Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

150 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
·
11 günde okudu
Özgür Toplumun İlkeleri Nigel Ashford -Kitap, özgür bir toplumda olması gereken 12 ilkeyi, her bir ilkeye bir bir ayırarak örnekleriyle anlatıyor.- 1) Sivil Toplum Aile, kilise, spor kulüpleri, yardım dernekleri vb. gibi birey ve devlet arasında kalan ve gönüllü olarak kurulan tüm örgütler sivil toplumu oluşturur. Özgür toplumlarda yer alan sivil toplum kuruluşlarının anahtar işlevi, devletin gücü karşısında dengeleyici bir kuvvet oluşturmaktır. Beşeri işbirliğinin olmadığı yerlerde bireyler, özgürlük yerine güvende olmayı teklif eden kişilerin totaliter baştan çıkarmalarına kolayca yem olurlar. Faşist ve komünist rejimlerin tarih boyunca aileye karşı savaş açması ve çocukları ailelerine, kadınları kocalarına ve nesilleri nesillere karşı kışkırtması tesadüf değildir. Bunun nedeni, devletin kendi amaçlarına hizmet edecek bilgiye ulaşmaya ve insanların ailelerine karşı duyduğu sadakatten daha öncelikli bir sadakate ihtiyacı olmasındandır. Sivil toplum kuruluşları böyle düzenlerde son derece yıkıcı sonuçlar doğurabilir, çünkü bu küçük birlikler despot devletin önüne, kendi üyelerinin sadakatlerine sahip çıkarak dikilebilirler. Fenerbahçe’nin Fetö ile olan şike davası meselesinde devletin tüm gücünü arkasında bulunduran Fetö’ye karşı Fenerbahçe Spor Kulübü’nün direnişi buna örnek olarak gösterilebilir, Türkiye’nin en güçlü sivil toplum örgütü olarak gösterilen Fenerbahçe, gerçekten de devlete geri adım attırmıştır. 2) Demokrasi Demokrasi, monarşi(tek kişinin yönetimi), oligarşi(az sayıdaki kişinin yönetimi) ve aristokrasi(üstün durumda olan kişilerin yönetimi) ile zıtlık gösterir. Yunanlara göre demokrasinin üç kusuru vardı: çoğunluğun zulmü, insanların heyecan ve hırs dalgalarına kapılıp akıl yerine duyguyla oy verebilmesi ve insanların toplumun iyiliği yerine kendi çıkarlarına göre hareket etmesi. Liberal demokrasiler de çoğunluğun hakimiyeti ilkesini benimser. %50+1 oyu alan yönetme şansını elde eder. Liberal demokrasilerde bazı önemli kararların alınması için üstün çoğunluğun sağlanması gerekebilir, örneğin anayasa değişikliği için üçte iki çoğunluğun sağlanması gibi. Çoğunluğun azınlık üzerinde baskı kurabileceği de kabul edilir ve bu yüzden azınlık haklarını koruyucu düzenlemeler de yapılır. Bu anlayış çoğunluğun hakimiyete, azınlığın haklara sahip olması olarak açıklanabilir. Liberal demokrasilerde devletin rolü sınırlıdır; pek çok kararın alınması kişisel alana bırakılmıştır. Dolayısıyla çoğunluğun her istediğini yapmasına izin verilmez. Bir soru da halkın yönetiminin nasıl olması gerektiğidir. Bazı kişiler halkın doğrudan yönetimde bulunması gerektiğini öne sürerler. Teorik olarak, her vatandaşa bir bilgisayar temin etmek mümkündür. Böylece vatandaşlar her bir kanun hakkındaki oylarını bilgisayar üzerinden gönderebilirler. Ancak devlet halka hizmet etmek için var olmalıdır. Halkın varoluş amacı devlete hizmet etmek değildir. Doğrudan bir demokraside insanlar bütün hayatlarını tartışarak, araştırma yaparak ve oy vererek geçirecektir. Bu nedenle liberal demokrasilerde halk kendini temsil edecek ve bütün bunlarla uğraşacak temsilciler seçer ve sorumluluklarını onlara devreder. Bu temsilcilerin sorumluluk sahibi olmaları ancak ve ancak düzenli yapılan seçimlerle sağlanabilir. Temsilciler halkın çıkarlarını ihmal ettiklerinde görevden alınabilirler. “Devletin biricik amacı insanların mutluluğu olduğuna göre, bu mutluluğun mantıksal, ahlaki ve eşyanın doğasına uygun olmak açısından tek temel dayanağı insanların rızasıdır.” 