Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Fatih Devrine Genel Bakış 1451’de Fatih Sultan Mehmed tahta çıktığında, Fetret Devrinin neden olduğu buhran atlatılmış ve Ankara Savaşı öncesindeki sınırlara aşağı yukarı yeniden ulaşılmıştı. Osmanlı Devleti; Balkanlar’daki Tuna Nehri ile Doğu Anadolu’daki Fırat Nehri arasındaki coğrafyaya büyük ölçüde yerleşmiş durumdaydı. İstanbul’un Fethi’nden sonra Osmanlı ülkesinin yüzölçümü, vasal devletlerle birlikte hesap edildiğinde, 964.000 km² civarındaydı. Bu toprakların takriben yarısı Anadolu’da, diğer yarısı da Rumeli’deydi. Fatih’in ölümünde ise imparatorluğun yüzölçümü, yine vasal devletlerle birlikte, 2.214.000 km²’ye ulaşmıştı. Bu toprakların dörtte üçü Balkan coğrafyasında olduğundan, imparatorluk âdeta bir Avrupa devleti görüntüsündeydi. Rumeli’deki, Sırbistan, Mora, Eflak, Bosna, Hersek, Arnavutluk ve Boğdan topraklarının fethi, devletin demografik yapısını da değiştirmiş ve gayrimüslim nüfus Müslüman ahaliden fazla hale gelmişti. Rumeli fetihlerinden sonra Osmanlıların bölgede kurdukları yeni düzen, yerel halk ve köylü sınıflar tarafından memnuniyetle karşılanmaktaydı. Fethedilen ülkelerde, daha önceden senyörlerin ve asil sınıfların elinde olan topraklar, Osmanlı Devleti’nin mülkü yapılmakta, köylü üzerindeki ağır vergiler ve angarya hizmetleri de kaldırılmaktaydı. Angaryaların kaldırılarak adil bir vergi sisteminin kurulması, Balkan milletlerinin Osmanlı hâkimiyetini kolayca benimsemelerini ve yeni devletlerine sempatiyle bakmalarını sağlamıştı. Aynı zamanda Ortodoks mezhebine bağlı olan Balkan Hıristiyanları, İstanbul’un Fethi’nden sonra yeniden canlandırılan Ortodoks Rum Patrikhanesi aracılığıyla birleştirilerek Osmanlı himayesine alınmıştı. Yani, Osmanlı Devleti, Balkanlardaki Ortodoks Hıristiyanların hem siyasi hem de dinî hamisi statüsünü kazanmıştı. Böylece Katoliklerin baskısından ve İtalyanların sömürüsünden kurtarılan Ortodoksların, ekonomik yönden de yükselmelerini sağlanmıştı. Binaenaleyh Fatih, Ortodoks ve Katoliklerin birbirlerinden ayrılmalarını temin ederek, Hıristiyan Haçlı dünyasının Osmanlılara karşı topyekûn birleşmelerini de engellemiş oluyordu. Daniel Goffman’ın konuyla ilgili değerlendirmeleri oldukça aydınlatıcıdır: “Osmanlıların yerinden ettiği rejimlerin zaten meşruiyetleri yoktu ve itibarları çok kötüydü. 1204’teki Dördüncü Haçlı Seferi, bu Rum Ortodoks topraklarının çoğuna, yalnızca Katolik dolayısıyla sapkın idareciler oturtmakla kalmadı. Bu Katolik idareciler aynı zamanda yüksek vergiler koyarak ve nefret edilen angarya hizmetlerini yaygınlaştırarak tebaalarını sömürdüler. Bu tür sömürülere Bizans imparatorları da alet oldular. Rum Ortodoks Hıristiyanların Katolik rejimlere duydukları öfke, yönetimleri altında Müslüman olmayanların zenginleştiği Osmanlıların işini kolaylaştırdı. Osmanlılar Katolik ve Ortodoks dünyalardaki dar görüşlülüğü tercih etmediler. Bunun yerine gayrimüslimlerin nisbî özgürlük içinde yaşayıp çalışabilecekleri bir toplum kurarak, Orta Asya’nın eşitlikçiliğinden, katılımcı geleneklerinden ve İslam’ın göreli hoşgörüsünden