Gönderi

264 syf.
8/10 puan verdi
·
Read in 31 hours
AŞK İLE VAROLUŞ
Herhangi bir insan değişimden korkabilir mi? Değişim olmadan ne var olabilir? Evrenin doğasına bundan daha yakın, daha uygun ne olabilir? Odunlar değişime uğramasa yıkanabilir misin? Besinler değişime uğramasa beslenebilir misin? Diğer ihtiyaçlarının hangisini değişim olmaksızın giderebilirsin? O halde senin değişiminin de buna benzediğini, evrenin doğası İçin elzem olduğunu görmüyor musun? (Marcus Aurelius, Kendime Düşünceler, s. 68) Araba Sevdası'sı, Türk edebiyatının modernleşme süreci yolculuğunda önemli bir yer kaplar. Recaizade Mahmut Ekrem, Araba Sevdası'nda, ''alafranga''lığı Bihruz Bey üzerinden ironik bir dille eleştirir. Bihruz Bey'in ruhsal devinimlerini anlatan roman, Bihruz Bey'in hem yıkılışını, hem de dirilişini konu alır. Bihruz Bey babasından ayrı büyüyen, eğitimini yarı tamamlamış, ''züppe'' bir gençtir. Bir şeyi enine boyuna düşünemez. Fransızcayı bilir ama telaffuzları ve dil bilgisi pek iyi değildir. Böylece, hem eğitimi, hem de sosyal ilişkileri yarım olduğu için, ''alafranga genç beylerin tavırlarını, kılık kıyafetlerini taklitte büyük yatkınlık''¹ gösterir. Parası da olduğu için ve işe gitmediği için ''alafranga''lıkla uğraşır, saçlarını kestirir, terziye giysi ısmarlar, kunduracıya ölçü verir ve ötede beride vakit geçirir. Ayrıca üç şeye merak salar: ''Birincisi araba kullanmak; ikincisi alafranga beylerin hepsinden daha süslü gezmek; üçüncüsü de berberler, terziler, kunduracılar ve gazinolardaki 'garson'larla konuşmak.''² Bihruz Bey'in sosyal ilişkileri çok zayıftır ve roman boyunca bu yüzden acı çeker; aslında yalnızlığından dolayı ''bedbaht'' olur. Ailesi onu doğru düzgün görmez, annesi ve babasıyla ilişkisi kuvvetli değildir (babası zaten vefat etmiştir). Arkadaşları da çok yoktur, olanlar da ya Keşfi Bey gibi yalan atar, ya da bağları pek kuvvetli değildir. Öğretmeni Mösyö Piyer bile onunla para kazanmak için muhatap olur. ''Araba sevdası'' da bu yüzden oluşmuştur. Hobi olabilecek şeyleri araştırmış (tabii bunun farkında olmadan) ve arabalara sevdalanmıştır. Kadınlarla arası yoktur, bu yüzden de ''blonde''a³ çok tutulmuştur. ''Bihruz Bey bir vezir oğlu olmasından dolayı daha süt emen çocukken dadıların ellerine ve biraz sonra uşaklara teslim olduğundan bu anlarda anne babasını nadiren görürdü. Çocukluktan kurtulduktan sonra mektebe gitmek, çarşı pazarda midillilerle gezmek zamanı geldiği için anasını babasını yine çokluk görmezdi. Çocukluk âleminden gençlik âlemine geçince beyefendi önce araba sevdasına düştü. Ardından alafrangalık hastalığına tutuldu. Sonrasında da bunlara diğer hevesler de karıştı. Peder paşa vefat etmekle başa bir de mirasyedilik çıkınca türlü türlü sefahatler, israflar yol aldı. İşte bey de gece gündüz bunlara düşüncelerini sarf etmekten -bir çadırın altında bulundukları halde- günde yarım saat olsun validesini görüp görüşmeye vakit bulamaz olmuştu.'' (s. 177-178) Bir gün Bihruz Bey, arkadaşı Keşfi Bey ile birlikte tesadüfen bir landoyu⁴ ve içindeki ''sarışın kadın''ı gördükten sonra, Keşfi Bey gider ve Bihruz Bey tekrardan landoyu görür. Bihruz Bey hemen ''Vay canına! Yoksa âşık mı oluyorum?'' der. Bunu söylemesinin nedeni hem varoluşsal boşluğu, hem de alafrangalığıdır. Çünkü ona göre âşık olmak alafranga bir sanattır. Bihruz Bey duygularını kontrol edemeyen ve onları hemen açığa vuran bir insandır. Bu yüzden de lando yanından geçip gidince, hemen ''öfke nöbetine tutulur, gözleri kararır ve fikirleri bulanır.''