3) Eşitlik En az 5 farklı eşitlik tanımlayabiliriz: değer eşitliği, kanun önünde eşitlik, politik eşitlik, fırsat eşitliği ve gelir eşitliği. a. Değer Eşitliği Her insan itibar görmeye değerdir. Her insanın kendi hayatına ilişkin tercihlerde bulunmaya hakkı vardır. Bu durum insanların beşeri varoluşlarının bir sonucudur ve her insanın bir diğeriyle ortak bir şeylere sahip olduğunun (insan hakları gibi) ve bunun onları saygı görmeye değer yaptığı inancına dayanır. b. Kanun önünde Eşitlik c. Politik Eşitlik d. Fırsat Eşitliği Fırsat eşitliğinde amaçlanan hedef, kariyer sahibi olmanın yetenekli insanlara açık olması ve verilecek terfilerin aileye, cinsiyete ya da politik bağlantılara göre değil, liyakata göre verilmesidir. Pratik açıdan bakıldığında, eşit fırsatlar elde etmek hiçbir zaman mümkün değildir; aslında bu arzu edilebilir bir şey de değildir. Eşit olmayan fırsatların en büyük kaynaklarından biri de ailedir. Çocuklarına içten bir ihtimam gösteren sıcak ebeveynlerin olduğu aile ile, kendi bencil arzularını daha çok önemseyen insanların bulunduğu aile arasında ciddi farklar olacaktır. Her ebeveynin iyi kalpli ve müşfik olmasını sağlamanın da bir yolu yoktur; dolayısıyla fırsat eşitliği ilkesinin uygulanması için çocukların ailelerinden alınıp toplu bir şekilde yetiştirilmesi gerekir. Bu durum ailenin değerine inanan insanlar için kabul edilemez bir şey olur. Her türden fırsat eşitsizliğini kaldırmak, devletin hayatın her alanını yönettiği totaliter bir düzen gerektirir. Fırsat eşitliği ile karşımıza çıkan bir başka unsur pozitif ayrımcılıktır. Geçmişte bireylere karşı sergilenen eşitsiz davranışlar, doğum esnasında gerçekleşen bir tesadüf sonucunda aynı gruba ait biri olarak doğan ve tamamıyla farklı bireyler olan kişilere müsamahalı davranarak tamir edilemez, ayrıca yapılan her bir ayrımcılık, yeni tepkiler oluşturur. Çoğunlukta olan grubun üyelerine eşitsiz davranmak, onlara haksızlık yapmak olur. İnsanlara bireysel özellikleri yerine bağlı olduğu ırk ya da cinsiyet gibi özelliklere göre davranmak, aynı zamanda bireylerin eşitlik ilkesine de karşı gelmektedir. e. Gelir Eşitliği Gelir eşitliği savunucuları, gelir eşitliğini mi yoksa refah eşitliğini mi savundukları konusunda kafa karışıklığı yaratırlar. İki kişi aynı geliri elde ettiğinde dahi, refah farkı anında kendini gösterir. Bir kişi gelirini evini güzelleştirmeye harcarken diğeri parasıyla sigara alırsa, kısa süre içinde iki hayat arasındaki refah farkı gözle görünür seviyelere gelecektir. İlk olarak, gelir eşitliği doğal değildir. Bunu değiştirmek, baskı ve kontrol gerektirir. Kendi hallerine bırakılan bireyler hızla farklı gelir ve refah seviyelerine ulaşacaklardır. İkinci olarak, gelir eşitliği fazlasıyla verimsiz olacaktır. Nasıl davranıldığına bağlı olmadan aynı oranda gelir elde edilecekse, çalışmanın gereği nedir? Üçüncü olarak, refahın yaratılması gerekmektedir. Eşitliği savunanlar refahın yeniden dağıtımına o kadar dalmışlardır ki, üretim ve dağıtım arasındaki bağlantı nadiren akıllarına gelir. Bir kişi üretim yaptıktan sonra, servetinin bir kısmının kendi izni olmadan başkalarına verildiğini öğrenirse, servet üretimini azaltacaktır. Dördüncü olarak, insanları birbirlerine eşit kılanları kim eşit kılacaktır? Bu elit grubun üyeleri diğer herkesten çok daha fazla güce sahip olacak ve bu gücü kendi çıkarları için kullanacaklardır. Komünist terminolojiye dahil olan kişiler genelde diğer kişilerle aynı ücretleri alırken, politik güçlerini kendi yaşam koşullarını iyileştirmek için kullanabiliyorlardı. 