Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

724 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
“BAT DÜNYA BAT!”
Tutunamayanlar, Oğuz Atay’ın kelimeler dünyasında yaptığı ihtilalin edebiyatımıza postmodern bir yansımasıdır. Eser, Turgut Özben adlı genç bir mühendisin kaybolmasıyla başlar. Bu kayboluş insan psikolojisinin girdaplarına kuşbakışı bir görünüm sunmaz; bizzat bu girdaplarda ayak izi bırakır. Ayak izini takip ettiğimizde karşımıza Selim Işık karakteri çıkar. İzler kaybolduğundaysa Olric… Asıl üzerinde durmak isteğim kişi ise Selim Işık. Bir roman kahramanının ete kemiğe büründüğü, zihnimizin kıyısında dolaştığı, sıradanlığın hiçte sıradan olmayan trajik sakini. Onun ölümü sıradan bir ölüm değil, postmodern bir yanılsamadır. Evet her insan gibi Selim Işık da ölmüştür. Hatta kendi ömrünü kısaltma yoluna gitmiş yani intihar etmiştir. Selim’in kelime anlamı, “doğru ve kusursuz” demektir. Tutunamayanlar’daki Selim ise kusurları ölçüsünde Selim ve bu kusurlarının toplamı nispetinde bir tutunamayandır. Soyadı Işık’tır. Işık iyiliği güzelliği çağrıştırsa da Selim için hayatındaki trajedileri aydınlatan bir projektör görevi üstlenmektedir. Bu projektör; yakıcı bir pişmanlık, göz kamaştırıcı bir yalnızlıkla bir olup Selim’in tutunduğu tek şey olan ölümüne ışık tutacaktır. İroninin -hiçte ironik olmayan- ölümle birleştirilmesi, acı bir şaşkınlık bırakır okuyucunun zihninde. Akrabamız veya yakınımız olmayan birinin sela sesini duyar gibi oluruz bir nevi. Üzülürüz ama ağlamayız; hayata ne kadar tutunduğumuzun muhasebesini yaptırır bize Selim Işık ve anlarız ki hayata tutunamamak, tutunmaktan daha fazla çaba gerektirir ve daha meşakkatlidir. Selim Işık gitmeyen gidişatın farkındadır. “Kendini çözemeyen kişi, kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.” diyerek “ne yapmalı?” Sorusuna kendi kendini tahlil etme yolunu tutarak cevap bulmaya çalışır. Kendi kıskacında bir kasırga gibi savrulan Selim Işık, tesellisini yine kelimelerde bulur. Yaşayamadığı hayatın mersiyesi ve tutunamayanların şarkısı olan “DÜN, BUGÜN, YARIN”da… Dün pişmanlıklar yığını; bugün acının beşiğinde sallandığı zamandır. Yarın ise ölüme açılan bir kapı, ölüme bir göz kırpmadır. Selim Işık, eceli ile ölmeyecek kadar tutunamadı bu hayata. “Ya bırak Allah aşkına. Altı üstü bir roman karakteri, kurgusal bir metindeki şahıslardan biri; çok abartmıyor musun?” diye düşünebilirsiniz. Oğuz Atay’da kurgu, gerçeğin damıtılmış halidir. İroni ise damıtılmamış gerçek. Biz insanlar gibi roman kişileri de kaderlerini yaşarlar. Öyle anlar olur ki roman kişilerini gerçek hayattaki kişilerden daha çok sever, daha çok nefret edebiliriz. Selim Işık, tabancayı alnına dayadığında namlunun soğuk dokunuşunu okuyucunun teninde hissettirir. Şöyle ki: Kelimeler; insanı yalnızca okşamaz, birer ok gibi teninde yaralar bırakabilirmiş. Selim Işık intihar ettiğinde 28 yaşındadır. Peki, neden bu genç yaşında hayatın doyumsuz lezzetlerini tatmak yerine ölümle doyuma ulaşmayı seçti? Çünkü bu dünya selim ve selim gibilerin (tutunamayanların) yaşayabileceği bir yer değildi. Selim; kırılgan, saydam bir kalbe sahiptir. Goethe’nin de dediği gibi “Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir.” Yeryüzünde cehennemi yaşamaktansa ölümün bilinmez girdabına sürüklenmeyi seçer Selim Işık. O “Bunca bettim orada” sözüyle kaybetmek için oturmuştur yaşam denilen masaya. Yaşarken zihni, hayalleri, umutları kısacası herşeyi açıkta kalmıştır fakat öldükten sonra onu teselli eden bir şey vardır: “Birgün