Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

355 syf.
6/10 puan verdi
Başkalarının Buradaları kitabından bir edebiyat dergisindeki tanıtımı vesilesiyle haberdar oldum. Dergide (ve kitabın arka kapağında) kitaptaki öykülerden bahsedilirken, FETÖ’nün abilerinin bahsinin geçmesi ilgimi çekti açıkçası. Şimdi FETÖ demek kolay tabii, ama 2000li yıllarda durum çok farklıydı. Ve açıkçası sırf bu yüzden bu kitabı okumaya karar verdim desem yeridir denebilir. Elbette daha önce duymadığım bir yazarla tanış olmak da istedim tabii. Kitap 2017’de çıkmış olsa da, 2000li yıllarda yazılmış olan Kansızlık ve Taş Kayık kitaplarındaki hikâyelerin gözden geçirilmiş hâllerini barındırıyor aslında. Dönem okuması açısından amacıma biraz erişebildiğimi ve bir yazarın gelişimini gözlemleme açısından iyi bir eser olduğunu söyleyebilsem de, kalan kısımlar hikâyelerin kendileri gibi karanlık ve karmaşık. KANSIZLIK Kansızlık kitabı aynı isimdeki hikâye ile açılıyor. Gardınızı almadıysanız yüzünüze gelecek yumruğa hazırlıklı olun, zira yazar “ilk hikâye, çarpıcı hikâye” formülüne uygun bir hikâye ile açıyor kitabı. Bir genç, yolunu kaybetmiş ve adres soran bir ihtiyara bilerek ve isteyerek yanlış tarif veriyor ve sonrasında da ihtiyarın kayboluşunu takip ediyor. Olayın şokunu atlatamamışken, gencin neden böyle bir şey yaptığını anlamaya çalışmayı unutuyorsunuz. Derken bir bakmışsınız ki hikâye bitmiş. Başa dönüyorsunuz, ya neydi bu gencin ihtiyarla derdi diyorsunuz. Yok. Fark ettiğinizde hikâye başlığını hatırlıyorsunuz tekrar: Kansızlık. Yani tabii şimdi hikâyenin sonunda gencin bu kansızlığına dair sebepler arayabiliriz; ama yazarın aramamızı istediği izlenimini alamadım açıkçası. Daha önce Bizim Büyük Çaresizliğimiz romanında da bahsini ettiğim “edebiyat laboratuvarı”nda yapılmış bir deney Kansızlık hikâyesi. Burada yapılan deney ise, vicdanen insanı rahatsız edebildiği için Bizim Büyük Çaresizliğimiz’deki deneyden daha işlevsel geldi bana. Yine de bu sivri hikâyeye yaklaşımınız ne olur bilemiyorum. Kitabımız daha sonra vicdanları daha az yaralayan ve biraz fantastik diyebileceğimiz Televizyon Uykusu hikâyesi ile devam ediyor. Bu hikâye ile beraber yazarın ne yapmak istediğini yavaşça kavramaya başlıyoruz. Sivri ve karanlık hikâyeler yazmak istiyor Selçuk Orhan. Karanlık derken iç karartıcı manayı da kastetmekle beraber, esasen hikâyelerin aydınlatılmamış tabiatına vurgu yapmak istiyorum. Eğer başıyla sonuyla apaçık bir şekilde ortaya konan hikâyeleri seviyorsanız, yazarın hikâyelerinin size hitap etmeyeceğini düşünüyorum. Siz dedim ama ben de az çok böyle düşünen bir okurum açıkçası. Ama her zaman da öyle olduğumu söyleyemeyeceğim. Mesela Ayı diye bir hikâye geliyor sonrasında. Altın gününde toplaşan kadınlar, çocuklarını da getirmişler eve. Çocuklar da her birinin bir hayvan rolüne büründüğü bir oyun oynuyorlar. Sonra ayı çocuğu ısırıyor. Anneler telaşla odaya koşuyorlar. Kim ayıydı diyorlar. Oysaki ayı yok. Televizyon Uykusu’nu sevmeyen ben, bu hikâyeyi beğeniyorum. Bu da Selçuk Orhan’ın yürüdüğü yolun ne kadar sallantılı olduğuna işaret. Genel olarak hikâyelerin geri kalanına baktığımızda ise, yazarın hikâyeleri ilgi çekici kılmak için çoğunlukla doğaüstü olaylara başvurduğunu görüyoruz. Bu olayların kıyısında köşesinde bir çocuk devreye giriyor. Yazarın dünyayı kavrayışımızı dünyanın ötesinde ve bir çocuğun