4) Serbest Teşebbüs Serbest teşebbüs, mal ve hizmetlerin gönüllü mübadelesine dayanan ekonomik bir sistemdir. Bu sistemde insanlar nerede çalışacaklarına, nereye yatırım yapacaklarına, emeklerinin ürünlerini nasıl harcayacaklarına ya da saklayacaklarına ve kimlerle ticaret yapacaklarına kendileri karar verirler. Liberal toplumlardaki mülk edinme hakkı ve bağlayıcı sözleşmeler yapabilme hakkı bu hakkın önünü açar. Serbest teşebbüsün olduğu toplumlarda devlet, insanların mülklerini koruma ve insanları yaptıkları sözleşmeleri yerine getirmeye zorlama rolünü üstlenir; böylece insanlar birbirleriyle güven içinde ticaret yapabilir. David Hume ticaretin yayılmasının toplumun kabalığını gidermede, sanatın ve bilimin gelişmesinde çok önemli olduğu düşüncesini desteklemiştir. Zira ticaret “hakiki bir iyi kalplilik taşımadan bir başkasına hizmet sunmayı” mümkün kılmaktadır. Hume ticaretin “halkın iyiliği için hareket etmenin kötü insanların dahi çıkarında olduğu” bir toplum yarattığını ifade etmiştir. “Devlet tek işveren haline geldiğinde, muhalefet etmek açlık demektir.” Troçki 5) Özgürlük Özgürlük, bir kişinin diğer insanların müdahalesi olmadan kendi hareket biçimini seçebilme imkanına sahip olmasıdır. Adam Smith özgürlük ile ilgili “Görünmez El” fikrini ortaya atmıştır. Bu fikre göre, kendi çıkarlarını takip etmeleri için serbest bırakılan bireyler, hem karşılıklı çıkarları için hem de bir bütün olarak toplum için, diğer kişilerle iş birliği yapmaya yönelecek ve kamu yararını teşvik edecektir. Özgür toplumlarda bireyler düşündükleri yüzünden yargılanmaz veyahut cezalandırılmaz. Bu da birbirinden farklı sayısız düşüncenin rahatça konuşulup tartışılabilmesi demektir. Bu sayede doğru bilgi insan aklı tarafından ayıklanır ve toplumun bilgi düzeyi artar. Marx’a göre özgür bırakılan bireyler Marx’ın “Yanlış Bilinç” diye adlandırdığı durumun içine düşerler. Buna göre, insanlar doğru ya da gerçek çıkarlarının ne olduğunu bilmezler. Oysa bu çıkar kapitalizmin ortadan kalkmasıdır. Sadece Marksistler ve Komünist Parti bunların neler olduğunu gerçekten anlamayı başarırlar ve bu nedenle kapitalizmi ortadan kaldırmak için gücü ellerinde tutmalıdırlar. Kanunlar doğaları itibariyle bireylerin özgürlüklerini kullanmalarını kısıtlar. Bunu da, belirli yollardan davrandıklarında insanları cezalandırmakla tehdit ederek yaparlar. Peki kanunların özgürlükleri engellemek için kullanılmaları hangi durumda uygundur? Hürriyet Üzerine(On Liberty) adlı kitabında John Stuart Mill bunun klasik formülünü vermektedir: Zarar ilkesi. “Belirli bir sayıdaki insanın özgürlüğüne müdahale edilirken, insanların bireysel ya da kolektif olarak teminat altına alınmasının tek hedefi, onları korumaktır.” Bir diğer deyişle, uygar bir topluluğun herhangi bir üyesine karşı onun iradesine rağmen meşru şekilde güç kullanılmasının tek amacı, diğer kişilerin zarar görmesini engellemektir. 