Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

558 syf.
9/10 puan verdi
·
5 günde okudu
Sami olmak ayıp değil, Ester olmak da. Hatta vatan uğruna ölmek de ayıp değil.
İnsanın akIı çoğaIdıkça can sıkıntısı artar, der Ateş Fedya Dostoyevski. Çoğu konuda olduğu gibi burda da yanılmamıştır. Hepimiz hayatımızın belirli dönemlerinde bir şeylere sıkı sıkıya bağlanırız, diğer bir deyişle kafayı takarız. O konu üzerinde bir süre durduktan sonra nasıl olduğunu kendimizin de çözemediği biçimde uzaklaşmış halde buluruz kendimizi bir anda. Örneğin benim Dünyalı kardeşlerim bir vakitler saçındaki tokadan ya da kolundaki saatten dahi kıskandıkları, uyku dışında günün her saati görmek istedikleri sevgililerini bir süre sonra görmeyi ya da  kıskanmayı bırakın, ismini dahi duymak istemezler. Başka bir örnek verecek olursak benim Dünyalı kardeşlerim ki buna ben de dahil, bir vakitler delicesine izlediği dizinin oyuncularını sosyal medyada takibe alırlar. Neler yaptığını, gerçekte kimle aşk yaşadığını, nereli olduğu, hangi takımlı olduğunu ki buna ben ilk başta bakarım :( ve bunun gibi çok bilgiye ulaşır. Bir vakit sonra dizi final yapınca her ne kadar ilk başlarda kendini eksik hissetse de bir süre sonra bu durum çoğunun umrunda dahi olmaz ve oyuncuları takibi bırakır. Mesela çocukken erkeklerin oynadığı misket, futbol; kadınların sek sek, ellerini birbirleriyle çapraz olarak çarpıştırdıkları oyun hangi oyunsa o oyun, adını bilmiyorum, evcilik ve benzeri oyunlar.. Benim Dünyalı kardeşlerim bu oyunların müptelası iken şimdi en son oynadığı vakti bile hatırlayamayacak konuma gelmiştir. Mesela klasik olarak  yeni çıkmış şarkıyı üst üste onlarca kez dinledikten sonra aradan zaman geçince bir daha açıp dinlediğimiz pek nadirdir. Gördüğünüz üzere çoğu şeyin en derinine girdikten sonra bir anda kendimizi tekrardan başladığımız noktada bulabilirken siyasete girmiş bir kişi bunu asla yapamaz. Bir kere girdiyse siyasetin içine bir taraf belirler ve bu artık onunla ölümüne kadar sürecek, hiç bitmeyecek bir kavga konumuna gelir. Bugün de siyasete girmiş Selanikli Şehsuvar Sami'ye değineceğiz. Biraz uzatabilirim konuyu; siz her ihtimale karşı çerez ya da bisküvitinizin yanında cola, meyve suyu, ice tea veya fuse tea, ayran ya da şalgamınızı hazır tutun, lazım olabilir. Ahmet Ümit'in Tarih alanındaki ilk deneyimi olmasıyla öne çıkan bu kitabımız; 1926 yılının hüzünlü bir sonbaharında Selanikli müslüman bir genç olan Şehsuvar Sami'nin, Selanikli yahudi olan Ester'e olan sevdası ile vatan sevdası arasında sıkışması, yaptığı seçim sonrası yaşadığı olayların, duyguların seneler sonra bir otel odasında yalnız kalmasıyla kendisini sorgulamasının ardından yazmış olduğu 43 mektuptan oluşuyor. Kitabımız; son nefeslerini veren Osmanlı Devleti'nin sosyal ve siyasî durumuna, Sultan II. Abdülhamit'in istibdatına ki  istibdat denilmesi ne kadar doğrudur bilmem ama bence olması gereken idari şekline, İttihat ve Terakki'nin kurulmasına, Enver, Cemal, Talat üçlüsünün siyasi dönemine ve en çok da o dönemin kültürel yapısına değiniyor. İttihat ve Terakki'nin "Hürriyet" adı altında despot idari olarak adlandırdıkları Sultan II. Abdülhamit'in idaresine yapılan, okullarda "Vaka" olarak öğretilen ama "Darbe" olan olayla birlikte, ipleri eline alan Enver, Cemal, Talat üçlüsünün daha da despot bir idari şekle yönelmesini, hürriyeti daha çok kısıtlamalarını çok şeffaf bir biçimde anlatıyor. Cumhuriyete giden yol olarak adlandırılan bu yolda ne türlü cefaların çekildiği bu kitapta Mustafa Kemal'i de görüyoruz. Okullarda öğretilen tarihin(!) X yılında buraya gitti, Y yılında şunu yaptı, Z yılında şunu getirdi gibisinden olmadığını öğretiyor Ahmet Ümit bizlere. Hayalperest bir iktidar sevdalısı olan Enver Paşa'nın 11 yaşındaki Naciye Sultan ile evlenerek sarayın damadı olduğuna, aslında Mustafa Kemal'in daha önce Naciye Sultan ile evlenme olayının veto edildiğine, tüm her şeye Cemal Paşa'nın sessiz