Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

112 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Abbas Sayar’ın ilk kitabı olmasıyla beraber 100 Temel Eser arasında kendine yer bulacak kadar kaliteli bir kitaptır. Söz konusu Yılkı Atı olduğunda 1971 TRT ödülünü de söylemeden geçemeyiz elbette. Bu eserin başkahramanı doru kısrak adında bir attır. Fakir Baykurt eserlerinde de görebileceğimiz gibi Anlatım yer yer İç Anadolu yöresel ağzı oluyor. Bu kitaba bir doğallık kattığı aşikardır kitaba tamamen kendine has bir özgünlük olmasa bile ayrı bir güzellik katmıştır. Romanın başkahramanı Doru kısrak isimli bir at olduğunu söylemiştik. Geçmişinde at yarışındaki başarıları ile birçok paralar kazandırdığı sahibi ilerleyen zamanlarda yani hikâyenin asıl olay örgüsünün geçtiği zamanda onun yaşlanması ve kendisine yük olduğunu düşüncesinden dolayı atımızı kış aylarında yem masrafı gibi çeşitli sebeplerle doğaya yılkı adı verilen başı boş bir at olarak salıyor eğer ki bu yaşlı at bir şekilde ölmez de kışı atlatırsa bahar aylarında tekrardan sahibi onu geri alacaktır. Her ne kadar bunu yapsa da içten içe sürekli bir vicdan azabı çekiyor bu atın sahibi olan İbrahim’in monolog konuşmalarından ve söz konusu Doru olduğunda sinirlenmesi ve konuyu hızlıca kapatma isteği bu konuda bizlere yön gösterir. Atımız bu dönem içerisinde kendisi gibi bir tay doğurmuştur ama yavrusundan da ayrılarak yaşamak onun zoruna gidiyor. Bir şekilde hayata tekrar tutunmaya çalışıyor bu sürede çetin kış ayları, yırtıcı hayvanlar, onu kendi sürüsünde belki tehdit olarak gören ve istemeyen diğer atlar gibi çeşitli olaylar yaşıyor. Burada yazarın atı kişiselleştirmesi oldukça başarılı bir şekilde yapılmıştır. Onun ağzından ve bakış açısından yılkıda kalan bir atın ne çeşit zorluklar çektiğini anlatır. Hikâyenin son kısımlarına gelirken neredeyse ölmek üzere olduğunu görürüz ama belki biraz zorlama bir şekilde Doru kısrak iyi niyetli ve tabiri caiz ise hem “iyilik yap denize at balık bilmezse halik bilir” mantığı ile hem de görsünler yarın öbür gün bu atı ayağa kaldırdığımda “ne kadar iyi bir insanmış.” Desinler diye Hıdır adında bir ihtiyar, onu kendi ahırına alır ve güçten düşen kısrağı yeniden gücünün toplayana kadar bakar ve bahar aylarının gelmesi ve Doru Kısrak’ın tekrardan gücüne kavuşmasıyla birlikte onu tekrardan diğer yılkıların yanına gitmesi için serbest bırakır. Burada köydeki diğer insanların aslında Hıdır Amca’nın o atı sadece derisi için aldığına dair dedikodular ortaya atarlar bu insanların çıkar gütmeden bir şey yapmayacağına inanmalarından ya da kendilerinin böyle olmasından kaynaklanır, ki haksız da değillerdir. Tekrardan güçlü bir şekilde diğer yılkıların yanına gider. Bu süreçte bahar geldiği için artık yılkıya at bırakan bırakan herkes birer ikişer yılkıya bıraktığı atların ölüp ölmediğini kontrol etmek ve ölmediyse onu geri getirmek için yılkıların bulunduğu yerlere gider. İbrahim, yani Doru Kısrak’ın sahibi yılkının içinde kısrağı gördüğünü söyleyen bir iki insanın sözü üzerine büyük oğluyla beraber onu yakalamak için gider onu yakalamak için de yavrusunu kullanacaktır. Ancak yavrusuyla kavuştuktan sonra sahibi İbrahim’in elinden kurtulan Doru