yararlandılar. Dışlayıcı Hıristiyan devletlerin ezilen halkları böyle bir seçeneği çok daha çekici buldular.” XV. yüzyıldan günümüze kalan el yazmaları incelendiğinde, dönemin Ortodoks kamuoyunun, İstanbul fatihini Bizans imparatorlarının tahtına müstahak bir kişi olarak gördükleri ve kendi hükümdarları olarak benimsedikleri anlaşılmaktadır: “Bu metin yüce amirimiz Mehmed Bey’in hükümdarlığının zamanında yazılmıştır.” “Yazıldı bu metin azametli Müslüman Çarı Mehmed Bey’in şanlı hükümdarlığının 22. yılında. Bu sene Türkler İşkodra’yı zapt ettiler.” “Ve yazıldı bu metin ulu Müslüman çarı hükümdarımız Mehmed Bey’in günlerinde. Bu sene Çar Mehmed Uzun Hasan’la savaştı ki, bu muharebe ile hükümdarımızın iktidarı altındaki arazilere girilmesine meydan verilmedi.” Ünlü Romen tarihçi Nıcolae Jorga, Osmanlı ordusunda uzun yıllar görev yapan Sırp kökenli bir yeniçeriden naklen diyor ki: “Türkler hem kendilerine, hem de din ayrımı yapmadan diğer yurttaşlarına ve vasal ülkelere karşı adildirler. Yılda dört kez Osmanlı memurları, reayanın durumunu kontrol etmek amacıyla ülkeyi dolaşırlar. Fethedilen yerlerde köylülerin toprağı, esnafın dükkânı, tezgâhı veya rahiplerin kiliseleri ellerinden alınmamıştır. Kadı, sadece Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklarda İslam kurallarına göre hüküm yürütür. İsteyen istediği vakitte karar için muhtarlara, rahiplere ve hatta metropolite başvurabilir. Fakir raiyyeti sömürmeye kalkanları en ağır cezalar beklemektedir. Bir köylüden bir tavuk bile çalındığında insanın hayatı tehlikeye girer.” Nicolae Jorga’nın Fatih Sultan Mehmed ve dönemi hakkındaki genel değerlendirmesiyse şöyledir: “ …Yeni imparatorlukta, tıpkı eski Roma zamanlarında olduğu gibi barış hâkimdi. Pax Romana yeniden sağlanmıştı ve buna herkes seviniyordu. Vaat edilen tüm imtiyazlara rağmen, köylüleri ve diğer ahalisini büyük acılar çekmek zorunda bırakan Leh ve Macar feodal gelenekleri, küçük Slav ülkelerindeki sistemin getirdiği huzursuzluklar, tebaasını sürekli olarak sömüren Bizans tekfurlarının ağır baskıları ve sadece kendi menfaatini düşünen İmparator Frederich’in Almanya’sındaki kargaşa ile kıyaslandığında, Osmanlı Devleti’nin ülkeler manzumesi huzurlu ve ferah bir karşıtlık sergiliyordu. Hiç kimse dini ve ırkı sebebiyle korkmak zorunda değildi. Alışkanlıklara ve geleneklere dokunulmuyordu.” Fatih Sultan Mehmed’in Balkanlar dışında giriştiği seferleri askerî, iktisadî ve siyasi amaçlarına göre kategorize edersek şunları söyleyebiliriz: Anadolu’da siyasal birliği gerçekleştirmeye yönelik olarak; Amasra, Sinop, Trabzon fethedilmiş, Karaman ülkesi hâkimiyet altına alınmış ve büyük bir tehdit olarak ortaya çıkan Akkoyunlu ordusu Otlukbeli’nde ağır bir bozguna uğratılmıştır. Karadeniz’de hâkimiyet kurmak ve Karadeniz ticaret yolarının denetimini sağlamak için; Amasra, Sinop ve Trabzon gibi Karadeniz’in güney sahilleri fethedilmiş, Kuzey Karadeniz’de Kırım; Batı Karadeniz’de ise Boğdan ele geçirilmiştir. Ege ve Akdeniz hâkimiyeti amacıyla da; Ege Adaları ile Adriyatik’teki İyonya adaları fethedilmiş, İtalya çıkarması