6) İnsan Hakları İnsan Hakları dil, din, cinsiyet, ırk fark etmeksizin, her insanın doğuştan sahip olduğu haklardır. Marksistler insan haklarının varlığını genellikle inkar etmişlerdir. Karl Marx bunları “Burjuva hakları” sayarak reddetmiş, insan haklarına başvurmayı mülk sahibi sınıfların çıkarlarını koruyan ve arttıran araçlardan biri olarak görmüştür. Komünist rejimler kendi rejimlerinde uygulanabilecek herhangi bir evrensel ölçütün varlığını kabul etmeyi reddetmişlerdir. Bu inkârlarını “bir başka devletin iç işlerine karışılması” iddiasına dayandırmışlar ve bunu da komünist rejimleri kimse eleştiremez anlamında yorumlamışlardır. Sovyetler Birliği 1946’da yayınlanan İnsan Hakları Bildirgesi’ni imzalamayı reddetmiştir. a. Hayat Hakkı Bazı kişiler yaşama hakkını kendi kendine sahip olma düşüncesine dayandırırlar. Buna göre her birey kendi vücudunun sahibidir; dolayısıyla insanların izinlerini almadan vücutlarına müdahale edilmemelidir. b. Özgürlük Hakkı Özgürlük hakkı, insanların yaşamlarını kendi seçtikleri biçimde sürdürmeleri anlamına gelir. Bunun tek koşulu, başkalarının da bu hakkına saygı göstermektir. c. Mülkiyet Hakkı İnsanların yaşamlarını özgürce sürdürmeleri ve kendi istedikleri biçimde mutluluğu aramaları mülkiyeti gerekli kılar. İnsanların kullandıkları, idare ettikleri ya da elden çıkardıkları her şey birer mülktür. Bu hak olmadan verimli mal ve hizmet üretmek, diğer insanlarla ticaret yapmak mümkün değildir. Birleşik Devletler İnsan Hakları Beyannamesi’nde bir “elden alma” bendi yer almaktadır. Buna göre, mülkiyet, ancak devlet tarafından haklı gerekçeyle ve bedelinin tamamının ödenmesi kaydıyla elden alınabilir. Birleşik Devletler’de dahi bu bent ihmal edilmektedir. Toplumsal ve ekonomik hakların İnsan Hakları demek olmadığını anlamak gerekir. Bu haklar 1966 tarihinde BM Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nde kabul edilmiştir. Bu haklar arzulanabilir ya da arzulanmayabilir, ancak bunlar insan hakları değildir; özgürlük haklarından ziyade refah hakları talepleridir. Bunları batıya karşı kullanmayı uman Sovyetler Birliği’nin ısrarları sonucunda Bm Deklarasyonu’na dahil edilmişlerdir. Batı da bu hakları Sovyetler Birliği’nin deklarasyonu imzalayacağını umarak eklemiştir ancak buna rağmen sonuç itibariyle Sovyetler Birliği imza atmaktan kaçınmıştır. 7) Adalet Adalet, insanların özgürlüklerinin korunması ve diğer kişilerin özgürlüklerine saygı göstermeyi beceremeyen kişilerin nasıl cezalandırılacağı hakkındadır. Sosyal Adalet kavramı ise bambaşka bir tartışma yaratır. Toplumda bir kesimin ihtiyacının varlığı kendiliğinden diğer kişiler üzerinde bunun karşılanması için bir yükümlülük yaratmaz. Yaşaması için böbreğe ihtiyacı olan birini ele alalım. Başkalarının hayatını kurtarmak için iki böbreğinden birini gönüllü vermek isteyen birilerinin olması muhtemel iken, insanları başka bir kişiye böbrek vermeye zorlamak haksızlık olarak görülecektir. Bu durum, eylemlerin, çabaların, becerilerin, hareketlerin, sonuçların, bir kişinin ekonomik değerini meşru kıldığı inancına dayanmaktadır. Çok çalışan bir insanın işinde başarısız olduğunu ya da sevmediğimiz birinin işinde başarılı olduğunu görmek hayal kırıcı olabilir. Ancak, üretilen şeylerden ziyade gösterilen çabaların ödüllendirilmesi saçma bir düşüncedir. Bu, büyük bir çabayla çukur kazıp onu yeniden dolduran bir kişiye, az bir çabayla değerli bir şey üreten kişiden daha fazla para ödenmesi gerektiği anlamına gelir. Malların minimum maliyet ve çabayla üretilmesi arzulanan bir şeydir; böyle bir durumda etkinlik sağlanır ve refah en yüksek düzeye çıkar. Bu nedenle, fazilet ilkesi tehlikeli bir düşüncedir ve refaha yönelik bir tehdittir. Özgür bir toplumda değeri bireyler ya da gruplar değil, arz ve talep belirlemektedir. Bunu da tüketicilerin, işçilerin ve işverenlerin her gün aldığı milyonlarca karar vasıtasıyla piyasa gerçekleştirmektedir. 