kısrak ve yavrusuyla beraber kaçar ve doğada diğer özgür atlarla beraber yaşarlar. Kısaca atımızın hayatta kalma mücadelesi denilebilir, hikayemiz iyi olanın kazandığı kötünün kaybettiği bir öyküdür. Öncelikle eserin köy hayatını detaylı ve gerçekçi bir şekilde okuyucuya gösteriyor. Romanın yazarı olan Abbas Sayar’ın kendi yaşantısının bir parçası olan ve kitabını üzerine inşa ettiği yoksulluk, geleneksellik gibi kavramlarla hem de tasvir ettiği mekâna ve kültüre bizzat yaşamış oluşu sayesindedir. Yapısal olarak baktığımızda yöresel ağzın kullanımı esere ayrı bir tat katar. Bunlarla beraber yoğum doğa betimlemeleriyle doğayı harika bir şekilde anlatılır bu yönüyle Cengiz Aytmatov gibi başarılı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Eser her ne kadar “bir atın yürek burkan üzücü romanı.” denilerek kısaca konuyu toplama ve konuyu bu birkaç kelimeyle kapatılsa bile aslında, bu durum, roman incelendiği durumda bunun aslında bu kadar sığ bir roman olmadığını ve aslında vicdani bir muhakeme ve iyi, kötü çatışması net bir şekilde görülür. Bir tarafta yıllarca üzerinden ekmek yediği at, diğer tarafta ise elindeki kısıtlı imkanlar ile bakması gereken öküzü ve kısrağın yavrusu arasında kalır. Bu romanda maddiyat sebebiyle verilen bir karar olmakla beraber yıllarca ekmeğini yediği Doru kısrağı Anadolu’nun soğuk zemherisine bırakmak istemez. Aslında kısrak halen İbrahim için kıymetlidir bunu onun hakkında konuşurken “gebermek” fiilini kullanamamasından anlayabiliriz. Geçmişte ona para ve saygınlık kazandırmış olmasına rağmen İbrahim’in bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi ve ahırda duran öküz ve Doru Kısrak’ın gelecekte onun yerini alacak kadar umut gösteren bir tay vardır bu durumda, İbrahim “el mahkûm” diyerek onu yılkıya bırakmayı seçer. İki oğluna onu ovaya bırakmasını söylemesiyle Doru Kısrak için sert ve ıstırap dolu bir kış mevsimi başlamış olur. Bu ağır kış mevsimine alışık olmayan ve ahırın sıcak ortamında kış aylarını geçiren yaşlanan bir at için bu durum ölüme eşittir. Ancak tek tehlike soğuk ve zor kış şartları değildir daha tehlikeli olan kurtlar vardır. Yılkıya bırakıldıktan sonra birkaç gün evin kapısında beklese bile, kapının açılmayacağını anlayınca dağdan gelen kişneme sesini takip etmeye başlar ve sonradan iyi dost olacağı Çılkır ile karşılaşır ve sonradan daha büyük bir yılkı topluluğuna dahil olur. Bu ve bundan sonra lider aygır ile arasında geçecek olan olaylarda yazarın başarılı kişileştirilmesi ile okuyucuyu içine çeker bu durumlar yaşanırken atlar üzerinden gösterilen, kazanma, kaybetme, mücadele gibi durumlar tam anlamıyla psikolojik bir inceleme konusu olabilir en basit örnek ile, atlar arasında geçen bu iktidar çekişmesi ve lider olan aygırın kendi yönetimine karşı tehdit oluşturabilecek, potansiyel rakibi olacak olan Doru Kısrak’ı sürekli ezme eğiliminde olması toplumsal açıdan bugün bile görülen bir olaydır. Doru yılkıyla beraber doğa olayları ve diğer tüm zorluklara mücadele ederken aynı zamanda. İbrahim’in de sessizce tartıştığı kendi vicdanı ve sesli olarak tartıştığı aile üyeleriyle olan hesaplaşmaları görülür. Öyle ki karısı ve iki oğlu bazı zamanlar Dorudan hüzün ile bahsederler. Bu durum