Annelik sevgisinin tarihsel ve toplumsal olarak biçimlendirilmemiş ama her kadında doğanın armağanı olarak bulunan evrensel bir duygu olduğunu öne sürenler, tarih boyunca görülen çocuk sefaletini, korkunç düzeydeki yüksek ölüm oranlarını o dönemlerde yaşanan ekonomik sıkıntılarla ve alt sınıfların çaresizliğiyle açıklamaya çalışmaktadırlar. Fakat görüldüğü gibi, çocuklara yönelik varolan ilgisizlik, sevgisizlik ve yüksek ölüm oranlan sadece yoksullara mahsus değildir. Varlıklı burjuva aileleri ve aristokratlar daha önceki çocukları sütannenin yanında ölmüş olsa da yeni doğan çocuklarını hemen sütanneye göndermekte tereddüt etmiyorlardı. Bu durumlarda, ne sefalet ne de cehalet bu çocuk ölümlerine bir mazeret teşkil edebilir. Bu tür ilgisizliği kınayan toplumsal ve moral ideoloji doğana kadar bu davranışlar süregitti. Anne eğer böyle bir ideolojik baskı altında değilse, kendisini dünyaya getirdiği çocuğa feda etmesini emreden bir içgüdüyle değil, kendi istek ve arzulan doğrultusunda hareket ediyordu.