kalmasına, Talat Paşa'nın ne kadar donanımlı olsa da bir çok  yanıldığına, yapılan gizli anlaşmalara, kaybedilen topraklara üzülerek şahit oluyoruz. Kısacası Dünyalı kardeşlerim, Enver Paşa'nın ve Cemal Paşa'nın ve birçok kimsenin  hatıralarına ve Sami'nin yazdıklarına da bakacak olursak, Sultan II. Abdülhamit'e yazık edildiğini görüyoruz. Ve ardından kitabın ön kapağında yazan o yazı geliyor aklımıza: "Devletin derinlikleri, toprağın derinliklerinden daha karanlıktır." Buraya kadar tarihin önemli kişilerinden bahsettik. Şimdi de arka planda kalan bir şahsiyete, kitabın kahramanına, Şehsuvar Sami'ye değinelim. İki ruh taşıyan insanlar Şehsuvar Sami'yi anlarlar. Dolayısıyla beni de anlarlar. Yalnız siz beni değil, Şehsuvar Sami'yi anlamaya odaklanın. İki ruhlu insanlar asla hayata doymaz, kendisini tamamlamaz. Bir yandan vatanı için silah tutar, diğer yandan o ellerle yazı da yazar. Vatanı için haykırır bir yandan, diğer yandan o haykırdığı sesi inceltip şiir de okur. Mesela siyasetin ve savaşın içinde olan birisi olduğuna bakmayın Sami'nin. Aynı zamanda yazma meraklısıdır. Edebiyatı, operayı, tiyatroyu ve Ester'i çok sever. Özellikle de Ester'i... Kendime bu kadar benzettiğim bir kahraman pek hatırlamam aslında. Mesela Şehsuvar Sami vatanı tercih etmesine rağmen Ester'i sevmeyi asla bırakmaz. Ben de Galatasaray uğruna bırakmıştım :D Dolayısıyla  yrılık da sevdaya dahildir onun için. Sami ile bir farkım var yalnız benim. Daha doğrusu iki. Mesela en çok istediğim şey bir mektup aşkımın olmasıydı. Hoş, aşkı çok bulmuşum da  gibi bir de mektup aşkı istiyorum; çok fazla romantik görünüyorum farkındayım ama ilerde yaşlandığımda bir iç çekeceksem ya da yutkunacaksam şayet, bunun için olacak;  Franz Kafka ile Milena'sı, Ahmed Arif ile Leyla'sı ve Sami ile Ester'i gibi bir sevda yaşayamadığım için. Ahmet Ümit'in ilk tarih deneyimi demiştim ilk başta bu kitap için. İlk olmasına rağmen çok başarılı bir eser çıkarmış ortaya. Üstelik sadece mektuplarlardan oluşan bir roman çıkarması ve 500 küsür sayfalık olması, ayakta alkışlanacak bir başarı. Bu sefer hiç sıkmamış okuyucuyu. Muhteşem bir kültür aktarımı yapmış. Bilinmeyen kelimeleri de son sayfaya eklemesi  ve kaynakçası da çok hoş olmuş. İlk 200 sayfasında kitabı kaldırıp atmayı düşünürken bu denlice hayran kalmam da çok garip açıkçası. Benim için kitap Sultan II. Abdülhamit ile Sami'nin karşılaşması ve edebiyat konuşmasıyla başladı.. Kitabın diline gelecek olursak, sıkmayan, sadeye yakın ve oldukça akıcı bir dili var. Anlamını pek bilmediğimiz kelimelere rastlamak mümkün çünkü dönemin diliyle yazılmış mektuplar. Bunun için kitabın arkasında sözlük var. Dünyalı kardeşlerim, kitabı okuduktan sonra bir şeyin farkına varabiliyorsanız şayet, Ahmet Ümit'in vermek istediği mesajı anlamış olacaksınız. 100 yıl önce yaşanan olayların şimdi yaşanan ya da 20, 30, 40, 50 sene önce yaşanmış olaylardan hiçbir farkı yok. X kişisinin gelmesiyle bahar gelecek, Y kişisinin gelmesiyle ülke düzelecek, Z kişinin gelmesiyle her şey güzel olacak demek sadece morfinlenmiş, beynini tuttuğu partiye kiralamış kişilerin düşüncesidir. Bunu maalesef bu platformda alakasız şekilde kitaplardan alıntıların başlık kısmına siyaset ile ilgili bir şeyler yazan kişilerin kendilerini gülünç hale sokmasıyla görüyoruz. Kitabın 142. sayfasında ise bu olay çok güzel dile getirilmiştir. "İktidarı değiştirmek zordur ama daha zoru kültürü değiştirmektir." İktidarın değişmesiyle değil, insanların değişmesiyle, insanların gelişmesiyle sözünü ettiğimiz bahar gelecek, ki böyle olunca da iktidar kendiliğinden değişecek :) Kitapta da geçen Selanik türküsü ile müsaadenizi istiyorum. Buraya kadar gelip, okuyan okurlara da teşekkür ediyorum. Kitaplarla kalın, kitaplarla yaşayın... youtu.be/Ud_UEj9k7ho
Elveda Güzel Vatanım
Elveda Güzel VatanımAhmet Ümit · Everest Yayınları · 201511,6bin okunma
·
7bin görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.