vicdani olarak İbrahim’i rahatsız ettiği için onları susturmak için bağırır ve otoriter baba figürünü oluşturur. Bu durumda eşi ve çocukları da onu bu konuda suçlarlar. Kendi vicdanını aklamak için “Ben mi icat ettim bu usulü? Biz bizi bildi bileli bu böyle. Ağamın devrinde de böyleydi, dedemin devrinde de böyle… Usul bu!” Bunun, atalardan beri böyle geldiğini ve bunun bu şekilde işlediğini söyleyerek hem ailesini hem de kendini ikna etmeye çalışır. Kendince, kendine haklı çıkarmaya çalışır ve bu şekilde, bu bakış açısıyla bakıldığı durumda haksız diyemeyiz. Kendisi Doruyu yılkıya bırakma işini nasıl çocuklarına bıraktıysa muhtemelen babası da aynı şekilde bu durumu zamanında kendisine bıraktığını düşünmek yanlış olmaz. Bu durum nesillerden nesile geçen bir durumdur ve toplumdaki gelenekçi yapıyı göz önüne koyar, tıpkı yoksulluk gibi bu tür istenmeyen durumlar da ailede nesillerden nesillere aktarılmıştır. Kitabın ilerleyen bölümlerinde güçten düşen ve ölmek üzere olduğu zaman bir umut ile köye dönen Doruya tüm köy halkı acımış ancak sadece konuşmakla yetinmiştir. Tüm bu laf kalabalığı yanında sadece bir kişi ona yardım eder, bu bugün sokakta kocası tarafından öldürülesiye dövülen bir kadına kimse yardım etmemesi gibi hepsi bir köşede “şu adama bak ya zavallı kadıncağızı ne hale getirmiş, öldürecek kadını” demelerinden farkı yoktur. Bu bakımdan bakıldığında bu kitabın toplumsal hayattan bölümler olduğunu gayet net bir şekilde görülebilir. Tüm bu bakışlar ve gereksiz laf kalabalığı arasında sadece bir kişinin çıkar ilişkisi olmadan yardım etmesi, toplumda bulunan nadir iyi kişilerin varlığının bir kanıtı niteliğindedir bizim için. Atı hızlıca kendi ahırına götüren yaşlı adam, İbrahimden ekonomik olarak üst düzey değildi, ancak elinde olan kısıtlı imkanlarıyla ona yardım eder ancak bu iyiliği Doru’yu çok önemsediğinden değil, “İnsanlık nasıl olur görsünler.” “Hıdır Emmi ne iyi adam desinler.” diye yapar. Bu durum bizleri tekrardan bir insanın kendi vicdanıyla mukayese etmeye yönlendirir. Yıllarca ekmeğini yediği atına vefa göstermeyen İbrahim Efendi’ye karşı ailesini zora sokmak pahasına iyi adam rolüne giren, ata yeniden can veren Hıdır Emmi. Bu olayları Doru açısından incelediğimiz durumda o, onu donmaktan kurtaran ve tekrardan sağlıklı bir duruma getirdiği için ihtiyar adama müteşekkir olmakla beraber bir an önce yılkı sürüsüne ve dostlarının yanına gitmek istemektedir. Bahar geldiğinde ve Dorunun kışı atlattığını duyan İbrahim onu tayıyla kandırma niyetinde olduğunu görürüz. Bu tuzağa düşmeyen doru tayıyla beraber ellerinden kaçarlar. Bu son biz okuyucuları bir miktar mutlu eder ve içimizi ferahlatır. Kişileştirme, iç konuşmalar bolca kullanılmıştır. Eser oldukça akıcıdır. İnsanı bir anda Anadolu gerçekliğine götürür. Yörenin dili, kendine has deyişleri, insanının karakteri, toplumsal özellikleri, çiçeği, ormanı, ağacı, dağıyla bir bütün oldurur. Öyleyse diyebiliriz ki Yılkı Atı yoksulluk, geleneksellik, vefa, vefasızlık ve insanlık çerçevesine çizilmiş bir resim, bir nefeste okunabilecek bir Anadolu manzarasıdır
Yılkı Atı
Yılkı AtıAbbas Sayar · Ötüken Neşriyat · 20216,2bin okunma
·
201 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.