İki yüz elli milyon yıl içerisinde, bütün kıtalar toplanıp
sıkışacak ve ortasında eski okyanuslardan kalma bir tuz gölü olan,
tek bir kütle hâlini alacak. Kavurucu havada sıcak rüzgârlar esecek.
Buzun, milyonlarca yıl önce yeryüzünden sildiği şehrin sokaklarında
yalnızca kırmızı kum, cehennem sıcağı ve çöl olacak.
Şehirde, örümcek ve mikroplar dâhil tek bir canlı kalmamış,
şehir bomboş hâle gelmiş olacak. Yerin derinliklerinde, taş, toprak ve
kilometrelerce uzayan buz tabakasının altında bütün trafik işaretleri
sokaklara düşmüş, bütün sokak lambaları sönmüş olacak ve kim bilir
daha neler olmuş olacak. Toprağa karışan isimler.
Yeryüzüne çökmüş, ağır, kırmızı bir sessizlik.
Birkaç dakika geçiyor, on yıl geçiyor, yirmi yıl geçiyor, yine de hiçbir
şey hareket etmiyor. Her şey durmuş, hareketsiz. İstersen yüz yıl
sonra gel, yine hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu görürsün.
Daha şimdiden umutsuzluğa kapılıyorsun.
Ama belki de parçalar, biraz uğraşarak -o da milyonlarca yıl
sürecek bir uğraş tabii- kırılmış bir vazonun parçaları gibi,
aynı büyük bir yapbozmuşçasına yavaş yavaş birleşir tekrar.
Ve belki otuz, altmış, doksan milyon yıl sonra, bir bakmışız ki
bir ağaç ve açık yeşil bir çalılık yetişmiş. Veya küçük canlılar
suda yüzmeye, çamurda baloncuklar çıkartmaya başlamış.
Bir ağaç, bir kıtanın ıssız bir köşesinde büyümeye başlamış bile.
Ve derken, bir asteroit tekrar çarpar ve balıkla ağacı yok eder.
Ya da buz tekrar denizi kaplar ve bütün canlılar ölür.
Sükûnet. Belki otuz…
Belki otuz milyon yıl sürecek bu sükûnet, zamanı tam olarak
bilemiyoruz tabii zira yıkımdan geriye bir saat kalmamış.
Ve sonra öncekinden daha büyük ve öncekinin aksine
yüzgeçleri olan bir balık tekrar yüzecek suda.
Taşlar yosunla kaplanacak yeniden.
Tatlı sular tekrar denize akacak.