8) Barış “Sınırlardan mallar geçmezse askerler geçer.” Barışa değer veriyoruz, çünkü barış tek başına bir amaç olmaktan ziyade kendi yaşamlarımızı yönlendirmemize izin veriyor. Barış tarih boyunca genel düşüncenin aksine çok da arzulanan bir şey olmamıştır. Platon ve Aristo dahil olmak üzere pek çok entelektüel insanlığın geleceğinde savaşların olmamasından endişeleniyordu çünkü, savaşların yokluğunun beşeri medeniyeti bozarak onu tembelliğe ve durgunluğa düşmesine yol açmasından korkuyordu. Günümüzde barışın önemli kaynaklarından biri, serbest ticaretin düzenli olarak gelişmesidir. Serbest ticaret büyük güçleri birbirlerine bağımlı kılarak barışı daha fazla teminat altına alır. Barışı gerçekleştirebilmenin en iyi yolu şu üç ilkeyi desteklemekten geçer: serbest ticaret, liberal demokrasi ve askeri güç. Savaşın en büyük nedenini, kendi güçlerini ve servetlerini diğer ülkelerin aleyhine arttırabileceklerine inanan otokratik rejimler oluşturur. Serbest ticaret ise herkesin kazançlı çıkabileceği pozitif toplamlı bir oyun yaratır. Savaş düşmanlarımızın sahip olduğu refahı ortadan kaldırır, ama aynı şekilde bize de zarar verir. Serbest ticaret ülkeler arasındaki barışçıl ilişkiler için gerekli olmakla birlikte yeterli bir koşul değildir. İkinci olarak, tarihsel kanıtlar bize liberal demokrasilerin kendi aralarında savaşmalarının pek muhtemel olmadığını göstermektedir. Tarihte iki liberal demokrasinin birbiriyle savaştığı hiçbir örnek yoktur. Üçüncü olarak, ister bireysel ister toplu halde olsun, liberal demokrasilerin askeri güçleri elde tutmaları gerekir. Buradaki amaç, tüm potansiyel saldırganlara savaştan hiçbir şey elde edemeyeceklerini göstermektir. Başkan Teddy Roosevelt’in önerdiği gibi: “Tatlılıkla konuşun, ancak büyükçe bir sopayı da yanınızdan eksik etmeyin.” 9) Özel Mülkiyet Özel mülkiyet bireylere devletten bağımsız oldukları bir alan yaratır. Otoriter iradenin işleyişine sınırlar koyar. Politik güçle birlikte ortaya çıkan ve ona muhalefet eden diğer güçleri serbest bırakır. Özel mülkiyet böylece devletin sert müdahalelerinden bağımsız olan tüm o faaliyetlerin temelini oluşturur. Özel mülkiyetin olmadığı yerde ifade özgürlüğü de olamaz. Örneğin, toplantı salonu kiralama hakkının ya da fikirleri basılı olarak veya internet yoluyla ifade etme hakkının olmadığı durumlarda konuşma özgürlüğü yoktur. Özgürce konuşma hakkımız kişiliğimizin ve toplumdaki maddi kaynakların özel mülkiyetine bağlıdır. Mülkiyetin bu şekilde dağılması toplumu daha istikrarlı kılar, çünkü toplumun belirli bir parçasına sahip oldukları için insanlara toplumun özgürlüğünü koruma isteğini kazandırır. Özel mülkiyet çoğunlukla ona bireysel olarak sahip olanlara fayda sağladığı şeklinde yanlış anlaşılır. Gerçekte, mülkiyete özel olarak sahip olunmasından toplumun payına düşen yararlar bireylere düşenden çok daha fazladır. Özel mülkiyete dayalı bir toplumun eski komünist dünyada çoğu yerde komünizmin yerini alan eş-dost kapitalizminden gayet farklı olduğunu unutmamak önemlidir. 10) Hukukun Hakimiyeti Kanunlara dayanarak karar verecekleri durumda bireylerin hangi eylemlerin kanunları ihlal ettiğini önceden tahmin edebilmeleri gerekir. Eğer kanunlar fazlasıyla belirsizse ya da yüksek düzeyde takdir hakkına tabiyse, bireyler kanunu bozup bozmadıklarını kesin olarak bilmeden faaliyetlerini yürütemeyeceklerdir. İnanılmaz Ekmek Makinesi adlı hikâyede bir fırıncı müşterilerini kandırmak için mallarına yüksek fiyat koymakla, rakiplerini saf dışı bırakmak için düşük fiyat koymakla ve diğer fırıncılarla iş çevirmek için aynı fiyatı koymakla suçlanır. Yargının işlevlerinden biri de devlet karşısında kanunları uygulamaktır. Bu nedenle yargıçların politik açıdan yöneticilerden bağımsız olmaları gerekir. Bu durum bizi kuvvetler ayrılığı ilkesine götürür. 