yapılmıştır. Karadeniz, Ege ve Adriyatik’te girişilen deniz seferleri sayesinde, imparatorluğun daha evvelden oldukça zayıf olan donanma gücü önemli ölçüde artmış, devlet denizci bir nitelik kazanmıştır. Osmanlı donanmasının gerçek kurucusu Fatih Sultan Mehmed’dir. 1451’de otuz civarında kadırgası olan Osmanlılar, 1481’de iki yüz elli savaş gemisiyle beş yüz civarında nakliye gemisine sahiptiler. F. Babinger bu muazzam ilerlemeyi “hayret verici” olarak nitelendirerek, Osmanlı donanmasının Avrupa donanmalarına üstün hale geldiğini belirtmiştir. Osmanlı top teknolojisi de Fatih döneminde müthiş bir ilerleme göstermiştir. Modern topçuluğun Osmanlı ülkesinden Avrupa’ya doğru yayılması, bin yıllık feodal düzenin sonunu hazırlamıştır. Aslında ilkel toplar XIV. yüzyıldan itibaren Avrupa’daki savaşlarda kullanılmaya başlanmıştı. Örneğin Yüzyıl Savaşları (1337-1453) esnasındaki Kresy Muharebeleri’nde (26 ağustos 1346) İngilizler böyle bir topu Fransızlara karşı kullanılmışlardı. Osmanlılar ise ilk topu, 1389’daki I. Kosova Savaşı’nda denemişlerdi. Bu ilkel topların kullanılış amacı daha ziyade düşman ordusu üzerinde korku ve panik havası meydana getirerek hayvanlarını ürkütmek eksenliydi. Ancak Fatih, döktürdüğü büyük toplarlaİstanbul surlarını yıkmış ve topları meydan savaşlarında düşman ordusunu imha amacıyla kullanmıştır. Kuşatmada kullandığı “şahi” denen top, o güne kadar görülmemiş bir tesire sahip olup çok üstün bir mühendislik bilgisinin eseriydi. Ayrıca yine kuşatma esnasında geliştirilen “dik mermi yollu havan topu” da bir ilk idi. Diğer taraftan savaş meydanlarında kullanılmak üzere infilaklı toplar da dökülmüştü. Arnavutluk’un sarp kalelerinin kuşatılması için çıkılan seferlerde, malzemeler muhasara bölgesine taşınmış ve toplar süratle kale önünde dökülmüştür. Kritovulos’un da anlattığı bu olay Osmanlılarda topçuluğun geldiği boyutları gösteren ilginç bir örnektir. Türklerin topu çok etkili bir kuşatma ve savaş aracı haline getirmeleri, büyük surların, kalelerin, şatoların yıkılabileceğini ispat etmiştir. Bu gelişmelerin akabinde Avrupalı kralların, derebeylere ve senyörlere diz çöktürmeleri, tüm topraklarını direkt merkeze bağlamaları fazla uzun sürmeyecektir. XVI. yüzyıldan itibaren merkezi krallıklar ve monarşiler güçlenirken, senyörler ise krallara yenilerek topraklarını kaybetmişlerdir. Avrupa devletlerinin siyasi rejimleri değişmiş; feodal sistemin yerini merkezî devlet tipi almıştır. Dünya tarihinin gidişatını değiştiren olaylardan birisi olan Coğrafi Keşifler’in başlamasında da Osmanlıların etkisi olmuştur. Çünkü İstanbul ve Karadeniz’in Türklerin kontrolüne girmesiyle, İpek ve Baharat yollarının denetiminde Osmanlılar söz sahibi olmuş, Avrupa devletleri ticari açıdan Türklere bağlı hale gelmişlerdir. Osmanlı donanmasının Ege ve Adriyatik’teki fetihleriyle, tamamen köşeye sıkışan Avrupalı krallar, Hindistan ve Uzakdoğu’ya doğrudan ulaşabilmek amacıyla, yeni ticaret güzergâhları aramışlar, bu da Coğrafi Keşifler’e zemin hazırlamıştır. Tarihin gördüğü en büyük devlet adamlarından biri olan Sultan Mehmed, hayatı boyunca Osmanlı