⁵ Bu aşkın onu nasıl etkileyeceği daha baştan belli olur. Bihruz Bey'in böyle ''alafranga'' ve sefa düşkünü bir insan olmasının bir başka nedeni de etrafında düzgün insan olmamasıdır. Yanında para için onu umursamış gibi görünen ama umursamayan, yalan söyleyen ve yeren insanlar bulunur. O da kendine kabuk yapar ve bu kabukta sıkışır. Aşk adına acı çeker ve bunu kendi için taçlandırır. Mirasyediler, örneğin Felâtun Bey, Ali Bey ya da Bihruz Bey, yapacak hobileri ve kültürel etkinlikleri olmadığı, zaman geçiremedikleri, geçirince de boşa geçirdikleri ve bir amaçları olmadığı için, sosyal ortamlarda oradan oraya savrulurlar. Onlar için kadınlar vakit geçirmek için ideal bir varlıktır. Güzel birini bulunca da hemen onların ''ağına'' takılırlar. Bihruz Bey de, tıpkı İntibah'taki Ali Bey gibi, bir kadına ''tesadüfen'' rastlar ve ona âşık olma yolunda adım atar. Ama onun kadına bakış açışı kötü değildir. O, varoluşunu taçlandırmak ve içindeki boşluğu doldurmak için âşık olur. Şüphesiz her insan, varoluşunu bir şeyde bulmaya meyillidir. Kimi dinde arar, kimi derste arar, kimi parada arar, kimi kitaplarda arar, kimi de aşkta arar varoluşunu. Varoluş yolculuğu anormal bir şey değildir; insan, içi boş peluş bir oyuncak olan ruhunu doldurmak ister, bu yüzden de bu arayışa çıkar. Bihruz Bey de, aşk için acı çekmeyi, aşk için var olmayı seçmiştir. Romeo ve Juliet'in, Marius ve Cossette'in ve en çok da Petrarca ile Laura'nın aşkı gibidir onun aşkı, ulaşamaz ona. Don Quijote'ye benzer ayrıca. ''Âşık olmak, gökyüzünde yıldızların olması kadar doğal bir şeydir,''⁶ diye düşünür ve Dulcinea del Toboso'suna⁷ övgüler düzer. Onun da sevgilisi, tıpkı Don Quijote gibi, bir nevi hayalîdir ve ona tüm iyi nitelikleri bahşeder. Tanzimat Dönemi romanlarında kadınlar her zaman ''yoldan çıkarıcı'' görevi görür. İntibah'ta Mehpeyker Ali Bey'i yoldan çıkararak sefil, pislik ve zevk düşkünü bir katil yapar. Mehpeyker de çocukluğundan dolayı âhlaksızdır aslında ama Namık Kemal onu ahlaksız göstermeye diretir. Her ne kadar Ahmet Mithat'ın bu konuda yenilikçi fikirleri olsa da, o da diğerlerinden farklı değildir. Felâtun Bey ile Râkım Efendi'de Râkım, Cariye Canan'ı satın alarak ''adam eder.'' Henüz 17 Yaşında'da Kalyopi ''ahlaksız ve sefil'' bir fahişedir ve onu Ahmet Efendi ''kurtarır.'' Şeytankaya Tılsımı'nda Angelino çıplak vücuduyla ağaca asıldığında Pedro onun vücuduna bayılır ve ''Benim gördüğüm yerden görsen kendi kendine âşık olurdun,'' der ona, sanki kadınlar cinsel bir objeymiş gibi. Yine Şeytankaya Tılsımı'nda, bütün bu olayları tertipleyen ve herkesi kendi elinde oynatan ''büyücü bir kadın''dır. Dolaptan Temaşa'da ölümlerin nedeni bir ''kadın''dır. Ahmet Mithat, ''Mevla cümleyi karı şerrinden esirgesin! Fettan karı! Yapar mı yapar!'' der aynı eserde. Ölümlerin nedeni bir kadındır, çünkü o, herkesi kötü yola sevk eder ve ''ahlaksız, düşmüş'' bir yaratıktır. Şahsen ben Ahmet Mithat'ı