor. Türkiye’nin bu tezi kabul etmesinden sonraki gelişmeleri de sıralıyor. Söz gelimi PKK ile mücadelede Osman Pamukoğlu’nun komutasında başarılı sonuçlar alınmaya başladığını, Alparslan Türkeş’in parlatıldığını, halifelik kurumunun yeniden gündeme getirildiğini, Kürt mafyasının çökertildiğini anlatıyor. Sonraki gelişmeleri kitaptan takip edebilirsiniz. Daha da genişletip yazıyı uzatmayalım. Beşeri’nin Türk milletine hakaret edenlere, Türkleri değersiz görenlere de bir çift lafı var. “Güdümlü çeyrek aydınlar” olarak nitelediği İlhan Arsel, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil vb. yazarların ülkeye Batılıların gözüyle baktığından, millîlikle ve yerlilikle zerre kadar alakasının bulunmadığından yakınıyor. Türklerin tembel bir millet olmadığını dünyadaki bazı ülkelerin yıllık ortalama çalışma saatleriyle kıyaslayarak açıklıyor. Aslında Türk ulusunun özünde kalenderlik olduğuna, ancak Turgut Özal zihniyetinin hâkim olmasıyla birlikte tembellik ve miskinliğe alıştırıldığına işaret ediyor. Araya giriyorum. Gerçekten de bu millete tembel demek bu milleti tanımamak demektir. Hazır para yiyenler, şan oyunlarıyla zenginlik hayali kuranlar, bir verip on almak isteyenler elbette var. Ne var ki serde yok bu. Eğer siz şans oyunlarını genişletip insanların gözüne bu kadar sokarsanız, çalışmadan kazanmayı bir marifetmiş gibi aşılarsanız, üçkâğıtçıların yürüttükleri paralar yanlarına kâr kalırsa, verdiğiniz bir asgari ücretle bırakın dört kişilik bir aileyi iki kişi bile geçinemiyorsa, ülkeyi yönetenler zevküsefa denizinde yüzüyorsa, zengin olmak herkesin hayalini süslüyorsa, zengin olan kişi “adam” muamelesi görüyorsa elbette bu milletin genleriyle oynarsınız. Yazarın katılmadığım bir iki görüşüne de değinerek yazıyı bitireyim. Birincisi, Türk lirasının logosunu Ermeni parasının logosuna benzetmesi. Logoların birbirine benzemesi bu logoyu hazırlayan Tülay Lale isimli kişinin Ermeni logosunun esinlendiği anlamına gelmediği gibi esinlenmediği anlamına da gelmez. Bu işin için içinde bir çapanoğlu aramaya gerek yok bana kalırsa. (Yeri gelmişken logomuzu ilk gördüğüm günden beri beğenmediğini ifade edeyim. Daha iyisi çizilebilirdi.) İkincisi ise 382. sayfada sanki Atatürk’ün resimleri banknotlardan atılmış gibi bir yanlış anlaşılmaya yol açması. Atatürk resimleri güya Türk lirasından çıkarılıp yerlerine Türk büyüklerinin resimleri konmuş. Yarısı doğru, yarısı yanlış. Türk büyüklerinin resimleri arka tarafta, ön yüzde de Atatürk var. Ön yüzde zaten Atatürk resimleri olduğu için “Atatürk’ün etkisinin azaltıldığı” fikrinin bir ağırlığı yok. Ancak ne zaman ki Atatürk banknotların ön yüzünden kaldırılır, işte o zaman işin rengi değişir. Henüz AKP hükümeti buna cesaret edemedi. Ama vardır padişahımızın aklının bir köşesinde. Dolapta bekliyordur. Uygun şartlar oluştuğunda kuvvetle muhtemel bunu da göreceğiz. Bu da benim tahminim, kehanetim olsun.
Padişahım Çok Yaşa
Padişahım Çok YaşaMehmet Beşeri · Togan · 20124 okunma
·
260 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.