Devleti’ni gerçek manada bir imparatorluğa dönüştürmek gayesini gütmüş, bu gaye istikametinde fetihlere girişmiş ve köklü teşkilatlanma çalışmaları yapmıştır. Halil İnalcık’a göre, “Fatih, tarihteki imparatorluk kurucularının taşıdığı çok mühim iki özelliği nefsinde cem etmişti: Cihan hakimiyetinin peşinde koşan kudretli bir lider ve geniş vizyon sahibi bir kültür adamı. Bu büyük padişahın tüm fiillerine, devletini her bakımdan dünyanın en üstün ve en güçlü imparatorluğu haline getirme ideali hâkim olmuştur.” Fatih Sultan Mehmed üst düzey bir mareşal olduğu kadar, oldukça mahir bir diplomattır da. Saltanatı süresince Asya ve Avrupa’da bazen dört beş devletle aynı anda savaşmak zorunda kalmış, doğudan ve batıdan düşmanlarınca kendini kuşatılmış olarak bulmuştur. Bu gibi kritik dönemlerde bazen düşmanlarına tavizler vererek, bazen oyalayarak, bazen de birbirlerinden ayırarak, her halükarda amacına ulaşmasını bilmiştir. Osman Bey, Kayı Boyu’ndan bir beylik çıkarmış, Orhan ve Murad Beyler de yaptıkları örgütlenme çalışmaları ile bu beyliği devlete dönüştürmüşlerdir. Fatih Sultan Mehmed ise Osmanlı Devleti’ni bir imparatorluğa taşımış ve İstanbul’u Akdeniz’in merkezi yapmak istemiştir. Devlet yönetiminde güçlü bir merkeziyetçi yapı kuran bu çok yönlü padişah, Anadolu’yu, Rumeli’yi, Balkanlar’ı, Karadeniz’i ve Ege’yi İstanbul merkezli bir devlet bütünlüğünde toplamayı başarmıştır. Modern merkezî imparatorluğu kurmak için hayli çaba sarf eden Sultan Mehmed, öncelikle hükümdarın otoritesini sınırlayan aristokrat Türk ailelerini önemli devlet kademelerinden uzaklaştırmış ve yerlerine getirdiği devşirme kökenli devlet adamlarının mutlak itaatine dayanmıştır. Bu dönemle birlikte Türk aristokrasisi önemli bir darbe yemiş ve imparatorlukta devşirmelerin hâkimiyeti başlamıştır. Nitekim Fatih’in ölümünden sonra başlayan önemli bir darbe yemiş ve imparatorlukta devşirmelerin hâkimiyeti başlamıştır. Nitekim Fatih’in ölümünden sonra başlayan iktidar mücadelesinde Bayezid’i devşirmeler, Cem’i ise Türkmenler desteklemiş, ancak bu mücadeleden devşirmeler galip çıkmıştır. Saltanatının başında, Türk aristokrasinin liderliğini yapan Çandarlı Halil Paşa’yı azlederek, sonraki yıllarda çoğunlukla devşirme asıllı veziriazamlarla çalışmıştır. Fatih Sultan Mehmed’in görev verdiği sadrazamlar arasında en başarılısı olan Mahmut Paşa’nın babası Rum, annesi ise Sırp kökenli idi. Akıncılar tarafından Semendire civarında esir alınarak Edirne’de 1427’de Mehmed Ağa’ya satılan Mahmut Paşa, zekâsının kısa sürede fark edilmesi üzerine Sultan II. Murad’a takdim edilmişti. Saraydaki Enderun Mektebi’nde bir müddet eğitim aldıktan sonra Şehzade Mehmed’in hizmetine verilmişti. Sırbistan’ın ileri gelen ailelerinden birine mensup olan Mahmut Paşa’nın kardeşi Michael Angelovic ise Sırp despotunun önde gelen devlet adamlarından olup Sırbistan’ın Osmanlılar tarafından fethi için çalışan Türk lobisinin âdeta liderliğini yapmıştı. Ayrıca Trabzon Rum imparatoru David Komnenos’un başmabeyincisi olan Filozof Georgios Amiroutzes ile de teyze çocuklarıydı.1455 ile 1467 arasında bulunduğu ilk