Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Çarkı Durdurmak (20.04.2021)
Çark dönmeye, az evvel olduğu yere varmaya, tekerrür ettikçe etmeye devam ediyordu. Bu çarkın su değirmeninden tek farkı, derede değil bataklıkta dönmesiydi. Yarı çürümüş hayvanlarla dolu, kokuşmuş bir bataklıkta...Cemil, bu çürümeye yüz tutmuş hayvanlardan biriydi. Verdiği her nefes, çürümüş uzuvlarının esansı niteliğindeydi. Bu durumdan kurtulması için çarkı durdurması yeterliydi. Ama o, bu fikri gerçekleştirmek niyetinde değildi. Bataklık onu her çırpınışında yavaş yavaş içine çekiyor, adeta soluk almasını istemiyordu. Hiç kıpırdamadan ölmeyi beklemek onun yegane kaderiydi. Cemil, kendinin bu kokuşmuş bataklıkla cezalandırdığını düşünüyordu. Suçunu kendi dahi bilmiyordu fakat onu asmak isteyen çoktu. Çok dil dökmüştü suratsızlara ama nafile. Artık kabullenmekten başka şansı kalmamıştı. Umut adına bir tohum dahi yoktu onda. Kader onun için çoktan örmüştü ağını. En azından Cemil böyle düşünüyordu. Onu, bu kabullenişinde mutmain eden tek şey bağımlılıklarıydı. O, yaşamaya bağımlıydı, ama bunun henüz farkında değildi **** Cemil, sekiz saatlik anlamsız ve bir o kadar da yorucu işinden sonra hücresine çekilmişti. O, bir odalı evine hücre demeyi yeğlerdi. Dört duvarlı, basık, rutubetten ve sızıntıdan sararmış, sessiz çığlıkların yükseldiği, kelimenin tam anlamıyla hücreydi onun evi. Dünyanın bunaltıcı ve bir o kadar tiksindirici gürültüsünden kaçabileceği tek yer, yine dünyada olan eviydi. Basık duvarların verdiği sıkışıklık hissi Cemile güven veriyor, onu rahatlatıyordu. Tabi bu rahatlıktaki en büyük pay, onun biricik bağımlılıklarıydı. Bu kasvetli, kan emici dünyada onun tek yaşam garantisi bağımlılıklarıydı. Eğer kafasındaki et parçasını uyutamazsa intihar etmeyi bile düşünebilirdi. Tabi onun için yaşamak arzusu düşünsel değil, içgüdüseldi. O, mağaranın dışını tahayyül edecek kapasiteye sahip değildi. Beynini uyuşturmak için kendine saçma ve anlamsız rutinler türetiyordu. Bu bağımlılık niteliğindeki rutinlerin en başında televizyon izlemek vardı. Gerçek yüzleri beş para etmez, maskeli insanların sunduğu programları izlemeden uyuyamazdı. O gün de aynı rutini tekrar etmek için, nemli, kararmış ve çökmüş kanepesine uzanmaya hazırlanıyordu. Ama önce, olmazsa olmaz uyku haplarını almalıydı. Cemil, elinde tuttuğu küçük ilaç kutusunu dikkatlice inceledi. Yıllardır hiç aksatmadan kullandığı uyku haplarıydı bunlar. Hiç düşünmeden otomatikleşmiş bir robot gibi kutuyu açıp hapı almaya çalıştı. Tıpkı beyni gibi boş olan ilaç kutusunu görünce afalladı. Normalde hiç boş bırakmazdı bu kutuyu. Bittikçe yeniler, hatta yenilemekle kalmaz evine istiflerdi. Bugün ne olduysa unutmuştu hap almayı. Şimdiden huzursuzluğu artmaya, bağımlılığı azmaya başlamıştı. Çaresizlik içinde köhne kanepesine yöneldi. Oturmak istese de oturamıyor, alamadığı uyku haplarından dolayı rahatsızlık duyuyordu. Yüzünü yıkayıp bir nebze de olsa rahatlayabilmek için küçük mutfak çeşmesine yöneldi. Kireçli suyla yüzünü kuru yer kalmayacak şekilde yıkadı. Ama hala huzursuzluk, ruhsuz bedeninde kol geziyordu. Acaba yıllardır. görüşmediği o suratsız komşusundan mı isteseydi hapları? Komşusunun geçen yıl solunum yetmezliğinden öldüğünü hatırlayınca bu fikirden vazgeçti. Kalbinde sıkışmalar, kafasında düşüncelerle tekrar kanepeye yöneldi. Uzanmak yerine dik pozisyonda oturmayı yeğledi. İçinde bastıramadığı, iyi mi yoksa kötü mü olduğu anlaşılmayan bir his vardı. Beyni, onun düşünmek istemediği, zaten zorla unutmuş olduğu yaşanmışlıkları hatırlatıyordu. Yaşadığı kötü olaylar, yaptığı büyük hatalar bir bir aklına gelmeye başladı. Ödemesi gereken borçları, tatmin etmesi gereken aç gözlü patronları, her gün muhatap olmak zorunda olduğu beyinden yoksun iki yüzlü insanları hatırladı. Bunlara nasıl katlanabildiğine kendi bile şaşmıştı. İçindeki hissin ona acı verdiğini anladı. Sanki bir şeylerden kurtulmak istercesine etrafına bakınmaya başladı. Kan çanağına dönmüş gözleri, dört duvarlı hücresini boydan