İncelemem platonik,tek taraflı aşklar üzerine olacak.Bu yüzden düşüncelerimin bir çoğu bir yerlerde bu konu hakkında yazılmış ancak benim incelemeyi yazmadan önce haberdar olmadığım şeyler olabilir.İncelemelerin bir çoğunu kitap hakkında yazılmış ciddi eleştirileri okumadan ve konu hakkında detaylı bir tarama yapmadan yazdığım için çoktan bulunmuş olduğu halde yer çekimini bulmaya çalışıyor olabilirim.İncelemelerimin tümü bende böyle bir cahilliğin tedirginliğini yaratıyor.Yine de en azından genç yaşta başkalarının çoktan düşünmüş olduğu şeyleri sıfırdan inşa etmeye çalışmanın faydalı olduğunu düşünüyorum.
İlk olarak aşkın tetiklenmeye başladığı ana dönüp,bu aşkın neden ''o kişiye'' karşı olduğunu anlamaya çalışalım.
Karakter R'yi ilk gördüğünde 13 yaşında.Zweig'in bu yaşı seçmiş olmasının sebebi ilerleyen yıllarda da bu aşkın sürecek olduğunu resmettiğinde okurların bunu mantıklarında oturtabilmesini sağlamak olabilir.
30 yaşında bir kadın pekala aşık olabilir ve bu aşkın etkileri uzun yıllar boyu kadının kişiliği üzerinde etkisini sürdürebilir.Ancak olgun bir bireyin aşktan elde edeceği şey ''baba sevgisi'' ve ''bilinmek'' değil,eşitlerin ilişkisi olacaktır.Platonik aşkta ise kelimeye uygun düşen biçimde aşık olan kişi ile aşık olan arasında bir uçurum olmalıdır.
Bu yüzden kişinin yaşı ufak olmalı ve aynı zamanda ergenliğin getirdiği duygusal coşkudan da az veya çok pay almalı.
Bu bağlılığın ancak çok erken yaşlarda tam anlamıyla gerçekleşiyor olduğunun kanıtı olarak da tarikatların çocukları erken yaşta almaları gösterilebilir.
Duygusal olarak etkilenmelidirler ve bu etkilenme bir yayın çekilmesi durumunda oluşacak geçici değişikliğe benzememelidir.Yaya uygulanan kuvvet kesildiğinde de yay esnek gerilmiş halde durmalıdır.
Bu yüzden bağlanılan kişinin kim olduğunun ve kendisinin etkilediği kişide sürekli bir etki sağlayabilmesinin güvencisinin sağlanması o kişi açısından da gerekli olsa da,bu ancak bir yere kadar başarılabilir.
Aşık olan/etkilenen kişinin etkilenmeye müsait olması ve de tam olarak sizin olduğunuz veyahut da vaat ettiğiniz konuma muhtaç olması gerekir.
Bu konuma,konumun kendi kendisinde bulunma gayesi için de bağlanılabilir -ancak bu durumda bu gibi kişi için zararlı sayılabilecek bir bağlılık gelişmeyecek,sağlıklı ve insan doğasına uygun olarak çıkarcı bir yetişkinin seçeceği türden bir ilişkiye yönelecektir.Buradaki bağlılık çeşidi ise insanların çoğunlukla yanlış anladığı türde bir bağlılık.Yanlış anlama sebepleri de tek tür bir bağlılığın varolduğu sanılması - .
Bu durumda aşık olunan kişi ile gerçek bir ilişki içerisine geçilir ki bu da ancak eşitlerin ilişkisinde mümkündür.
Gerçek bir eşitlik söz konusu olmasa da açılacak olan kişinin kendini o kişiye layık görmesi sağlıklı bir ilişki için yeterlidir.
Ve bu noktadan sonra zaten aşkın,hayranlık yönü azalır hatta yok olur.
Hayranlığın olduğu bir senaryoda sağlıklı bir ilişki mümkün değildir,sağlıklı bir ilişkinin varlığı da hayranlığın yokluğunun kanıtıdır.Ve bu da platonik aşkların asıl özelliğine tamamen terstir eğer bunu Platon'un ideleri ile alakalı olarak anlayacaksak.
Şeylerin/İnsanların en mükemmel formu olarak görüyor ise aşık olduğu kişiyi,aşık olan kişi,ona platonik aşık diyebiliriz.
