Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Şehzade Mehmed’den Fatih Sultan Mehmed’e Osmanlı Devleti’nin yedinci padişahı olan II. Mehmed, 1432 yılında Edirne’de, II. Murad’ın dördüncü oğlu olarak, Hüma Hatun’dan dünyaya geldi. Son derece zeki, enerjik ve hırçın bir kişiliği olan şehzadenin tahsiline, II. Murad tarafından hususî ehemmiyet gösterildi. Edirne Sarayı’nda dönemin mümtaz âlimlerinden dersler okudu. İlk hocası Molla Yegân olup daha sonra, gerektiğinde şehzadeyi dövme yetkisiyle beraber, aynı zamanda bir hekim olan Akşemseddin’in terbiyesine verildi. On bir yaşına girdiğinde, lalası Kassabzade Mahmut, hocaları ve danışmanlarıyla birlikte Manisa’ya sancakbeyi olarak gönderilen Şehzade Mehmed, aynı yıl içinde ağabeyi Alâeddin Ali Çelebi’nin beklenmedik vefatıyla, Osmanlı tahtının vârisi oldu. 1444 yılında babasının tahttan çekilmesiyle, henüz on iki yaşındayken padişah olmuşsa da 1446’da II. Murad’ın tahta geri dönmesiyle tekrar Manisa Sancakbeyliği’ne atandı. 1451’e kadar sürecek bu evrede devlet tecrübesini, bilgi ve donanımını artırmakla meşgul oldu. Şehzade Mehmed’in Grek ve Latin kültürüyle tanışması da bu devreye rastlar. Bazı İtalyan hümanistlerini, Cenovalı, Venedikli ve Napolili birçok yabancı aydını çevresinde toplayan şehzade bir yandan da Yunanca, Latince ve Grekçe öğrenmeye çabalar. Latince ve İtalyanca hocası olan ve modern arkeolojinin kurucularından sayılan Cyriacus’a her gece Roma ve Avrupa tarihi okutur. Şehzadelik yıllarından itibaren hayatının sonuna kadar, Batılı hümanistlerin yanı sıra Bizanslı, Arap, İranlı ve Türk aydınları da yakın çevresinde tutarak onlarla devamlı temas halinde olmuştur. 1204 yılındaki Latin istilasından sonra her yönden olduğu gibi bilimsel ve kültürel yönden de yavaş yavaş kısırlaşan ve canlılığını yitiren İstanbul, Osmanlıların eline geçtikten sonra, kültürel atılımlarla hızlı bir şekilde yeniden canlandırılmıştır. Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u bilgi, kültür ve hoşgörünün hâkim olduğu bir dünya başkentine dönüştürmek istemiş ve imparatorluğu İstanbul’dan başlayarak inşa etmeye niyetlenmiştir. Fatih döneminde kent bilimsel, kültürel ve dinî eserlerle donatılmıştır. Fetihten sonra değişik semtlerdeki sekiz kiliseyi medreseye dönüştürmüş, Mevlana Tusi, Hocazade ve Mevlana Abdülkerim gibi yetkin bilginleri bu medreselere başmüderris tayin etmiştir. İstanbul’un ilk büyük camii olma özelliğini taşıyan Fatih Camii’yle birlikte, camiin kuzey ve güney taraflarına dörder büyük medresede inşa edilmiştir. İnşa edilen sekiz fakülteli Sahn-ı Seman Medreseleri’nin her bir bölümüne on dokuz oda eklenmiş, ayrıca uygulamalı olarak çalışan Darüşşifa’nın için de yetmiş oda tahsis edilmiştir. Padişah, Sahn-ı Seman Medreseleri’nde okuyan talebelerle yakinen ilgilenmiş, zaman zaman derslerine iştirak etmiş, onların tayin ve terfileri hakkında bilgi almıştır. Özellikle tıp, hukuk ve ilahiyat fakülteleriyle dikkat çeken Sahn-ı Seman Medreseleri, dönemin büyük kültür merkezlerinden biri olup günümüzde İstanbul Üniversitesi’nin temelleri bu medreseye dayandırılmakta ve üniversitenin kuruluş tarihi 1453 olarak