sadrazamlık dönemi süresince oldukça başarılı işlere imza atan Mahmut Paşa, 1472’de yeniden sadrazam yapıldı. Ancak bir kısım devlet adamlarının Fatih’i ona karşı kışkırtmaları sebebiyle 1474 yılında görevinden alınarak idam edildi. İdamı ilim ve sanat erbabı arasında büyük bir üzüntüye sebep olan Mahmut Paşa halk arasında oldukça fazla sevildiği içindir ki velayet makamına layık görülerek kendisine “velî” unvanı verilmişti. Dönemin Batılı kaynakları ondan; “saraydaki en yiğit ve en âlim adam ” olarak bahsedip bir hayli övmektedirler. Paşanın veziriazamlıktan azlinden sonra dahi tavsiyelerinin alındığını belirtmektedirler. Fatih’in diğer bir veziriazamı olan Mehmed Paşa ise Rum asıllı olduğu için halk arasında Rum Mehmed Paşa olarak şöhret bulmuştur. 1467 ile 1470 arasında görev yapmış ancak halk nezdinde pek de iyi bir izlenim bırakmamıştır. O devri yaşayanlardan birisi olan Tarihçi Âşık Paşazade ahaliye ve özellikle de Türklere pek fena muamele ettiğinden bahisle, padişahın onu “bir it gibi boğdurduğunu” anlatır. Dönemin önemli sadrazamlarından birisi de İtalya fatihi Gedik Ahmed Paşa’dır. Fatih’in Türk kökenli sadrazamlarından olan İshak Paşa’nın damadıdır. Yeniçeri Ocağı’ndan yetişen Ahmed Paşa, Sırp veya Arnavut menşelidir. 1474 ile 1477 arasında sadrazamlık görevini ifa etmiş ve Kırım ülkesinin 1475 yılında Osmanlı hâkimiyetine alınmasında önemli katkılar yapmıştır. Fatih Sultan Mehmed döneminde sadrazamlık yapan Türk kökenli sadrazamlar ise; Çandarlı Halil Paşa, İshak Paşa ve Karamanî Mehmed Paşalardır. Fatih devrinde bir ara donanma komutanlığı, II. Bayezid devrinde sadrazamlık yapan Mesih Paşa ile Otlukbeli Savaşı’nda şehit düşen cesur komutan Beylerbeyi Has Murad Paşa da Rum kökenli idiler. Saltanatının başında Çandarlı Halil Paşa’nın ekibine karşı Fatih’in hep yanında olan ve İstanbul’un fethi konusunda sonuna kadar destekleyen Zağanos Paşa Arnavut kökenli idi. İşkodra kuşatması sırasında Rumeli beylerbeyi olan Davut Paşa da Arnavut’tu. Bir başka Rumeli beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa ise Boşnak’tı. Yavuz Sultan Selim döneminin meşhur sadrazamı Hersekzade Ahmed Paşa, Bosna dükü Stefan’ın oğlu olup Fatih döneminde Osmanlı sarayında yetiştirilmişti. İstanbul kuşatması günlerinde Latinlere karşı yapılan deniz savaşındaki başarısızlığı üzerine azl edilen Amiral Baltaoğlu Süleyman Bey ise aslen bir Bulgar asilzadesi idi. Üst düzey yönetim kademelerinde görev verdiği devşirmeler sayesinde mutlak otoritesini artıran Fatih diğer yandan da Kapıkulu ordusunu hizaya getirip yeniden örgütleyerek, mutlak itaate mecbur hale getirmiştir. Ayrıca ordunun en seçkin askerleri olan kapıkullarının silah ve teçhizatını sürekli yenileyip maaşlarını da iyileştirmiştir. Kapıkulu ordusu giriştiği yoğun fetih hareketlerinde Fatih Sultan Mehmed’in yegâne dayanağı olacaktır. Fetret Devrinden sonraki yıllarda âdeta bağımsız hareket ederek iktidar mücadelelerine ağırlık koyan Akıncı uçbeylerini de itaat altına alarak, “gazi hükümdar” kimliği ile onları da gölgede bırakmıştır. Fatih Sultan Mehmed’in kurduğu merkezî devlet