Bulduğu ilk fırsatta ona açılabilecek konumda ise platonik olmadığını yalnızca bunu hayal boyutunda yaşamakla kaldığını söyleyebiliriz - platonik aşk tanımı benim yaptığımdan farklı şekillerde yapılabilir.Henüz varolmamış,varolması ümit edilen ve ''şimdilik olmayan'' anlamında da kullanılabilir,ancak ben bu incelemede kişiyi Tanrılaştırma anlamında kullanıyorum bu aşk tipi tanımlamasını. - .
Tanışmak için fırsatları olduğu halde --buradaki tanışmayı aslında tanıtma anlamında kullanıyorum.Görünmez halden,bilinmeyen kadın olmaktan çıkma bağlamında. -- bunları kullanmayı tercih etmez gerçekten platonik olan birisi.
Ve zaten insanların bunu bu denli ütopik,olmayacak bir şey olarak düşünmelerinin sebebi de bu.Elinde imkanları olduğu halde,kendi kendisini değerlendiriş biçimi ve aşık olduğu kişinin kafasındaki tasavurru birleştiğinde ortaya utangaç ve silik bir benlik çıkıyor.
O kişiyi kendi kafasında yüce bir konuma yerleştirmesi ve içinde taşıdığı onun tarafından sevilme arzusu daha önce de dediğim gibi doğal olarak ''Ona layık mıyım? '' düşüncesini doğuruyor ve bu da zaten aslında varolmayan bir noktadan,kendi kendisine bakmasına ve baktığı kendisini de o yukarıdaki konumu algılayış biçiminde olduğu gibi yanlış yorumlamasına neden oluyor.
Aşık olduğu kişiyi büyütürken bir hakikate değil yalana bakıyor,kendi kendine bakarken de bir yalana bakıyor ve kendisine baktığında gördüğü kişinin değersiz bir kişilik olmasının yanına bir de aslında varolup olmadığı sorusunun sezgisel olarak doğuşu ekleniyor.
İçten içe olmadığı biri gibi davrandığı fark ediliyor ve fotoğraf karesinden yavaş yavaş yüz siliniyor.
Martı yayınları kapaktaki kadının gözlerine çarpı atmış,İthaki yayınları da İş bankası yayınları da gözlerini göremediğimiz bir tasarımla karşımıza çıkarmış kitabı.
Bir yüz var,bir kadın olduğunu da anlıyoruz ancak daha fazlasını görmek mümkün değil.
O kişinin kim olduğuna değer vermeye başlaması ile birlikte,ki kendisine göre de bu gayet makuldür ve başkalarının anladığı gibi kendinden bir fedakarlık yapıyor olduğunu da düşünmemektedir.Çünkü kendisi değersizken,R değerli ve değerli olana yönelerek,onu anlamaya çalışarak,onu takip ederek de doğru olanı yapıyor. Thales'in gökyüzüne bakarken ayağının bastığı yere bakamaması/bakamaması gibi.
Aşık olan kişi kendi içindeki cevheri göremez ve buradan da aşık olamayan insanların ortak özelliğine çıkabiliriz.
Kendine değer vermek aşkı imkansız kılıyor ve özgüveni yüksek olan bir insanın sevmesi gayet mümkün olsa da böylesi sımsıkı bir aşk onlara nasip olmuyor - belki de bela olmuyor da denebilir. - . Nasip olmuyor demek yanlış kaçıyor çünkü bu aşk zaten bir ihtiyaçtan doğuyor.13 yaşında olmasının sebebinin o yaştaki bir kızın bağlanmaya meyilli olması olduğunu söyledik.Burada yalnızca aşkın bağlanmaya meyille ilgili olduğu gibi bir sonuç çıkmaz.Aynı zamanda bağlanılmaya meyilli olmaya da ihtiyaç vardır.
Bir köpeğin sahibinin bahçesinin önünde daha güvende olması,tasmasının kopması ve özgür kalmasıyla birlikte ise çok daha tehlikeli bir dünyayla yalnız başına mücadele etmek zorunda olması bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
Karşıdaki kişinin gücü sebebiyle zamanla kendini daha ezik hissedecektir evet,yine de en baştan beri kendi ezdirmeye yönelen bir karakter olmaksızın bu dönüşüm mümkün değildir.
Ormanda özgürce dolaşıyordur ve henüz onu avlamak isteyenler de onu kölesi yapmak isteyen insanlar da çıkmamıştır.
Bu yüzden henüz böylesi bir karaktere sahip olunduğu bilinmemektedir.
Bilinmeyen Kadın'ın aşık olduğu ilk andan önce,Bilinen bir adama aşık olacağına dair bir emare yoktur ortada.
