Gönderi

II. Dünya Savaşı (1939-1945), insanlık tarihinin en büyük savaşlarından biridir. 62 ülkenin dâhil olduğu savaş, üç kıta ve dört okyanusun sularında gerçekleşti. 40 ülkenin toprağında çatışmaların yaşandığı savaşta 27.000.000’u cephede yaklaşık 65.000.000 insan hayatını kaybetti. Askerî harcamalar 4.000.000.000.000 Dolar’ı aştı, binlerce şehir ve köy yerle bir edildi. Nükleer silahın kullanılması, savaştaki kayıp ve zararı daha da fazla arttırdı. Savaş sonucunda uluslararası arenada önemli gelişmeler yaşandı, güç dengeleri büyük ölçüde değişti. Dünya siyasetinde Batı Avrupa’nın etkisi azalırken SSCB ile ABD ön plana çıktı. Savaş sonrasında Doğu Avrupa’nın büyük bir kısmında Sosyalist rejimler kurulurken Batı Avrupa’nın Orta Doğu ve Afrika’daki kolonileri bağımsızlık elde ettiler. Soğuk Savaş’ın başlaması, BM, NATO ve Varşova Paktı’nın kuruluşu savaşın dolaylı etkileriydi. Savaşın önemli özelliklerinden biri de doğrudan ya da dolaylı sonuçlarının etkisinin hâlâ devam etmesidir. Rusya-Batı rekabeti, Balkanlar ve Orta Doğu’daki gelişmeler, bunun en önemli yansımasıdır. II. Dünya Savaşı, kapsadığı coğrafya, verilen kayıplar ve devam eden etkisi dolayısıyla her zaman ilgi çeken bir konu oldu. Dünyanın dört bir tarafında konuyla ilgili çok yönlü ilmî araştırmalar yapıldı, edebî eserler kaleme alındı, kahramanlık öyküleri yazıldı, sinema ve belgesel filmler çekildi. Dolayısıyla her ülkenin kendi açısından da olsa II. Dünya Savaşı’nı yeterince araştırmış olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye de bu bağlamda bir istisna teşkil etmemektedir. Özellikle son yıllarda Türkiye’de gerek Türkiye’nin savaş yıllarındaki iç ve dış politikası gerekse sergilemeye çalıştığı tarafsızlık tutumu birçok araştırmaya konu oldu. Bu bağlamda belki de tek istisnayı II. Dünya Savaşı ve Türk Dünyası konusu teşkil etmektedir. Hâlbuki çeşitli Türk halkları doğrudan savaşa katıldı, milyonlarca kayıp verdi ve cephe gerisinde ağır işlerde çalıştılar. Sovyetler Birliği içerisindeki Kazan ve Kırım Tatarları, Başkurtlar, Çuvaşlar, Sibirya Türkleri, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Türkmenler, Azerbaycan Türkleri, Ahıska Türkleri, Karaçay-Balkarlar, Gagavuzlar vb. Sovyet Ordusu içerisinde Nazi Almanyası’na karşı ön safta savaştılar ve ortalama olarak bu savaşta askere giden her üç askerden biri hayatını kaybetti. Askere gidemeyecek durumda olanlarla kadın ve çocuklar ise son derece zor şartlarda cephe gerisinde çalıştılar ve savaşın kazanılmasında cephelerde savaşan askerler kadar katkıda bulundular. Aynı şeyi savaşa doğrudan katılan Kıbrıs, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya ve Romanya’daki Türklerle Doğu Avrupa’daki diğer Türk halkları için de söylemek mümkündür. SSCB içindeki Türklerden farklı olarak Doğu Avrupa’daki Türklerden kaç kişinin savaştığını, hayatını kaybettiğini vs. gösteren elimizde belgeler olmasa da buradaki Türklerin de savaşın içinde olduğu ve yaşadıkları ülkelerin ordusunda savaştıkları bilinmektedir. Savaş sonrasında ise Doğu Avrupa’daki Türklerin yaşadığı ülkelerin birçoğunda Sosyalist rejimler kurulunca bölgede yaşayan Türk nüfus, dinî ve etnik baskıyla karşı karşıya kaldı. SSCB ve Doğu Avrupa’daki Türkler ülkelerinin birlikleri içerisinde ön safta savaşmalarına ve binlerce kahramanlığa imza atmalarına rağmen Türklerin savaşın kazanılmasındaki katkıları objektif olarak değerlendirilmedi. Türk askerlerinin kahramanlıkları sıkça görmezlikten gelindi, birçok konu hiç dile getirilmedi. Bunun yanı sıra savaş sonrasında Türk halklarının küçük bir kısmının Nazi Almanyası’nı mevcut durumlarından kurtuluş olarak görerek onlarla işbirliği yaptığı gerekçesiyle Moskova