İktidarın, çıkarları için neler yapabileceğini tüm çıplaklığıyla anlatan kitap, kurulan ütopik dünyanın aslında ne kadar da gerçekle benzer olduğunun farkına varmamıza yardımcı oluyor. İlk başlarda bir bilinçaltı romanı diye düşünebilirsiniz. Ama biraz daha ilerlediğinizde hayatın içinden bir şeyler bulacak, beynimizi de izliyorlar, hislerimizi de yönetiyorlar diyeceksiniz.
Her yerde bulunan tele-ekranlar insanları sürekli gözetlemektedir. Asla kendi başlarına hareket edemezler, düşünemez ve yaşayamazlar. Sevemez, sevilemezler. Yeme içmelerinden, giyimlerine kadar yokluk içindedirler. Düşünülmesini istedikleri gibi düşünmezlerse, kendilerini 101 Numaralı Oda’da bulabilirler.
Winston Smith tüm bunların yanlışlığının farkına varmış, çocukluğundan anımsadıklarıyla bugününü sorgulamaya başlamıştı. İşlediği bu düşünce suçunun yanında birde Julia ile birlikte olmuştu. Yetmemiş O’Brien ile aynı düşüncede olduklarını fark etmiş ve onun yanında yer almaya yemin etmişti. Fakat tüm bunların kendisinin sonu olacağını en başından beri bilerek yapmıştı. Çünkü o ‘ölüydü’.
Sevgi yerine nefret.. Özgürlük köleliktir.. İki kere iki beş eder..