parabole benzetiyorum. Felâtun Bey ile Râkım Efendi'yle yükseliyor, Henüz 17 Yaşında'yla tepeye ulaşıyor ve sonra düşüşe geçiyor. Esrâr-ı Cinâyât'la biraz düşüyor, Çingene ve Şeytankaya Tılsımı'yla daha da düşüyor ve son olarak Dolaptan Temaşa ile dip noktasına ulaşıyor. Tanzimat romanlarında kadın, görüldüğü gibi, ya ''yoldan ve baştan çıkarıcı'' olarak yansıtılır, ya da erkekler onları ''adam eder'', yola getirir. Araba Sevda'sında da yine ''kötü ve düşmüş'' bir kadın vardır fakat derinlemesine incelenmez. Bihruz Bey'e zarar sağladığı zamanlar olsa da çoğunlukla manevi yarar sağlar ona. ''Kadınlar çok muzırdırlar. Onlar azap meleklerinin yeryüzünde ortaya çıkmış benzerleridir. Bizi cennet kapısından cehenneme düşürürler... Bir âmâya demişler ki: 'Eşiniz bir güldür.'' O da, 'Dikenlerinden öyle anlıyorum,' cevabını vermiş.'' (s. 63) Mösyö Piyer'in kişiliği aklıma Dostoyevski'nin Stepançikovo Köyü'ndeki Foma Fomiç karakterini getirdi. Bu tür insanlar, başkalarını iyi analiz ederler ve zaaflarını iyi kontrol ederler. Zekâları üst düzey değildir ama bulunduğu toplum yapısına göre diğerlerinden akıllıdırlar. Böylece onlar, diğer insanları kendi ellerinde oyuncak etmeyi ve kendilerini ''ekselans yapmayı''⁸ iyi bilirler. Onların var olma nedeni budur: Başkalarını kendi çıkarları için kullanmak. Bihruz Bey, Periveş Hanım onu ektiği için, aşk üzerine düşünür ve ''Aşk! Aşk! Nedir ki? Bir davuldur... Bir davul! Bundan saçma ne olabilir ki?'' der. Artık daha gerçekçidir fakat yine de söylediklerine inanmaz. Öyle coşkun olur ki, mektubunu bile Rousseau'dan alıntı yaparak yazar, tercüme eder. Ayrıca bu, onun kıt akıllı olduğunu da gösterir. Bihruz bey, gerçekten amaçsızdır ve amacını bulmaya, varoluşunu aşkta aramaya o kadar yatkındır ki, bir mektubu vermek için bile iki ay uğraşır. Bu da ona gezmek ve âlemlere dalmak için bir bahane olur. ''Bihruz Bey mektubunu sunabilmek için tam iki ay dolaştı. (...) Pazartesi ve Perşembe günleri yine her zamanki saatte köşkten çıkılıp Çamlıca'ya ve ardından Millet Bahçesi'ne gidilecek ve saat dokuza kadar orada dinlenilecek ve akşam üzeri Duvardibi'ne ve oradan Haydarpaşa'ya ve ezana yakın bir zamanda Fenerbahçe'ye gidilecek.'' (s. 150-151) Öte yandan Bihruz Bey, aşk ile tinsel gelişimini tamamlar. O, acı çekerek, ağlayarak ve kitap okuyarak ''insan olma'' yolunda emin adımlarla ilerler; hayatı kavramaya çalışır, acı çektikten sonra doğayla da iç içe olur. Artık bir şeylerin farkına varmaya başlar. Zevk ve sefa düşkünü bir adamken, ''dünya bana haram olsun''⁹ diyen bir adama evrilir; bu hayatı hem hiç sevmez, hem de çok sever. ''O hafif mizaçlı, o lakayt, o rahatına düşkün Bihruz Bey iki ayın içinde bütün bütün değişip, sessiz, düşünceli, duygulu, mahzun, çabuk öfkelenen, kırılgan bir Bihruz bey olmuştu. (...) Zavallı genç kendisine hiç de yakışmayan bu hüzünlü vaziyet içinde suskun ve dalgın bulunmaktan ne kadar zevk alıyordu! Ömrü boyunca ilk defaydı ki bu dünya nimetlerini bir kenara atmış, huzurlu âlemi görüyordu.'' (s. 154-155-156) Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki, Araba Sevdası'nda Recaizade Mahmut Ekrem monologları çok iyi kullanmış. Bihruz Bey'in âşıkça hayallerini, kendi kendine gelin