Kırım Tatarları, Ahıska Türkleri ve başka Türk halklarını suçlu suçsuz ayırt etmeksizin topyekün sürgüne gönderdi. Diğer bir ifadeyle Vatan Savaşı’nı (Ruslar, II. Dünya Savaşı’na Büyük Vatan Savaşı demektedirler) verdikten ve galip geldikten sonra bu halklar, vatanlarından mahrum bırakıldılar. II. Dünya Savaşı’nın sonuçlarının yıllar boyunca devam eden etkilerinden biri de sürgün edilen ailelerin ve onların torunlarının hâlâ vatanlarına dönememiş olmasıdır. Bu dramatik insan manzaraları, nesilleri etkileyen ve onların tarihî belleklerinde ciddi acıların oluşmasına yol açan çok derin izler bıraktı.Orta Doğu ve Uzak Doğu’daki Türkler ve onların yaşadıkları ülkeler doğrudan savaşın içerisinde yer almasalar da onlar da savaş ve savaşın neticelerinden önemli ölçüde etkilendiler. Batı ülkelerinin Orta Doğu’daki kolonileri bağımsızlık elde etti, Çin’de rejim değişikliği gerçekleşti. Bütün bu değişiklikler bölgede yaşayan Türk nüfusunu da doğrudan etkiledi. Savaş döneminde tek bağımsız Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti izlemeye çalıştığı tarafsız siyasete rağmen bulunduğu coğrafya ve bölgedeki konumu dolayısıyla tamamen savaşın dışında kalamadı. Ancak yine de her iki cephenin Türkiye’yi savaşa dâhil etme çabasına rağmen Türkiye, savaşı minimum kayıplarla atlatmayı başardı, savaş sonrasında uluslararası arenada gerçekleşen yeniden yapılandırılma sürecinde ise Batı Bloku’nun içerisinde yer aldı. Görüldüğü gibi II. Dünya Savaşı, Türk dünyasını siyasî, ekonomik, sosyo-kültürel ve demografik vs. yönden doğrudan etkilemiş, Türk halkları bütün boyutlarla savaşın içerisinde yer almışlardır. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere II. Dünya Savaşı konusu yeterince araştırılmış bir konu olmasına rağmen Türk halklarının savaşa katılımı, kayıpları, cephe gerisindeki çabaları, savaş sonrasında karşılaştıkları sorunlar yeterince ve bir bütün olarak incelenmediği gibi Türklerin savaş sırasındaki kahramanlıkları ile savaştan galip gelinmesindeki katkıları da görmezlikten gelinmektedir. Bu çalışmanın amacı, konuyla ilgili bu boşluğu kısmî de olsa doldurmak, Türklerin savaştaki kahramanlıkları ile katkılarını ortaya koymak, savaşın neticeleri ile günümüze yansımalarını Türk dünyası açısından değerlendirmektir. II. Dünya Savaşı geçmişten günümüze bir projeksiyon yapıldığında savaşın kavramsal boyutlarını da anlamamızı sağlayacaktır. Savaşların ve buna benzer gayrimedenî olguların, barışın olağanca yüceltildiği günümüzde dahi önlenememiş olması ciddiye alınması gereken bir problemdir ve bunun bir yandan insan tabiatı ve diğer yandan modernite ve postmodernite ile yakın bir bağlantısı vardır. Daha yaşanabilir bir dünya için, tüm dünya milletlerinin gerçek uygarlık anlayışı temelinde samimi işbirliği şarttır. Ancak bütün insanlık tarihi boyunca olduğu gibi, “modern” toplumların hâkim olduğu günümüzde de savaş maalesef kaçınılmaz bir olgu olarak karşımıza çıkacaktır. Bu anlamda savaşların çok yönlü ele alınması, değerlendirilmesi savaş olgusunun geçmişte ve bugün taşıdığı ve gelecekte taşıyacağı önemle ilgili soruları daha anlamlı kılacaktır.Bu çalışmanın ortaya çıkmasında bilgi, birikim ve emeklerini esirgemeyen makalelerin yazarlarına, toplumsal tarih belleği oluşturmak adına projeyi hayata geçirmeye imkân tanıyan Türk Dünyası Belediyeler Birliği’nin Başkanı Sayın İbrahim Karaosmanoğlu ile projenin her aşamasında her türlü desteği sağlayan Birlik Genel Sekreteri Sayın Fahri Solak beyefendilere en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz. Prof. Dr. Nesrin Sarıahmetoğlu Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu
87 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.