Sonra tepenin ötesinde, akşam karanlığında olanca soğukluğuyla
yayılmış Kingsport’u gördüm; eski yel değirmeni kanatları ve
küçük kilise kuleleri, yatay çatı direkleri ve baca külahları,
rıhtımları ve küçük köprüleri, söğüt ağaçları ve mezarlıklarıyla
kar altındaki Kingsport’u; dik, dar, dolambaçlı sokakların
sonsuz labirentini ve kentin ortasındaki tepeyi taçlandıran
zamanın dokunmaya cüret edemediği baş döndürücü yükseklikteki kiliseyi;
bir çocuğun rastgele Çevreye saçılmış tahtadan oyuncak küplerini
andıran her yön ve seviyede gelişigüzel yayılmış kolonyal evlerin
karışık yığınını; kış mevsiminin beyaza boyadığı üçgen ve
balıksırtı çatıların üzerindeki gri kanatlar üzerinde asılı duran eskiliği;
Orion takımyıldızına ve arkaik yıldızlara kavuşmak üzere akşamın
karanlığında parıldayan kapı üzerlerindeki açık yelpaze şeklindeki
pencereleri ve küçük camlı pencereleri gördüm.
İnsanların eski zamanlarda içinden çıkıp geldiği ketum ve
anımsanmayacak kadar eski deniz çürüyen rıhtımları dövüyordu.
Yolun tepeyi aştığı yerde, çıplak ve rüzgârlara açık daha yüksek
bir tepe yükseliyordu; buranın, kapkara mezar taşlarının
dev bir cesedin çürümekte olan tırnakları gibi uğursuzca
karın içine saplandığı bir mezarlık olduğunu gördüm.
Üzerinde hiçbir iz bulunmayan yol ıpıssızdı ve ara sıra uzaklardaki
bir darağacının rüzgârda gıcırdamasını düşündüren
korkunç gıcırtılar duyar gibi oldum.
1692’de soydaşım dört erkeği cadılık suçlamasıyla asmışlardı;
ancak bunun tam olarak nerede olduğunu bilmiyordum.
Deniz tarafındaki yamaçtan döne döne inerken,
akşamları bir kasabadan yükselen neşeli sesleri duymak için
kulak kabarttım, ama bu sesleri duyamadım. Sonra aklıma mevsim geldi;
bu kadim Püriten halkın bana yabancı Noel adetleri olabileceğini ve
ocaklarının yanı başında sessizce dua etmekle
meşgul olabileceklerini düşündüm. Bundan sonra neşeli seslere
kulak kabartmayı ya da dolaşan birilerini görmek için etrafı kolaçan
etmeyi bir yana bırakarak yoluma devam ettim; loş ışıklarla aydınlatılmış
çiftlik evlerini ve gölgeli taş duvarları geçerek, eski dükkânlarla
sahil meyhanelerinin tabelalarının denizden esen tuzlu yelle gıcırdadığı,
perdeleri çekilmiş küçük pencerelerden sızan ışıkların aydınlattığı
kaldırım taşı döşenmemiş ıssız sokaklar boyunca sütunlu kapılardaki
tuhaf tokmakların parıldadığı yere geldim.