güvey olmasını, zihnin bir konudan hemen öbür konuya geçişini ve bazen bir cümlenin insanın aklında yer edişini çok hoş yansıtmış. Bihruz Bey'in ruhsal devinimlerini ele alışındaki başarısını takdir etmek lazım. Araba Sevdası, insanın dönüşüm öyküsüdür. İnsan, hiçbir zaman aynı kalmaz, her an değişir ve dönüşür, değişmeyen tek şey değişimdir. Bihruz Bey'in kişiliğinin ''araba sevdası''ndan ''fani sevgili sevdası''na kayması doğa için elzemdir. Sadece doğa için değil, kendi için de elzemdir. "İnsanî şeyler öyle belirsiz, öyle değişkendir ki, ufacık bir değişim insanı bir durumdan tam tersi bir duruma taşıyabilir," der Montaigne. Bihruz Bey de, ufacık bir tesadüfle, manevi dünyasının sonsuzluğunu keşfeder, ruhunun derinliklerine yelken açar... Faydam dokunduysa ne mutlu bana, keyifli ve verimli okumalar. EK: ¹(s. 25) ²(s. 26) ³Sarışın ⁴Lando aşağı indirilebilen bir çatılı, dört tekerlekli bir araba türü için bir karoser yapımı terimidir. Lüks tip bir arabaydı. ⁵(s. 35) ⁶ Miguel de Cervantes, Don Quijote, YKY, I. cilt, s. 113 ⁷Don Quijote'nin hayalî ve biricik sevgilisi. ⁸Bakınız: Stepançikovo Köyü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 133-150 ⁹(s. 174-175)
Araba Sevdası
Araba SevdasıRecaizade Mahmut Ekrem · Can Yayınları · 202025.3k okunma
··
817 views
Yasemin okurunun profil resmi
C'est très joli, santé à ta plume! (Bihruz Bey kadar bile Fransızcam olmadığı için Google çeviriden yardım aldım, umarım Bihruz Bey gibi yanlış bir çeviri yapmamışımdır) :D Felatun Bey'e gülmüştüm ama zaman zaman kızsam da Bihruz Bey'e karşı hissettiğim şey genelde acımaydı. Herkesi küçük gören ama herkes tarafından kandırılan, kendini akıllı zanneden ama saf ve gülünç bir karakter. Berna Moran'ın dediği gibi Felatun ve Bihruz Bey gibiler halka yabancılaşmış züppe tipler olsa da kötü ve ahlaksız değiller. Ahmet Mithat Felatun Bey karakterini okuyucuya zıtlıklar üzerinden yüzeysel bir şekilde anlatmıştı. Mahmut Ekrem ise ruhsal çözümlemeler ve iç monologlar yoluyla anlatmış. Hatta Berna Moran'a göre bu o dönemde henüz Batı'da bile denenmemiş olan bilinç akışı tekniğinin daha basit bir hali. Bu nedenle, karakterler çok derin olmasa da kullandığı tekniğin özgünlüğü açısından önemli bir eser. Felatun Bey sadece bir alafrangaydı, Bihruz Bey ise aynı zamanda bir Don Kişot, senin de değindiğin gibi. Fransızca kitaplarda okuduğu gibi bir romansın içinde yer almak istiyor ve yaşadığı gerçekleri buna göre çarpıtıyor. Çevresindekiler onu kandırarak parasını sömürürken o da kendi kendisini kandırarak kendi duygularını sömürüyor. Aslında tam bir "kaybeden", bu yüzden de ona gülmekten çok acıyoruz. Kitap araba sevdası vurgusuyla başlıyor. Bihruz Bey, Periveş Hanım'dan önce onun içinde bulunduğu arabaya (Londo) aşık oluyor. Kafasında Periveş Hanım ile o arabayı eşleştiriyor. Kitabın sonunda ise aslında o arabanın Periveş Hanım'ın olmadığını, hatta onun "arabasız takımı"ndan olduğunu anlayınca tüm aşkı yerle bir oluyor. Onu kendine getiren olay, öldü sandığı sevgilinin ölmemiş olması değil, o sırada önünden geçen bir Londo oluyor. Böylece kitap yine araba sevdası vurgusuyla bitiyor. Ne dersin, sence Bihruz Bey o andan sonra yine eski alafranga hayatına dönmüş müdür?