Bir anda ortaya çıkmıştır bu bağlılık.
O andan önce yalnızca bilinmeyen kadındır ve bilmeyenlerin kim olduğu da bilinmezlikte olduğundan dolayı -bilebilir olanların kim olduklarının belirsiz olması,onları önemsizleştiriyor ve bilinmezliğin yarattığı hisler diğer hislerden daha baskın hale de gelemiyor.Çünkü o ana kadar birileri tarafından biliniyor ya da bilinmiyor olmanın gözle görülür bir farkı yoktu.Bilinmemenin farkına varılmayacak kadar önemsizdi hatta bu.Kaldı ki böyle ne çok insan vardır,kim bilir... - önemsizdi bilinmek yada bilinmemek.En azından bir mektup göndermeyi gerektirecek kadar içinde dolup taşmıyordu bu bilinme arzusu ve onun yokluğu.
Ancak bir şeye emek harcamaya başlaması ile birlikte o şey tarafından bilinme arzusu,kendini tutamayacak kadar baskın hale geldi.
Ve ilginçtir R'ye aşık olduğu seneler boyunca da bilinme arzusu hiçbir zaman gerçekten bilinir olacağı kadar ileri gitmesini sağlamamıştı.
Elbette bilinmek adına ufak adımları olmuş olabilir ve de onun yakınındayken,onu gözlemlerken,onun kendisinden haberdar olmayışı onu mutsuz kılmış da olabilir.
Yine de bu hiçbir zaman onunla tam bir iletişim içine geçmesini sağlayamamıştı.
Söylemek istediğim,bence oldukça ilginç ve farklı bir yorum,yıllar boyunca gerçekten R'ye aşık olmuş olduğu ve aşkının yoğunluğunun hep onun tarafından bilinmekten daha baskın gelmiş olması.
Onu gerçekten seviyordu ve onu sevmek,sürekli onu takip etmek yeterli geliyordu ona ve onun tarafından bilinip bilinmediğini düşünecek vakte sahip olamayacak kadar ona odaklanmıştı.
Ancak sevgisinin soğuması ile birlikte mektup yazma kararı ve onun kendisinden haberdar olup olmadığı konusu bir sorun halini aldı.
Yani bu aşk gerçekten de bitmek tükenmek bilmeyen bir aşk DEĞİLDİ !
''Her şeye rağmen sevgi'' türünden bir aşk ise hiç değildi.
Onun takıntılı olduğu kişinin biliniyor olması da,yıllarca dönüp kendine bakmamasına sebep olan etkenlerden biriydi -bunu daha önce söylemişim gibi gözükse de aslında yeni bir şey söylüyorum. - . Aşkının ilk dönemlerinde,ki bu epeyce uzun bir süreydi, onunla heyecan ve merakla ilgilenişi,onun yaşantısını onun kadar sevinçle karşılayabilir hale getirirdi.
Aşık olduğu kişi bilinen bir kişi olmasaydı,belki de bilinme arzusu uzunca bir süre tatmin edilemeyecekti..sonunda da bunu doyuramadığı noktaya her halükarda geldi.
Son olarak Kafka'nın Babasına yazıp hiç göndermediği mektupla,bu kitap arasında kurduğum ilişkiden de söz edip incelemeyi bitireyim.
İki mektupta da ortak olan nokta,mektubun ulaşmasını istedikleri kişinin hayatlarının merkezi bir sorunu oluşu.Oldukları kişinin üzerinde sürekli bir etkileri olmaları ve bundan da kurtulmak istemeleri (?) .
Onlarla ilgilenirken kendileriyle ilgileniyorlar ve onların kendim dedikleri kişinin oluşmasında çok büyük etkiye sahipler - olumsuz anlamda (?) - ve bundan haberdar da değiller.Bu yüzden onları daha da fazla düşünmek ve onlar tarafından bilinmeyi arzulamak zorunda kalıyorlar.
Kendileri onlara çok yakınken,onların kendilerine çok uzak olması buradaki sürekli takıntıya sebep olan şey.
Bir şey var karşında ona dokunmak istiyorsun,onun yanından geçiyorsun,onunla konuşmaya çalışıyorsun,ona bağırıyorsun ama hiçbir şey olmuyor,hiçbir tepki vermiyor.Seni görmüyor,duymuyor,sana ne büyük acılar çektirdiğinin farkında değil.Dokunmaya çalıştığında bir hayalet gibi içinden geçiyor kolun,bileğin,parmakların,kalemin...yazdıkların.