gösterilmektedir. Bu medreselerden başka padişah, Ayasofya Camii ile Eyüp Sultan Camii’nin etrafına tetimme derecesinde iki medrese daha kurdurmuştur. Vezirlerine de İstanbul’un şenlendirilmesi amacıyla camiler, hanlar ve medreseler kurmalarını emretmiş, bu meyanda Mahmut Paşa, Davut Paşa ve Mustafa Paşalar değişik semtlerde medreseler inşa ettirmişlerdir. Bir dünya imparatorluğu kurmanın birinci şartının, sağlam bir eğitim sistemi oluşturmak olduğunun bilinciyle medrese sistemini tanzim ederek eğitim, diyanet ve hukuk kurumlarını teşkilatlandırmış, İstanbul, Edirne ve Bursa’daki medreselerin müfredatlarını yeniden düzenlettirmiştir. Fatih Sultan Mehmed dönemine kadar Osmanlı medreselerinde, fıkıh, kelam, tefsir gibi ilimler eski klasik usullerde okutulmuştu. Onun döneminde ise klasik ilimlerle birlikte pozitif bilimlere de özel bir değer verilmiş, felsefi ve bilimsel düşünceler desteklenmiş ve teşvik edilmiştir. Padişah din, ırk ve mezhep ayrımı yapmaksızın tüm bilginleri himaye etmiş bu olumlu bilimsel atmosfer sayesinde tüm alanlarda ilerlemeler sağlanmıştır. Avusturyalı Osmanlı tarihçisi Paul Wittek, “Muhteşem kilise Ayasofya’nın korunmasını, yüzyılların yıpratıcılığına karşı muhafazasını, Türklerin üstün mühendislik bilgisine ve iktisadi kaynaklarına borçluyuz. Muzaffer Türkler, İslam dünyasında kemalini bulan yüksek medeniyete sahiptiler ve fetihten sonra bu medeniyetin içinden yeni bir hamle geliştirdiler. Sultan Mehmed kendisi de Ayasofya’yla rekabet eden yeni bir cami ve etrafında sekiz medresesi, hastaneleri ve kütüphanesi ile yeni bir külliye ve İslam âleminden âlimleri çeken yeni bir üniversite inşa ettirdi. Şehrin yeniden imarı yüzyıllar boyunca halefleri tarafından ele alınacak ve muhteşem İstanbul, Asya’nın ve Avrupa’nın geleceğine şekil verecektir.” Alman tarihçi Mordtmann Fatih için, “Dünya tarihinde bir dönüm noktası meydana getirmiş, her iki âlemin kültürünü kendinde toplamış bir insandı.” diyor. Batı kültürüyle doğu kültürünü sentezlemek istercesine hareket ederek, aklî ve naklî bilimlerde söz sahibi olan seçkin âlimleri ülkesine toplamaya çalıştı. Bu bağlamda padişahın Doğulu âlimler ve Batılı filozoflarla kurduğu ilişkileri inceleyerek, vizyonu, dünyaya bakışı, entelektüel kişiliğini daha derinlikli şekilde analiz edebiliriz: Gennadios Skholarios fetihten önce, Konstantinopolis’teki evinde kurduğu akademide Yunan ve İtalyan öğrencilere ders vermekte, İmparator Konstantin’in Katolik Kilisesi’yle birleşme düşüncesine şiddetle karşı çıkmaktaydı. Nitekim 12 Aralık 1452’de Latin Kardinal Isıdoros, Ayasofya’da icra ettiği Roma usulü ayinin ardından Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştiğini halka duyurduğunda, Gennadios’un sert muhalefetiyle karşılaşmıştı. Bu cesur çıkışı ve Isıdoros ile girdiği polemikler onun Ortodoks halk arasındaki saygınlığını oldukça artırmıştı. