İsrail devletinin yeni kurulduğu yıllar. Dünyada faşizmin zirve yaptığı bir dönem ve biri yahudi diğeri hıristiyan olan, birbirini seven iki genç. Rusya'da başlayıp, ABD ve ardından İsrail'de devam eden bir hikâye. Her türlü yokluk ve imkânsızlıklar içinde, sefalete yakın denebilecek hayat şartlarında yaşam mücadelesi veren ve yazma azmini yılmadan diri tutan Gideon Zadok, bir yandan iki çocuğu ve eşi Valerie ile birlikte zor koşullarda hem ailesini hem de umutlarını ayakta tutmaya çalışırken yazarlığa ve ardından senaristliğe uzanan yolda hem paraya hem de rahata kavuşur. Ancak para ve rahat, huzur demek değildir ve Gideon da bunu geç olmadan anlayacaktır. Zalim bir savaşın pençesinde öğütülen insanlar, yanı başında ölenler, hiç tanımadığı insanlara -nedeni ne olursa olsun- ahmakça ve gözü dönmüşcesine kurşun atan ve kurşun yiyen bedenler... Kitapta anlatıcı yer yer değişmekte. Kimi zaman Gideon, kimi zaman Valerie, kimi zaman da Poale Siyon örgütünün önemli isimlerinden biri ve Gideon'un babası olan Nathan Zadok'un anlatımıyla okuyoruz kitabı. Ve diğer karakterlerden... Fransız gelinler, İtalyan damatlar ve yahudi bir büyükanneyle harmanlanmış bir film izliyormuş hissine kapılıyorsunuz ister istemez kitabın sayfalarını çevirdikçe. Yoksulluğun ve çaresizliğin etrafında birleşen hayatlar ve bu hayatların trajediyle dolu öyküsü anlatılıyor Mitla Geçidi'nde. Çoğunluğu Doğu Avrupa'dan olmak üzere bugünkü İsrail topraklarına akın akın göç eden Yahudi topluluklarının hikâyesi satır aralarında anlatılan. Ve o gün zulüm altında hayatta kalma mücadelesi veren insanların bugünkü durumuna bakıp derin düşüncelere dalıyoruz. Sonuçta antisemitizm de, islamofobi de, her türlü ırkçılık da faşizm de insanlık suçudur. Ve yapan, düşünen, uygulayan kim olursa olsun insanlık tarihinin en kara sayfasında yer almaya mahkûmdur. Kim olursak, ne olursak olalım, bu kural değişmeyecektir...

Mitla GeçidiLeon Uris · Altın · 198914 okunma

·

52 görüntüleme

Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.