Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

304 syf.
7/10 puan verdi
Saplantı!
İçerisinde aşk olmayan bir aşk romanı. Saplantı, hastalık belki. Ama kesinlikle aşk değil. Aşk bu değil. Bu olmamalı. Buysa eğer dünya gerçekten kötü bir yer diyeceğim. Hiçbir duygunun olmadığı sadece insanların menfaatleri uğruna 'sevdiği' insanları hapsetmeleri diyeceğim. Adeta bir koleksiyon yaparcasına... Akvaryumdaki balıkları seyredercesine... Ama hoş izlenimler uyandıran bir seyretme değil bu. Balığa karşı güçlü olma duygusu, onun içeride kendinin dışarıda oluşuyla bir tür tatmin duygusu. Ya da daha çok bir kelebeği kendi pis zevklerine alet ederek avlayan bir kelebek koleksiyoncusunun hisleri diyelim. Kitabın konusuna geçmeden önce kitaba çok sevdiğim ve kitap seçimlerine güvendiğim bir kanalın önerisiyle başladığımı ve keşke,  onun lafını dinleseymişim de ilk Shakespeare'ın Fırtına kitabını okusaymışım adlı pişmanlığımı belirteyim. Size önerim ilk Fırtınayı okuyup hemen ardından bu kitabı okumanız. Kitabın konusundan bahsedecek olursam; saplantılı (hastalıklı) bir aşık olan Ferdinand' ın bir bahisi kazanmasıyla başlıyor hikâye. Kazandığı bahisten yüklü bir miktar para alan Ferdinand çalıştığı iş yerini ve çoğu şeyi terk ederek (halası ve kuzeni dışında kimsesi olmadığını düşünürsek çok da bir şeyi ardında bırakmıyor aslında) aynı caddede oturduğu ve birkaç yıldır saplantı biçimini alan bir şekilde sevdiği kızı kaçırma kararı alıyor. Aslında başlarda, kitabın ilk sayfalarında (kaçırma bahsi geçmeden) galiba hoş bir aşk kitabına benziyor dedim. Çünkü masum ve tatlıydı kitabın ilk sayfaları. Ta ki kızı kaçırana kadar. Kızdan da (Miranda) bahsedecek olursak; henüz liseden mezun olmamış, sanata ilgili ve entelektüel diyebileceğimiz bir tip. Kısa kesecek olursam Ferdinand'ın Miranda'yı kaçırılmasıyla ve gelişen olaylarla devam eden bir kitap. Konusu dışında beni en etkileyen nokta Miranda' nın düşünceleriydi. Klişe olacak ama Miranda'yı kendime çok yakın buldum. Kağıda döktüğü her düşüncede (kitabın bir kısmı Miranda'nın günlüğünden oluşmakta) haklı buldum onu. Çünkü Miranda sadece bir kaçırma hikâyesindeki kurban değil. Miranda'nın gerek kaçırılmadan önceki hayatındaki gerekse kaçırıldıktan sonraki hayatındaki düşüncelerine hayran oldum. Düşünen, gerçekten düşünen bir insan Miranda. İçindeki o sanat aşkı, yaşama sevinci ve sıradan insanlara duyduğu tiksinti (kulağa kötü geliyor olabilir fakat okurken hak veriyorsunuz) olsun tam bir (kendi deyişiyle) azınlıktı. Hani şu düşünen azınlık var ya, ondan bahsediyorum. Cahil ve eğitimsiz insanların korktuğu azınlık. Bence çok tanıdık geldi size. "Eğitimsizden ve cahilden nefret ediyorum. Kendini beğenmişten ve sahteden nefret ediyorum. Kıskançtan ve kızgından nefret ediyorum. Kabadan, sıradandan ve alçaktan nefret ediyorum. Kalın kafalı ve küçük olmaktan utanç duymayan bütün kalın kafalı ve küçük insanlardan nefret ediyorum." Böyle şikâyet ediyordu Miranda insanlardan. Ne yazık ki azınlığı Miranda, çoğunluğu Caliban oluşturuyor dünyada. Herkes şuan Miranda gibi düşündüğünü iddia edebilir. Ben bile iddia ediyorum. Ama ne kadar Miranda'yız? Gerçekten ne kadar onun gibi düşünüyoruz? İçimizde bir Caliban yatıyor bence (Caliban Miranda'nın şikâyet ettiği özelliklere sahip kişi). Kalın kafalı ve sıradanız hepimiz, keşke azınlık olan tarafta olsak, okuyup düşünen insandan korkmasak belki Calibanlar azalır o zaman, ve belki Mirandalar Calibanlara kurban gitmez artık. İncelememi son bir alıntıyla noktalıyorum. "Daha yaşlıyım çünkü öğrendim, daha gencim çünkü kendimi yaşlıların bana öğrettikleri bir sürü şeyden arındırdım. Ayakkabılarıma bulaşan bayatlamış fikirlerin bütün çamurundan."
Koleksiyoncu
KoleksiyoncuJohn Fowles · Ayrıntı Yayınları · 20208,4bin okunma
··
5bin görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.