Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

80 syf.
9/10 puan verdi
SPOİLER VAR!!! ( kitabı okumayanlar, bu incelemeyi okumasınlar)
Kitap bir aşk değil, bir saplantı, bir daddy ıssues romanı. Kitabı beğendim ama çok fazla kopukluklar var, çoğu yerinde bu kadar da olmaz diyorsunuz, oraları görmezsek çok başarılı bir psikolojik roman. Kitapta baş karakterimiz bir yazar, hem de baya tanınmış zengin bir yazar ondan 'R' diye bahsediyor. Bu adamın 41. yaş gününde evine bir mektup geliyor; bilinmeyen bir kadından. Kadın mektuba çocuğunun öldüğünü anlatarak giriyor, kimse bu durumdayken yalan söylemez diyor, çünkü adamın kendisini tanımayacağını çok iyi biliyor ve sadece bana inan diyor en baştan anlatmaya başlıyor. Kadının adamı ilk gördüğü ana 16 sene önceye götürüyor bizi bu mektup, kadın o zamanlar 13 yaşında. Burada hikaye başlıyor. ilk olarak bu bilinmeyen kadının aile durumuna bakalım; annesinden dul kadın diye bahsediyor, yani babası ölmüş ve evimize kimse gelip gitmezdi diyor. Kız için bir baba figürü yok. Gördüğü tek erkek tipi, karşı dairedeki komşuları olan karısını döven ayyaş adam. Bilinmeyen kadının annesi karşı dairedekiler düzgün değil diye kızına görüşme onlarla diyor, ve bunu hisseden ailenin çocukları bu kıza sataşıyor. 'Beni sokakta gördüklerinde, arkamdan bağırarak ayıp sözler söylüyorlardı' diyor, burada kızın ezik olduğu çıkıyor ve yalnız olduğu. Ama sonunda bu aile taşınıyor ve onun yerine ; tanınmış zengin roman yazarı R geliyor. işte buraya anlam veremiyorum. Kız fakir olduklarını ve yaşadıkları mahallenin kenar mahalle olduğunu söylüyor, yani kızımız fakir ve fakir bir kenar mahallede kötü bir apartmanda oturuyor, ve bu zengin mal mülk sahibi, hizmetçileri ve uşağı olan böyle bir adam neden bu mahallede böyle bir eve taşınıyor buna anlam veremedim açıkçası. Adam daireye hemen gelmiyor ilk önce uşağı ve hizmetçileri geliyor, kız adamı görmeden bu ihtişamdan etkileniyor. sonra eşyaları geliyor adamın, kız o kadar hayran kalıyor ki bu pahalı eşyalara resmen büyüleniyor. bunu şu sözüyle daha iyi anlıyoruz. 'Daha sen bizzat hayatıma girmeden önce etrafını saran bir hale, zenginlik, sıra dışılık ve gizemden oluşan bir tesir alanı vardı; kenar mahalledeki o küçük binada yaşayan bizler (çünkü çevresi dar bir hayatı olan insanlar daima kapılarını ve önündeki her yeni şeye merak duyarlar)' yani buradan bile kızın adama aşık değil de hayran kaldığını görebiliyoruz bunu adamı görmediği halde şunu söylüyor: 'Ve şimdi bu bir sürü harikulade kitaba sahip ve onları okumuş olan bütün bu dilleri bilen hem böylesine zengin hem böylesine kültürlü birine nasıl bir insan olduğu sorusu kafamı kurcalıyordu' Ve böylesine hayran olduğu adamın yaşlı olduğunu hayal ediyor, içten içe onun yaşlı olmasını istiyor, çünkü içindeki baba boşluğunu, böylesine büyülendiği bir adamda bulmak istiyor ve şöyle diyor; 'Gözlüklü, beyaz ve uzun sakallı, yaşlı bir adamdın, tıpkı coğrafya öğretmenimiz gibi ama çok daha müşfik, çok daha yakışıklı ve çok daha yumuşak... senin yakışıklılığından daha o zaman yaşlı bir adam olduğunu düşünürken bile nasıl bu kadar emindim bilmiyorum' bu adam onun için tam bir baba figürü ve o bu adamı istiyor. Ama adam beklediği gibi yaşlı çıkmıyor, hatta buna şaşırıyor kendi ağzıyla 'Tanrı baba imgesiyle tamamen alakasız bambaşkaydın' diyor. 25 yaşında genç bir adam ama yine de bilinmeyen kadından baya büyük. Sonra resmen kız bu adamı hastalık yapıyor, kafayı takıyor ve bu adamın düşünmekten başka hiçbir şey yapamıyor, adamı sürekli gözlüyor, adamın evine kim giriyor, kim çıkıyor hepsini merak ediyor ve kıskanıyor. (kadınları kıskanmasına şaşırmıyorum bile uşağı bile kıskandı, yani o derece ki adam kıza paspasım olur musun dese bir saniye bile düşünmeden kabul edeceğine o kadar eminim ki) psikolog değilim ama kadının psikolojik bir rahatsızlığı olduğunu okurken çok rahat anlayabiliyorsunuz. O kadar platonik aşık ki; adama apartmanın kapısını açıyor, adam da teşekkür ediyor ve inanılmaz etkileniyor. Gerçekten birisine platonik olmayı o kadar iyi işlemiş ki Stefan Zweig bu acıyı hissedebiliyorsunuz. mesela adam teşekkür ettiğinde o bakışını anlatıyor ve o güzel bakışının 13 yaşındayken bana özel olduğunu sanmıştım diyor, bu cümle bile çok acı bir cümle... Bu küçük kız o kadar şansız dünyaya gelmiş ki kimsesi yok, konuşacak, yol gösterebilecek kimse yok; bu yüzden hayatında koca bir boşluk var, ve bu boşluğu bu adamla doldurmak istemiş ondan etkilenmiş, yani hikayenin çok mantıklı bu kısmı; bu küçük kız çocuğunun, bu adamdan etkilenmesi dünyanın en normal şeyi ve eğer bunu anlatabilseydi birisine söyleyebilseydi, bir fikir edinirdi, ama böyle bir şey olmadığı için saplantı devam ediyor... Hikayenin en mantıksız yeri adamın kadını asla hatırlamaması, bunu aklım almıyor kaç kere görüşmüşler nasıl hatırlayamaz diye düşünmeden edemedim açıkçası... Hayatı o kadar anlamsız ki, hayatın anlamını bir adam yapmış. Ama inan bana sonunda kavuşmuş olsalardı hayatın anlamanın, bu adam olmadığını anlayacaktı. Çünkü hayat bir yapboz gibidir, bir sürü parçası olan, eğer bir parça kaybolursa yerine başka bir parça koyamazsın, ilk önce bir parçanın o kaybolan parça olduğunu sanırsın, sonradan yapboz tamamlanmayan başlar ve o parçanın o yere ait olmadığını anlarsın (aynı duygularımızı yanlış anladığımız gibi) ve yapboz bittiğinde orası hep boş kalır, ama burada bu bilinmeyen kadın yapbozu tamamlayamamış bu yüzden o boşluğun ne bu adamla ne başkasıyla kapanmayacağını bilemeden ölmüş.
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Bilinmeyen Bir Kadının MektubuStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2022224bin okunma
·
147 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.