Her dönem tartışmalara sebep olmuş, şimdi de linç edilmeme sebep olabilir…1923 yılında, edebi bir tetikçinin elinden çıktığına inandığım korkunç -sözümona- roman.
Roman diyemiyorum çünkü daha önce çok fazla roman okudum. Metin, roman denilebilecek bir derinliğe ne edebi, ne de kuramsal açıdan sahip değil.
Örneğin; Karakterlerin tamamı siyah yahut beyaz. Tek bir gri karakter yok. Edip’in propagandasını yaptığı çağdaş kadın her yönü ile iyi. Dindarlıkta da, insancıllıkta da, düşünce ve felsefesinde de en iyi o. Ancak bu kızın karşısına konumlandırdığı herkes katiyetle siyahlar, iğrençler. Ve bu iğrençliğin tamamı dindar, hacı, hoca, sarıklı, cüppeli, bıyıklı, sakallı, camii cemaatinden insanlardır. Hal böyle olunca edebi bir metinde olmaması gereken bu tezatlık bilinçli okura kitabın didaktikliğini hatta diktalığını ilk sayfalardan belli ediyor. Gerçeklikle kuvvetli doğal bağları olmadığı her halinden belli olan roman, kesinlikle gerçek okuyuculara göre değil. Tek gayesi rejimin kendisini aklamak olan eserin ilkokul seviyesinde okutulduğunu ve hatta ders kitaplarında olduğunu düşündükçe midem bulanıyor.
Peçe üzerine açılan bir diyalogda; Simsiyah, çağın gerisinde kalmış hoca karakteri, peçesiz kadınların Allah’ın lanetini üzerlerine çektiklerini söylerken, onları kahpelikle yaftalıyor ve şeriatın gereği gibi taşlanması gerektiğini sürekli dile getiriyor. Bu kurmaca hacı-hoca tiplemesi yeşil çamın ve sonrasında modern medyanın defalarca kullanacağı tipin aynıdır. Düşünülmesi gerekir. Bu konuda detaylıca fikretmek zaruridir.
Öyle ki, kitapta bu sözde dindar adam, sırf bu peçe takmayan kıza sinirinden, Yunan komutanına kendini satmaya çalışıyor. İşte bu da yine kötüyü kapkara tutma çabası ve o kötü imajlı hocayı okurun (ve filmlerde seyircinin) bilinçaltına işleme çabasıdır.
Rejim (veya yazar) dini kendisi gibi ele almayan herkesi insandışılaştırmak istemiş ve bunu kudreti ölçüsünde fikir, kültür ve sanatta işlemiştir.
Kitapta tahammülümüz aşan bir çok unsur olsa da, şu kısım canımı bilhassa sıktı:
Namus kadının yüzünü açıp açmaması, başını örtüp örtmemesi değildir, din de peçe ve başörtüsü değildir öyle kapalılar vardır ki kapı ardından her türlü rezilliği işlerler, diyor kitaptaki sözde kuvai milliyeci. Onun bu sözü artık bir slogandır. Rejimin istediği yeni Türk kadının sloganı olmuştur.
Ayrıca ben sadeleştirilmemiş orijinal (latin harfleri ile) Metin’i okudum. Kimi sayfalar vardı ki, sayfanın yarısı bilinmeyeceği öngörülmüş, acem kökenli Osmanlıca kelimelerin yerine yeni Türkçe kelimeler yazılmıştı. Dili, ne derece tahrif etmişiz bir kez daha gördüm.