Fëanor okurunun profil resmi
Merci, mon cher, merci! Felâtun Bey ile karşılaştırmayı düşündüm Bihruz Bey'i ama sonradan vazgeçtim. Çünkü onlar zıt karakterler bence. Felâtun Bey daha kıt kafalıyken, Bihruz Bey daha akıllı, tabii Felâtun'a nispeten. Felâtun toplumla iç içeyken ve kadınlarla uğraşıp, aristokratlar gibi onu bunu çekiştirirken, Bihruz Bey'in toplumla çok bir alakası yok, bir garsonla bile zar zor konuşuyor. Bihruz Bey'in kişilik yapısı kendi içine dönmeye çok yatkın. Bir domino taşı gibi itilmeyi bekliyor ve bu ''itiş'' de Periveş Hanım oluyor. Aslında Felâtun'a ''kısmen ahlaksız'' denebilir ama Bihruz Bey kesinlikle ''ahlaksız'' diye nitelendirilemez, çünkü içi de, dışı da neredeyse bir; gayet saf, masum ve, dediğin gibi, acınası. Periveş Hanım'dan sonra da Bihruz Bey'in de iç dünyasına yakından bakıyoruz. Berna Moran belirtmemiş ama, bu ruhsal çözümleme (intemal analysis) ve iç konuşma (interior monologue), daha sonra Dostoyevski'nin yapacağı, Shakespeare'in yıllar önce oyunlarında tiradlarla denediği, Gogol'ün halihazırda kısmen yaptığı ve ileride James Joyce'un Ulysses'da daha da ilerletip post-modern akımı oluşturacağı şeydir; ayrıca Freud da bu konuyla yakından ilgilenir. Post-modern romanlarda bu ''ruh çözümleme''sinin kronolojik zamanı yoktur, karışıktır. Oğuz Atay'ın da Tutunamayanlar'da yapacağı budur. Yani Recaizade Mahmut Ekrem, çok kaliteli bir çözümleme yapmıştır zamanına göre. Ben de tebrik ettim onu ve Tanzimat Dönemi'nde böyle bir şeyle karşılaşacağımı beklemiyordum açıkçası. Bihruz Bey için önemli olan insanlar ya da para değil, onun için önemli olan kendi içi ve kendi aşkı. O, başkalarının kendi hakkında ne düşündüğünü ya da ona ne yaptığını umursamıyor. Hatta romanda annesiyle bir yerde tek ağlar ve sonra annesini çok az aklına getirir; duygusal anlar bile onun aklında yer etmez. Ayrıca Mösyö Piyer'in kendi çıkarı için onunla uğraştığını da fark etmez. Ama her şeye rağmen onu yaşatan ve Don Kişot yapan bu ''aşk''tır. Petrarca gibi o da tüm nitelikleri Laura'sına (Periveş Hanım'a) bahşeder. Peki o aşk yıkıldığında ne olmuştur, senin dediğin gibi? Bihruz Bey, kendi iç dünyasındaki devinimlere dayanamayan bir karakter. Bir dalgıç derine inip de köpek balığı görürse ve bir anda kıyıya çıkarsa, yüksek basınçtan alçak basınca bir anda geçtiği için, vurgun yer. Bihruz Bey de iç dünyasına o kadar alışmışken, ''uysal'' olmuşken ve dinini bile kısmen yaşamaya başlarken, bir anda landoyu ve Periveş Hanım'ın ilgisizliğini görünce ''vurgun'' yiyor. Böylece, muhtemelen alafrangalığa devam etmeye yüz bulamıyor, ölüyor, ya da iyileşip bu pişmanlıkla, bu kara lekeyle hayatına devam ediyor. Tıpkı Ali Bey'in geç ''uyanış''ı gibi, Bihruz Bey de geç uyanıyor ve uyandıktan sonra bir katil değil, ''aşkın pişmanlığını ömür boyu yaşayacak'' biri oluyor. Biz de bu ''tutunamayan''a acırız. Kitabın sonunda aklıma Lermontov'un şu dizeleri gelmişti (en sevdiğim şiirlerdendir ve Bihruz Bey'in ruhsal devinimçştıi: ''Hem sıkıntı hem hüzün ve yok el uzatacak kimse / İçinin daraldığı bu dakikalar... / İstekler!.. Boşuna ve sonsuzca istemenin yararı ne?.. / Ve yıllar geçmede, en güzel yıllar! / Sevmek... Fakat kimi? Değmez emeğine bir an için, / Ve yok olanağı sonsuz bir aşkın. / Kendi ruhunda da kalmamış izi geçmişin: / Yitirmiş anlamını sevinçlerin, acıların... / Tutkular mı? Gönlün o tatlı ağrısı da / Mantığın sözü önünde silinip gidecektir; / Ve yaşam, çevrene soğuk bir dikkatle baktığında / Boş ve aptalca bir şakadan başka nedir...''
3 next answer
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.