ölürse, ona bu vatan bir mezar yer verecek.” Tetikle yaşam arasında gidip gelen Selim, entellektüel bir bocalamayla varlığını sorgular. Turgut, Süleyman, Esat, Metin ve Günseli ile arasında geçen konuşmalar, birer diyalog olmaktan öte ontolojik düzlemde kendini bulma çabasıdır, hatta çırpınışıdır. Kendini bulma yolunda çırpınan Selim, sosyal ve psikolojik zeminin kaygan yapısı nedeniyle zihinsel bocalamalar Yaşar. Selim’in yokluğunu varlığından daha çok hisseden Turgut, ölüm gerçeğini kabullenmekte zorluk çeker. “Gerçekten öldün mü Selim? Bu yalnızlık dolu koca dünyada bütün tutunamayanları öksüz bırakıp gittin mi?” Tüm tutunamayanların ortak alın yazısı, dünyada “ koca bir yalnızlık” çekmeleridir. Selim entellektüel kimliğe sahip burjuva insanını temsil eder. Onun çektiği acılar, Tanzimat’ tan beri gelen kültürel bocalamaların dışavurumu gibidir. Kendini anlatamayan Selim, intiharı seçer çünkü “kendini anlatamama” yolunda en büyük suskunluk hâli intihardır. Selim kendini ele vermeye çekinir. Bu yüzden arkadaşlarının birbirini tanımasını istemez. Kendini ele vermek konusunda o kadar ince bir çizgisi vardır ki Selim’in ona göre “kitaplara itiraflar yazmak, beğenilen satırların altını çizmek, sayfaların kenarına düşüncelerini yazmak Selim’e, kendini ele vermek, insanların ortasında çırılçıplak kalmak gibi geliyordu.” Karşımızda düşünmeden önce düşüncesini temiz ve berrak sularda yıkayan bir Selim vardır. Onu tutunamayan yapan da bu dünyanın kıyısında gezdirip sonra kıyıdan savuran da bu ince ve nahif ruhun katlanamadığı dünyaya isyan edişi değil midir? Kitabın son kısımlarında yer alan ve Selim’in mektuplarında sık sık tekrarlanan iki kelime var: “Korkmak” ve “ Ateş etmek”. Bu iki kelimemin kullanılması asla tesadüf değildir. Anton Çehov’un, “Duvarda asılı bir silah varsa, oyunun sonunda mutlaka patlar.” Anıştırmasını akla getirir buradaki kullanım sıklıkları fakat Selim Işık’ta durum böyle olmaz. Silahın patlayacağı önceden yazılmıştır ve silah yazıldığı gibi patlamıştır. Selim’in umutsuz ve intihara meyilli yapısı, yalnızca ruhundaki hırpalanmışlıkla kendini göstermez. “Kambur duruşu, dağınık saçları ve ütüsüz elbisesiyle Selim, insanı can sıkıntısı ve ümitsizliğe sürüklüyordu.” Eşyanında ruhu olduğunu varsayarsak Selim’in kıyafetlerininde Selim’in ruhunda birer parça taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Selim tüm bu çaresizliğin farkındadır. O kadar farkındadır ki “her gece yatakta bu durumdan kurtulmak için Allah’a yalvarıyordu…” Halinden memnun olmaması, geleneğe ve inanca yöneltir Selim’i fakat bu yöneliş, değişmeyen durumuyla intihara bir adım daha yaklaşmasından alıkoymaz onu çünkü kitaplar ve hayatlar, Selim için birer oyalanmadan ibarettir. Kelimelerle ruhunu, kurşunla da bedenini teslim eden Selim’den kalan boşluk, bu dünya ya çok fazla gelir. Bunun farkına varan ise Turgut ve diğer tutunamayanların yanında bu hikayeye şahit olan okuyucudur. Romanda her ne kadar ironik bir dil kullanılsa da okuyucuya sık sık sorgulamalar yaptıran Oğuz Atay, kurgudan taşmış bir tutunamayan değil midir? Selim’den farkı ise intiharı seçmiş olması değil, ecelin ona bulaşmış olmasıdır. Leitmotiv olmaktan çok insanların vefasızlığının, zalimliğinin Selim’i ve Selimleri birer tutunamayan yapmaya meylettiren o meşhur, meşhur olduğu kadar da yürek burkan serzenişiydi belki de intiharı kaçınılmaz kılan: “BAT DÜNYA BAT!”
Tutunamayanlar
TutunamayanlarOğuz Atay · İletişim Yayınları · 202061,6bin okunma
··
283 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.