boya tarıyordu. Acısı şiddetleniyor, dayanılmaz hale geliyordu. Bir an savaş öncesi sessizliği oldu. Ölüm hissi yavaş yavaş kendini hissettirmeye başladı. Kara bulutların onu yutmaya geldiğini sezdi. İçini amansız bir ürperti kapladı. Aklına yıllardır kullanmadığı defter ve kalemi geldi. Bir anda defterine bir şeyler yazmak istedi. Yazmak istediği şey, sesini duymayan insanlara son bir yakarıştı. Çoktandır görmediği yeşil kapaklı defterini hızlıca açıp yazmaya başladı: "Ne oluyor bana? Ölümü hiç bu kadar kuvvetli hissetmedim. Beni kim kurtaracak? Yardım edin bana. N'olur yardım edin. Bir kez olsun sesime kulak kesilin. Sizden sahte bir gülüş değil, samimi bir yardım istiyorum. Sadece bir kere... bir kere yardım istiyorum sizden. Biliyorum, böyle bir yardımı hiç hak etmedim ben. Ama sadece bu seferlik affedin beni. İnfazımı geciktirin, lütfen!" *** Cemil bugüne kadar hep uyumuştu. Uyumak, onu hayatta tutuyordu. Nabız çizelgesi onun sayesinde hareketliydi. Fakat uykunun ağır bir bedeli vardı. Zihnine pranga takmak tek şansıydı. O, buna izin verdi. Kendi elleriyle taktı ağır, hantal demirleri kafasına. Hayatta kalmak istiyordu. Bedeli ne olursa olsun hayatta kalmak... Şimdi ise uyanıklık, onun yegane kaderi olmuştu. Demirler halka halka zihnini terk etmeye başlamıştı. Acının ve huzursuzluğun sebebi de buydu. Ölüm kalım savaşı başlamıştı. Ya var olacaktı, ya da yok. Başı dönmeye, midesi bulanmaya başladı. Ağrısı ve acısı hat safhaya ulaştı. Sanki birileri büyükçe bir hançerle karnını deşiyormuşçasına çığlık attı. Kimse, ama hiç kimse sesini duymadı. Kendini koskoca evrende yapayalnız hissetti. Zıpkın gibi ayağa kalktı. Hücresinin duvarları üstüne üstüne geliyordu. Tüm rutubeti ve soğukluğu, bir daha dönmemek üzere çekilen kanın akmadığı damarlarında hissediyordu. uyuşukluğun ve umursamazlığın hiçlik kuyusuna attığı bütün duygular bir bir ortaya çıkıyordu. Acı, keder ve anlamsız şekilde gelen buruk bir mutluluk hissi bütün bedenini sarmıştı. Uyuşukluk, ayak uçlarından başlayarak vücudunu terk etmeye başlamıştı. Hissediyordu. Bütün vücudu karıncalanıyor, tüyleri hazır ol da bekleyen bir tabur asker gibi dimdik duruyordu. Hücresinin duvarları üstüne üstüne geliyordu. Kaçabileceği, kurtulabileceği bir delik arıyordu. Televizyondaki maskeli insanlar onu şaşkın bir ifadeyle izliyorlardı. Kaçabilecek bir yer olmadığını kavrayınca tekrar istemsiz bir şekilde bağırmaya başladı. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu üstüne gelen duvarlara. Boğazı yırtılırcasına bağırıyor, bir an bile sesi kısılmıyordu. Duvarlar, bu kuvvetli ses karşısında dayanamayıp geri çekilmeye başlamışlardı. Cemil, var gücüyle bağırmaya devam ediyordu. Zihninde hissettiği acı, her saniye katlanarak artıyordu. Kurtuluş hissi, ölüm hissine ağır basmıştı bir ker. Canı yanıyordu ama kurtuluyordu. Kurtuluş hissi bütün vücudunu mesken tutuyordu. Umut, yıllardır uğramadığı bu zavallıya, bir daha gitmemek üzere geliyordu. Gözlerinden şelaleyi andıracak şekilde sevinç yaşları geliyordu. Sesi hiç azalmıyor, bilakis şiddetleniyordu. Duvarlar yavaş yavaş yerlerine çekiliyor, rutubet hiç gelmemişçesine yok oluyordu. Cemilin sesi aniden kesildi. Şaşkın bir şekilde etrafına baktı. Yerde paramparça olmuş demir parçalarını gördü. Artık ne olduğunu, ne yaşadığını daha iyi anlıyordu. Odadaki her şey adeta yenilenmiş, kasvetten kurtulmuştu. Güneş, bütün odayı boydan boya tarıyordu. Cemil hiç olmadığı kadar huzur ve umut doluydu. Yaptığı bütün hataları biran evvel düzeltmek istiyordu. Yeni şeyler deneyimleme arzusu, onun yerinde durmasına izin vermiyordu. Uzun süreden sonra hiç bu kadar çalıştırmamıştı beynini. Duyguları ve düşünceleri, uyuşukluğa ve umutsuzluğa adeta darbe yapmıştı. Özgürlük düşüncesi iliklerine yer etti. Cemil, bir kahraman edasıyla ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Hızlı adımlarla eskiden hücre, şimdi ise kurtuluş anıtı olan evini terk etti. Çark, kapı kapanır kapanmaz durdu.
·
264 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.