11) Kendiliğinden Doğan Düzen “Pek çok beşeri kurum insan tasarımının değil, insan faaliyetlerinin bir sonucudur.” Kendiliğinden doğan düzen kavramını ilk ifade eden düşünür Arılar Masalı(The Fable of the Bees) adlı kitabıyla Bernard de Mandeville olmuştur. Bu çalışma, bireylerin kişisel çıkarları gibi “kişisel kötülüklerin” tüm topluluğun faydalanacağı “kamusal faydalara” yol açacağı şeklindeki paradoksu taşıyordu. Mandeville, farklı amaçlarla hareket eden bireylerin toplamının, hiç kimsenin amaçları arasında yer almayan bir ticaret toplumu yarattığını ileri sürmüştü. Bireylerin, amaçları kişisel çıkar olsa bile, diğer kişilere hizmet ettiğini sağladığı düşüncesi Adam Smith, David Hume ve Adam Ferguson’un etrafında gelişen İngiliz Aydınlanması’nın özünü oluşturuyordu. Hayek kurumların “doğal” ve “yapay” kurumlar olarak ayrıldığı kadim düşünceyi ele aldı; üçüncü bir nesneler grubu daha bulunduğunu ve bunun da toplumsal kurumlar olduğunu ifade etti. Bu kurumlar derli toplu olduklarından dolayı insanlar bunların insanlar tarafından icat edildiğini ve bu nedenle istenilen şekilde değiştirilebileceklerini veya yeniden inşa edilebileceklerini düşünürler. Hayek bu düşüncenin yanlış olduğunu işaret etti, çünkü insan aklı ve toplum birlikte evrilmişlerdi. Özgür bir toplumun düzen sahibi olmasının nedeni, insanlara ne yapacaklarının söylenmesinden değil, beşeri toplumun evrilmekte olan geleneklerinin ve miras alınan kurumlarının bireylerin kendi amaçlarını gerçekleştirmelerine ve böylece diğer kişilerinin ihtiyaçlarını karşılamalarına izin vermesinden kaynaklanır. Adam Smith’in ileri sürdüğü gibi, kendi amaçlarımızı gerçekleştirmeye çalışırken sanki görünmez bir el vasıtasıyla diğer insanların ihtiyaçlarına da hizmet etmeye yönlendiriliyoruz. 12) Hoşgörü Hoşgörü pasif bir biçim, yani insanların birbirleriyle uyum içinde yaşamalarını sağlamak için olan gönülsüz bir zorunluluk biçimini alabilir. Oysa daha pozitif bir hoşgörü farklılıkların yararlarından zevk alabilir. Bu durum, yani insanların çok farklı değerlere ve inançlara sahip diğer kişilerle bir arada yaşayabilmeleri, medeni toplumun temellerinden birini oluşturur. Hoşgörüye yönelik tehdidin iki biçimi vardır. İlk tehdit inançlarında aşırı tutucu olan aşırı sağ ya da soldaki totaliter kişilerden gelir. Bu kişiler düşüncelerinin doğruluğu konusunda hiçbir şüphe duymazlar ve bu nedenle ahlaksızlıkları bastırmak için güç kullanmaktan hiçbir şekilde çekinmezler. İkinci tehdit de, doğru olsun ya da olmasın, pek çok görüşün ırksal, dini ve cinsel azınlıklarda kızgınlığa ve sıkıntıya yol açtığını ve bu nedenle yasaklanmaları gerektiğini düşünen politik doğruculuk anlayışından gelir. Fakat politik doğruluk dili başka insanların ifade özgürlüklerini kısıtlayarak onlarda kızgınlığa yol açar, bu nedenle kendi kendini bozucu bir niteliğe sahiptir. Azınlıklara gösterilen saygıyı arttırmaya çalışırken, bastırılmış, susturulmuş yeni bir grup yaratır.
Özgür Toplumun İlkeleri
Özgür Toplumun İlkeleriNigel Ashford · Liberte Yayınları · 201538 okunma
·
588 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.