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un düştüğü günlerde esir edilerek Edirne’ye götürülen Gennadios’u buldurarak İstanbul’a getirtti. Kilise teamüllerine göre patrik seçilmeye uygun olmadığı için, ruhani derecesi yükseltilerek, en son ruhani rütbe olan Havariyyun Kilisesi piskoposluğuna seçildi ve 1454’te Hıristiyan Ortodokslarının başına patrik olarak tayin edildi. Bu hamlesiyle Fatih açıkça Ortodokslardan taraf olmuş, böylece Katolikler ile Ortodokslar arasındaki ayrılıkları derinleştirerek sürdürmeyi tasarlamıştır. Bu politika sayesinde Osmanlılar tüm Hıristiyanların birleşerek Haçlı seferlerine girişmelerini önlemiş, özellikle Balkan coğrafyasındaki Ortodokslar üzerinde daha kolay ve kalıcı bir hâkimiyet kurmuşlardır. Samimi ve açık sözlü bir ilahiyatçı olan Gennadios ile sık sık bilimsel sohbetlerde bulunan Fatih onun ilmini takdir etmiştir. Sultanın Hıristiyanlığın temel akidelerini anlatan bir kitap yazmasını istemesi üzerine kaleme aldığı “İtikatname”sinde Gennadios, Hıristiyanlık hakkındaki temel bilgileri derleyerek padişaha takdim etmiştir. Ayrıca Hıristiyanlık akidesine dair huzurunda Müslüman âlimlerle Patrik Maksim Manuel arasında da bir mübahase yaptırmış ve bu tartışmanın yazılmasını patrikten istemiştir. Fatih’in bu entelektüel ve siyasi araştırmalarını, Hıristiyan filozoflarla diyaloglarını anlayamayan dar görüşlü Papa Pius (1458-1464) padişahın Hıristiyanlığa meylettiği zannına kapılarak 1461’de ona uzun bir mektup yazmıştır. 1469’ da İtalya’da, “Epistola ad Mahometem” başlığıyla yayınlanan papanın mektubu şöyledir: “Bununla birlikte, sizi zamanımızın en büyük, en güçlü ve en meşhur insanı yapacak olan küçük ve önemsiz bir şeydir. Bunun ne olduğunu soracaksınız. Bulmak güç değildir. Uzun boylu araştırmanıza gerek yok. Vaftiz edilebileceğiniz bir avuç su dünyanın her yerinde bulunur. Hıristiyan ayinlerine dönün ve İncil’e inanın. Bunu yapın. Dünyada sizi ihtişam ve ululukta geçecek, güç bakımından denginiz bir hükümdar olmayacaktır. Söz veriyoruz: Sizi Greklerin ve doğunun imparatoru olarak adlandıracağız. Şimdi cebren istila ettiğiniz topraklara o zaman hakkınızla sahip olacaksınız. İslam şeriatını takip ederek başarılı olmanız mümkün değildir. Fakat Hıristiyanlığa dönerseniz zamanımızın en büyük insan olacaksınız.” Orijinal nüshası Vatikan arşivinde mevcut olan bu mektup, bilemediğimiz sebeplerle padişahın eline hiçbir zaman ulaşmamıştır. Zaten olumlu veya olumsuz herhangi bir cevaba da günümüze değin herhangi bir arşivde tesadüf edilmemiştir. XV. yüzyılın önemli hümanistlerinden Silvio Piccolomini, “II. Pius” lakabını alıp da papa olmadan, henüz daha Graz’da kançılarya sekreteriyken İstanbul’un düştüğünü öğrendiğinde düşüncelerini şöyle kaleme almıştı: “Türklerin kılıcı başımızda dolaşıyor. Şimdiye değin evrenin sahibi İtalyanlar idi. Şimdi ise Türklerin imparatorluğu başlamaktadır. Venedik senatosu büyük bir acı içindedir, zira Venedikliler sadece Karadeniz’de değil, Suriye, Girit hatta Adriyatik’te bile dolaşım haklarını yitirebilirler.” 1444 gibi erken bir tarihte, Bizanslı bir arkadaşına Osmanlıların önünde hiçbir gücün duramayacağı kehanetinde bulunarak ileri görüşlülüğünü ortaya koyan Bizanslı tarihçi Kritovoulos da fetihten sonra Fatih’in hizmetine girenlerdendir. Padişah onu 1456’da İmroz Adası’na vali tayin etmiştir. 10 yıl süren valiliğinin ardından Kritoboulos, 1466’da ada Venediklilerce işgale uğrayınca İstanbul’a dönerek, Sultan Mehmed’in resmî tarihçisi olmuştur. 