bakışında aradığı aşikâr. Karakter tahlilinden genel olarak uzak durulmuş, sembolik anlatım daha yoğun. Bunu en iyi kullanan hikâyelerden birinin, sisli bir günde yolculuk yapan bir otobüsün bir anda bitmeyen bir yola girdiği Sesi Duyulan Şeyler olduğunu düşünüyorum. Öte yandan teknik açıdan farklı bir deneme olan Suskunluk Seçenekleri’ne de değinmek lazım. Bir soru ve dört seçenek sunula sunula ilerleyen hikâye, bir hikâye ile bir sürü hikâye anlatmanın ve aynı zamanda farklı bakış açılarını yansıtmanın da akıllıca bir yolu olarak karşımıza çıkıyor. Bunların dışında Kansızlık’ta maalesef vasat altı hikâyeler çoğunlukta. Bunun bir ilk kitap olduğunu da aklımızdan çıkarmamak gerekir tabii; ama Kansızlık kısmının sonuna doğru yerleştirilmiş El, Çocuk Kaçıran ve Ağır Misafir gibi hikâyeleri edebî deneyden fazlası olarak görmedim, göremedim. Sandal, Olağanüstü Bir Oyun ve Beşinci Çayın Sahibi hikâyeleri biraz daha bir şeyler anlatır gibi ama onları da çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Kimi zaman yazarın anlatmamak için ya da marjinal olaylar anlatmak için çok zorladığını düşündüm. Bu tip şeyler yeni yazarların ilgiyi üzerinde tutabilmesi için adeta birer can simidi işlevi görür, yazarın biraz da bu yüzden bu tip bir yol tercih etmiş olma ihtimalini göz ardı etmemek gerek. Ki zaten kitaptaki ikinci kitap olan Taş Kayık da bambaşka bir doğrultuda ilerleyerek bunu doğrulayacak. TAŞ KAYIK Bir yazar ilk kitabını yayımladıktan sonra ne yapar? Herhalde etrafından yorumlar alır, dergilerde -çıktıysa- eleştirilere göz atar, kendini geliştirebileceği noktalar üzerine düşünür ve hikâyelerini buna göre geliştirir. Ya da bunların hiçbirini yapmaz ve kendi yoluna devam eder. Selçuk Orhan’ın Taş Kayık’ındaki hikâyeleri, özellikle Kansızlık’ın ardından okuyunca, yazarın ilk seçenek üzerinden ilerlediğini gösteriyor. İlk kitaptaki içine kapanık, sembolik, karakter tahliline ve gündelik hayata mesafeli hikâyelerin yerini daha açık, yine sembolik ama karakter tahlilleriyle dolu ve gündelik hayatın içinden hikâyeler almış. Kitap Travma isimli bir hikâye ile açılıyor. Dindar ve zengin bir ailenin evinde geçen hikâye haremlik selamlık olarak ikiye ayrılmış vaziyette. Yazarın önceki kitapta pek konuşmayan karakterleri burada epey konuşur olmuş. Bir yandan yeni bir yatırım ile ilgili konuşmalar dönerken, hanımlar tarafında da bir hafızlık merasimi vardır. Dindar ailenin gençlerinin dejenere hayatları odalarındaki eşyalar üzerinden resmedilmektedir. Yazar bir şeyler anlatmaya daha da yaklaşmış olsa da, tabiri caizse cümlesini bitirmemekte, hikâyeyi bir manzara sunma gayretiyle yazmaktadır. Benim dönem okuma maksadıma uygun olsa da, açıkçası bu tür hikâyelerin bende bıraktığı iz daha az oluyor maalesef. Bu hikâyeden sonraki Küçük Rüzgârlarla Gelen hikâyesi bu düşüncemde ne kadar haklı olduğumu kanıtlar nitelikte oluyor. Bir mobilya işçisi, markette karşılaştığı gençlere katılır ve gelecek tasasının olmadığı bir gün geçirir. Hikâye anlatmak istediğine nispetle fazla uzatılınca, mesaj da aynı oranda zayıflıyor. Bu hikâyeler nostaljik değer taşısalar da, en nihayetinde derinlikli bir okuma sunmaktan uzakta kalıyorlar. Bu olumsuz eleştirilerden sonra kitaba ismini veren Başkalarının Buradaları’na sonu gelmeyesice övgülerimizi sıralayabiliriz. Üç genç çiftin bulunduğu bir evde elektrik kesilmesi sonucu