Merci, mon cher, merci!
Felâtun Bey ile karşılaştırmayı düşündüm Bihruz Bey'i ama sonradan vazgeçtim. Çünkü onlar zıt karakterler bence. Felâtun Bey daha kıt kafalıyken, Bihruz Bey daha akıllı, tabii Felâtun'a nispeten. Felâtun toplumla iç içeyken ve kadınlarla uğraşıp, aristokratlar gibi onu bunu çekiştirirken, Bihruz Bey'in toplumla çok bir alakası yok, bir garsonla bile zar zor konuşuyor. Bihruz Bey'in kişilik yapısı kendi içine dönmeye çok yatkın. Bir domino taşı gibi itilmeyi bekliyor ve bu ''itiş'' de Periveş Hanım oluyor. Aslında Felâtun'a ''kısmen ahlaksız'' denebilir ama Bihruz Bey kesinlikle ''ahlaksız'' diye nitelendirilemez, çünkü içi de, dışı da neredeyse bir; gayet saf, masum ve, dediğin gibi, acınası. Periveş Hanım'dan sonra da Bihruz Bey'in de iç dünyasına yakından bakıyoruz.
Berna Moran belirtmemiş ama, bu ruhsal çözümleme (intemal analysis) ve iç konuşma (interior monologue), daha sonra Dostoyevski'nin yapacağı, Shakespeare'in yıllar önce oyunlarında tiradlarla denediği, Gogol'ün halihazırda kısmen yaptığı ve ileride James Joyce'un Ulysses'da daha da ilerletip post-modern akımı oluşturacağı şeydir; ayrıca Freud da bu konuyla yakından ilgilenir. Post-modern romanlarda bu ''ruh çözümleme''sinin kronolojik zamanı yoktur, karışıktır. Oğuz Atay'ın da Tutunamayanlar'da yapacağı budur. Yani Recaizade Mahmut Ekrem, çok kaliteli bir çözümleme yapmıştır zamanına göre. Ben de tebrik ettim onu ve Tanzimat Dönemi'nde böyle bir şeyle karşılaşacağımı beklemiyordum açıkçası.
Bihruz Bey için önemli olan insanlar ya da para değil, onun için önemli olan kendi içi ve kendi aşkı. O, başkalarının kendi hakkında ne düşündüğünü ya da ona ne yaptığını umursamıyor. Hatta romanda annesiyle bir yerde tek ağlar ve sonra annesini çok az aklına getirir; duygusal anlar bile onun aklında yer etmez. Ayrıca Mösyö Piyer'in kendi çıkarı için onunla uğraştığını da fark etmez.
Ama her şeye rağmen onu yaşatan ve Don Kişot yapan bu ''aşk''tır. Petrarca gibi o da tüm nitelikleri Laura'sına (Periveş Hanım'a) bahşeder. Peki o aşk yıkıldığında ne olmuştur, senin dediğin gibi? Bihruz Bey, kendi iç dünyasındaki devinimlere dayanamayan bir karakter. Bir dalgıç derine inip de köpek balığı görürse ve bir anda kıyıya çıkarsa, yüksek basınçtan alçak basınca bir anda geçtiği için, vurgun yer. Bihruz Bey de iç dünyasına o kadar alışmışken, ''uysal'' olmuşken ve dinini bile kısmen yaşamaya başlarken, bir anda landoyu ve Periveş Hanım'ın ilgisizliğini görünce ''vurgun'' yiyor. Böylece, muhtemelen alafrangalığa devam etmeye yüz bulamıyor, ölüyor, ya da iyileşip bu pişmanlıkla, bu kara lekeyle hayatına devam ediyor. Tıpkı Ali Bey'in geç ''uyanış''ı gibi, Bihruz Bey de geç uyanıyor ve uyandıktan sonra bir katil değil, ''aşkın pişmanlığını ömür boyu yaşayacak'' biri oluyor. Biz de bu ''tutunamayan''a acırız. Kitabın sonunda aklıma Lermontov'un şu dizeleri gelmişti (en sevdiğim şiirlerdendir ve Bihruz Bey'in ruhsal devinimçştıi: ''Hem sıkıntı hem hüzün ve yok el uzatacak kimse / İçinin daraldığı bu dakikalar... / İstekler!.. Boşuna ve sonsuzca istemenin yararı ne?.. / Ve yıllar geçmede, en güzel yıllar! / Sevmek... Fakat kimi? Değmez emeğine bir an için, / Ve yok olanağı sonsuz bir aşkın. / Kendi ruhunda da kalmamış izi geçmişin: / Yitirmiş anlamını sevinçlerin, acıların... / Tutkular mı? Gönlün o tatlı ağrısı da / Mantığın sözü önünde silinip gidecektir; / Ve yaşam, çevrene soğuk bir dikkatle baktığında / Boş ve aptalca bir şakadan başka nedir...''