modeli, dönemin Avrupa’sında örneği olmayan bir siyasi yapıydı. Yeni Çağda örnekleri artacak olan merkezî imparatorlukların ilk örneğini Osmanlılar, Fatih döneminde inşa etmişlerdir. Onun temel amacı “mutlak bir imparator olarak dünyanın hâkimi olma” fikri etrafında yoğunlaşmıştır. Fetihten sonraki yıllarda İstanbul’da bulunan Jakopo Languschi, sultanın amacının dünyada tek imparatorluk, tek iman ve tek hükümdarlık olduğunu yazar. İbn Kemal “tedbir-i cihangirlik zikrinde idi” diyerek Fatih’in bu cihan hâkimiyeti fikrine işaret etmiştir. Bu doğrultuda İslam dünyasında gazanın mümessili ve İslam memleketlerinin muhafızı sıfatlarını benimsemiştir. Osmanlıların Haçlılar karşısında sergiledikleri performans, kazandıkları savaşlar, yapılan fetihler ve İslamiyet’in Balkan coğrafyasında yayılması, İslam dünyasında büyük bir sevinç dalgası oluşturmuştur. Örneğin İbn Ayas’ın nakline göre; İstanbul’un Fethi’ni müteakip hilafetin merkezi olan Kahire’de yapılan kutlama ve şenlikler günlerce sürmüştür. Mehter Bölüğü halka konserler vermiş, Abbasi halifesinin emriyle camilerde şehitlerin ruhuna dualar edilmiş ve Memluk sultanı, Fatih’e elçiler göndererek Konstantiniyye’nin fethini tebrik etmiştir. Roma İmparatorluğu’nun başkenti ve Hıristiyanlığın doğudaki son kalesi Konstantinopolis’in Osmanlılarca zapt edilmesi, Avrupa kamuoyunda da pek derin akisler hâsıl etmiştir. Fransız Akademisi’nin önemli tarihçisi Rene Groesset, hem İstanbul’un Fethi’ni hem de Doğu-Batı ilişkilerini oldukça geniş bir perspektiften değerlendirerek, derinlemesine bir tahlil neticesinde şöyle yorumlamıştır: “…Osmanlı Türklerinin Bursa’dan Viyana’ya kadar uzanan ilerleyişleri ise 1912’de Edirne’ye kadar çekilmeleriyle son buldu. Sonunda Roma’nın fethini Osmanlılar başardı. Çünkü ardı ardına gelen çok büyük hükümdarlara sahip olmuşlardı. Bu hükümdarlar mukayese edilemez askerlik dehasına sahiplerdi. Ne istediklerinin farkında idiler ve fetihten başka bir gaye taşımıyorlardı. Osmanoğulları Peygamberlerinin seferlerindeki mukaddes idealleri asırlar sonra tekrar canlandırmışlardı.” Fatih Sultan Mehmed, yalnızca Osmanlı hükümdarı olmak iddiasında değildi. O, kendini Roma imparatorlarının da varisi olarak görmekteydi. Giritli bilgin Georgios Trapezuntios, 1466’da Fatih’e; “Kimse şüphe edemez ki sen Roma imparatorusun. İmparatorluğun taht şehrini elinde tutan kimse hukuken imparatordur. Roma İmparatorluğu’nun taht şehri de İstanbul’dur.” demişti. Trapezuntios 1395-1484 arasında yaşamış, 89 yaşında Roma’da ölmüş, fetihte 58 ve bu sözleri söylediğinde 71 yaşında, ne dediğini bilen olgun bir adamdı. Trapezuntios, “Fatih’i Kiros’un, Büyük İskender’in ve Sezar’ın üstünde görmekte ve gelmiş geçmiş tüm hükümdarların en büyüğü ” olduğunu iddia etmektedir. Yine ona göre, “Fatih Roma İmparatorluğu’na son vermiş değildir. İmparatorluk zamanla Pagan, Hıristiyan ve Ortodoks olduğu gibi şimdi de Müslüman olarak devam etmektedir. Fetih güzergâhlarından ve davranışların yola çıkarak bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.”
·
524 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.