Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Adına ister hilafet isterse imamet diyelim, iktidar merkezli bir bakış açısı kendisini bir biçimde Peygamber sonrasına ve hattâ doğrudan Peygamber'e dayandırmaya çalışsa da, Peygamber'den sonraki meşru yönetim fiilen "emirül müminin" yani "müminlerin yöneticileri" dönemidir.Bu dönem bir açıdan Hz.Peygamber'in yetiştirmiş olduğu kuşağın gözetimi altında, bir tür doğal ve geleneksel karizmanın egemenliğiyle sürdürülmüştür.Ancak Hz.Peygamber'in vefatından sonra yaklaşık 25-30 yıllık sürecin akabinde ortaya çıkan ve bütünüyle İslâm'ın egemenliği dahilinde büyümüş yeni bir kuşağın yetiştikleri şartlar kadar hayata bakışları da o kadar değişmişti.Bu nedenle ister istemez kendilerinden önceki kuşakla bir anlaşmazlık ve gerilim ortaya çıkmıştır.Önceki kuşağın idealizmiyle farklı bu bakış, olaylara daha atak ve egemen bir zaviyeden bakmasına karşı, putperesliğe ve müşriklerin baskısıyla mücadelenin bilinciye ve bu bilincin yarattığı ivmeyle değil, ganimetçi bir fütuhatın ivmesiyle yetişmekte; dolayısıyla açlık ve yoksunlukla değil de, zenginlik ve iktidarla imtihan edilmekteydi. Refah atmosferinin yarattığı zenginlik, sadece bir rahatlama sağlamakta değildi.Aynı zamanda emeğe dayanmayan bir kazançla yaşamanın oluşturduğu hazcılık ve konformizm, yozlaşmalara yol açmaktaydı.Bu duruma karşı ise alttan alta, bir yandan zühde yönelen tepkili bir damar ortaya çıkarken, öte yandan ise başka bir damar da, varsıllığın ve iktidarın kibriyle yetişmekteydi.Bu şartlar içerisinde, Müslüman topluma geç dahil olan ve giderek etkinleşen Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin artan baskınlığı, ahlâki ve dini değerler yerine kabileci ve geleneksel değerleri ön plana çıkaracak ; daha doğrusu bu değerler yeniden ihya edilecekti. Hilafet yönetimi, tam da bu koşullarda, bir yandan temel islami değerlerin kendileriyle neşvünema bulduğu o ilk kuşağa ve savundukları değerlere - ama içeriden- bir tepki edasıyla ortaya çıkarken, öte yandan ise bu tepkiyi telafi için fütuhatçı bir çaba (cehd) ile cihad kavramı büsbütün ganimetçi bir fütuhatçılık tarafından asimile edecektir.Bu ise, Muaviye ile birlikte başlayan ve kendisini "Allah'ın halifeliği" doktriniyle pekiştiren bir süreçtir.Çünkü Ebubekir bu tür bir tanımlamayı kavramsal anlamı itibariyle reddetmişken ve Ömer'den itibaren doğrudan "emirül müminin" tabiri kullanılmışken, Muaviye ise kendisini hem Müslümanların ilk meliki, hem de Allah'ın halifesi olarak tanımlamıştır.Üstelik Allah'ın halifeliği tabirini, daha sonra kendisini " müminlerin Emîrî" olarak tanımlayan Ömer bin Abdülaziz de reddedilmiştir.Hatta o, ömrü kifayet etseydi, Emevi hanedanlığı (hilafeti) yerine "şura yönetimi" ni ihya etmeyi de düşünmekteydi. Muaviye'nin Irak valisi Ziyad, halkın kendilerine Allah'ın verdiği yetkiyle yönetildiğinden söz edecektir.Emevilerin siyasal söylemine göre, "Yeryüzü Allah'ındır, Allah mülkünü halifesine devretmiştir.Başta olanlar hilafet ve hidayet çelengiyle süslenmiş özel kimselerdir.Bu Allah'ın kazasıdır ve kaza asla değişmez /değiştirilemez. Mervanoğullarının propagandasına göre nasıl yeryüzünü dağlar sabit tutuyorsa, halife de öylece dini ayakta tutar.Kuran ve Halife olmasaydı, ne hükümler (hukuk) olurdu, ne cemaatle ibadet! Bu yaklaşım Osmanlılara Hind Moğol devlet terakkisiyle birleşip "din-ü devlet" olarak sirâyet edecekti.Buna mukabil Hasan Basri, Kur'an'da geçen halife'nin (Bakara 30-33)Emevilerin anladığı gibi "tanrısal bir egemenlik" değil, "birbirini takip eden nesiller" mânâsında olduğunu söylemiştir.İmam Maturidiye göre de halife, merhaba cinlerden sonra yeryüzünde halk edilen bir varlıktır.Ve yine nesillerin birbirine halife kılınmasıdır.Ahmed bin Hanbel de müsnedine aldığı bir haberde, Hz.Ebubekir'in Allah'ın halifesi ünvanını reddetip, "Peygamberden sonra gelen (yönetici)" anlamında "Halife tu Resulallah" ünvanını kullandığını söylemiştir. Esasında "Allah'ın halifesi" ve bununla ilintili "sultanın yeryüzünde Allah'ın gölgesi" olduğu fikri, Bizans imparatoru Justinyen'in sıfatıydı, Emeviler ondan alıp İslâm'a dahil etmişlerdi.Emevi halifesi Velid bin Yezid'e göre de, "halife Allah'ın halifesidir ve ona itaat, Allah'a itaattir.İbn Rüşde göre ise Peygamber efendimiz sonrasında erdemli bir siyaset izlenirken, Muaviye bu yönetim biçimini şeref siyaseti çevirmiştir. Tarih boyunca ortaya çıkan ve saray tarihçilerine yazılan tarihlerde islami olarak tanıtılan yönetimlere bakılarak, İslami yönetim biçimi sultânlıkla, padişahlıkla ve benzeri yönetim tarzlarıyla karıştırılmamalıdır.Yöneten ya da yönetilenlerin Müslüman olmaları, yönetimin de İslami olması anlamına gelmez.İslami yönetim, hak ve adaleti öne alan İslam toplumunun bir tezahürüdür ve sınıfsal veya kurumsal bir "soyut" yapılanma değildir.Düzenleyici ve murakabe edici toplumsal bir istişare merkezidir, bir üst yapı kurumu olmadığı gibi, toplumu kendisine tabileştiren bir iktidar aygıtı da değildir.
Mana Yayınları 1.baskı
·
35 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.