çiftlerin birbirleriyle hesaplaşmasını anlatıyor bu hikâye. Karakterlerin düşünceleri üzerinden birbirleriyle olan çatışmaların sunumu, anlatımın akıcılığı ve aynı zamanda kafa karıştırıcılığı ve hafif fantastik dokunuşlar yazarın neredeyse tüm iyi yanlarının mükemmel bir toplamı haline gelmiş. Bu hikâye o kadar iyi ki, kendisini okuduğum en iyi hikâyeler arasına kolaylıkla soktu. Yazar bu kaliteyi diğer hikâyelerinde de sürdürebilseydi eseri bambaşka bir noktaya gidebilirdi de. Ancak bu yüksek noktadan sonra yazar önceki hikâyelerdeki tarza geri dönüyor. “Geceleri Dünya Nereye Gider?” isimli hikâyenin aslında iyi bir çıkış noktası var. Muhafazakâr bir aileden gelme olduğu belli liseli erkek, onun sevgilisi ve aralarında mektup taşıyan ama bir yandan da arkadaşının aşkına âşık olan bir kız var. Hikâyeye erkeğin ayrılık mektubunu aldığı gün dahil oluyoruz. Genç pek umursamıyor, zaten ayrılacaktım diyor ve sonra nedense mektup taşıyan kızla bir gün geçiriyorlar. Ama yazarımız bu ikili arasındaki duygusal durumlara odaklanacağına gencin vizyoner ufkuna odaklanıp bir Ahmet Mithat Efendi hikâyesine dönüştürüyor hikâyeyi. Gencimiz okumanın öneminden, çok test çözmesi gerektiğinden ve ABD’de eğitimden, teknolojiden filan bahsediyor neredeyse didaktik denebilecek bir şekilde. Belki de muhafazakâr gençlerin başarı odaklı bir hâle bürünerek duygusuzlaşması üzerine bir hikâyeydi bu; ama böyle bir maksat vardıysa bunun üzerine denebilecek şey yazarın bunu çok saklı tuttuğudur. Bu hikâyeden sonra ise tabiri caizse beklediğim hikâye olan Ağabeyler’e geliyoruz. Bir FETÖ abisinin (ağabey demek yanlış, abi demeliyiz gibi geliyor) evine gidiyoruz. Abi karakteri aslına sadık kalınarak resmedilmiş. Hikâye bir gencin cemaate bir katılıp bir katılmamasının sorgulaması üzerinden ilerliyor. Abinin “Yoksa sen âşık mı oldun?” sorusu ve bunun üzerine yapılan konuşmalar olsun, “hizmet”in artık vizyonu geniş kitlelere ihtiyacı olduğunu belirtmesi ve “hareket”in ikircikli hâlleri çok iyi resmedilmiş. Bunu da bir dönem portresi olarak görüp diğer iz bırakmayan hikâyelerin yanına koyacağımı düşünebilirsiniz; ama burada hikâye namına çok daha fazla öge var. SON SÖZ Başkalarının Buradaları kitabı, birbirinden hayli uzak ve birbirine denk olmayan iki yarı barındırıyor. Kansızlık isimli ilk yarı, ilk bakışta hayret uyandıran manzaraların peşinden sürüklenen hikâyeler barındırıyor. Genel itibarıyla beğenemediğim hikâyeler arasında, sembolik açıdan kıymetli bulduğum Sesi Duyulan Şeyler ve teknik açıdan nitelikli olan Suskunluk Seçenekleri’ni ayrı tutuyorum. Taş Kayık isimli ikinci yarı ise hayatın içinden manzaralar sunan, genel olarak bir şeyler anlatma derdi daha açık olan ve daha somut karakterler barındıran hikâyelere sahip. Travma, Küçük Rüzgârlarla Gelen ve Ağabeyler gibi dönem okuması açısından kayda değer hikâyeler herkese yönelik değil elbet. Ama Başkalarının Buradaları isimli hikâye yazarın ne kadar iyi hikâye yazabileceğinin bir nişanesi olarak karşımıza çıkıyor. Hikâyeler bir şeyi direkt anlatma veya hiçbir şey anlatmama arasında orta yolu bulmakta zorlanıyor. Siz her halükârda bu kitaba ikinci yarısından başlayın derim. Kansızlık: 5/10 Taş Kayık: 6/10 Genel: 6/10
Başkalarının Buradaları
Başkalarının BuradalarıSelçuk Orhan · Edebi Şeyler Yayınevi · 20172 okunma
·
222 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.