1451-1467 arasındaki Fatih’in icraatlarını kaleme aldığı kitabında; “Sultanın en keskin zekâlı filozoflardan biri” olduğunu belirtir. “Plutarque’ın ‘Meşhurların Hayatları’ isimli eserini Grekçeden Türkçeye tercüme ettirdiğini, özellikle de İskender ve Julius Sezar’ın yaşam hikâyeleriyle ilgilendiğini” anlatır. Bizans İmparatorluğu’nun önemli coğrafyacı ve filozoflarından Georgios Amirutzes, fetihten sonra esir düşmüş ise de değerli bir bilgin olduğu anlaşılınca sultanın danışman kadrosuna alınmıştı. Ancak padişahla yakın ilişkisinden ötürü Avrupalı dindaşları tarafından hain ilan edilmişti. Padişahın matematik, felsefe ve coğrafya danışmanlarından olan Amirutzes, padişahın isteği üzerine Batlamyus’un “Almagest” ini Arapçaya tercüme etmişti. İki oğlundan birisi Müslüman olarak Mehmed adını almış ve Fatih’in emriyle o da İncil’i Arapçaya çevirmişti. Fatih, Batlamyus’un dünya haritasını da incelemiştir. Kütüphanesinde Batlamyus coğrafyasının, Jakobus Anglos tarafından Latinceden yapılmış tercümesine de rastlanmıştır. Padişahın dünyayı tanıma merakından dolayı Topkapı Sarayı bu yıllarda âdeta bir coğrafya akademisine dönüşmüş görünmektedir. Osmanlı padişahının, coğrafya kitaplarına ve haritalara gösterdiği özel ilgi, bazı İtalyan matbaacıların da dikkatini çekmişti. Berlingheri, özenle bastırdığı Batlamyus’un “Geopraphica”sını, padişaha satabilmek için İstanbul’a gelmişti. Fakat Fatih öldüğü için, yeni hükümdar olan Bayezid’le görüşmüş, kitabı babası Fatih için hazırladığını ancak ölümü üzerine kendisine ithaf ettiğini söyleyerek satmayı başarmıştır. Bununla da yetinmeyen Berlingheri, Avrupa’da esarette yaşayan Şehzade Cem’e de yüksek telif ücreti mukabilinde bir kitap daha satmayı başarmıştır. Trabzon’dan Girit’e göç eden bir ailenin çocuğu olan Gergios Trapezountios, 1416 da İtalya’ya yerleşmiş, 1426 da Katolik olmuş; Platon, Aristo ve Demosthenes tercümelerine girişmiş; bazı papalara da hocalık yapmış değerli bir bilim adamıydı. Trapezountios, Hümanizm akımının güçlendiği bu dönemde, tüm insanlığın tek bir güç altında toplanması gibi bir hayalin ancak Türk hükümdarınca gerçekleştirilebileceği umudunu taşıyordu. 1465’te Papa II. Paul’un temsilcisi olarak padişahla görüşmek üzere İstanbul’a geldiyse de görüşemedi. Dönüşte “Sultanın Haşmetine Dair” bir yazı kaleme aldı. Daha önce de yazdığı Fatih’le ilgili yazılar sebebiyle Trabzonlu Kardinal Bessarion’un başkanlığındaki komisyonun kararıyla hapsedildi. Ardından papadan af dileyerek sultana olan övgülerini, onun din değiştirmesi yolunda gerekli gördüğü için yazdığını söyleyerek hapisten kurtuldu. Trapezountios; yazılarından birinde sultana dizdiği övgülerin ardından şunları söylemekteydi: “Tanrı’nın zatınıza bahşettiği bu fırsatı hiç kimsenin yakalayamadığını ve yakalayamayacağını düşünüyorum ve bu sonuca Tanrı size Konstantinopolis’i bahşettikten sonra vardım… Senin zaferinle Tanrı hükümdarlığı sana devretti. Tüm halkları tek bir inanç ve tek bir kilisede toplaman ve seni tüm dünyanın hükümdarı olarak yüceltmek için.”
·
280 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.