Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

112 syf.
·
Puan vermedi
Türklerin Dostoyevskisi
En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim; Bu bir başyapıt! Peyami Safa da Türklerin Dostoyevskisi. İnsanın tüm dehlizlerine inen ne bir eksik ne bir fazla tahlilleri ile tamamen insanı ve insana dair duyguları çıplaklıkla sergileyen bir roman. Psikoloji biliminin edebiyatı takip ettiğini gösteren en güçlü örneklerden biri. Ve bunu yaparken yazar kelimeleri o kadar ustalıkla ve yerinde kullanıyor ki romandan bir bağlacı kaldırsanız, herhangi bir cümleyi silseniz anlam kaybı yaşıyorsunuz. Bütünü anlatırken zıtlıkları (ikilik, dualite ) bir arada sergilemesi ve aynı cümle içinde tezat kelimeleri birlikte kullanması derinliği ve etkileyici artıran unsurlardan. Tahlillerin sadeliği ve bir o kadar da etkileyiciliği insanı sürükleyici bir anlatım ile baş başa bırakıyor. Özellikle, çoğumuzun ama farkına varmadan ama farkına vararak ( bu ben ) hayatımızın direksiyonunu korkularımıza teslim edişimizin temsili niteliğinde bir hikaye. Bütün bunları yazınca gönül istiyor ki “ Suç ve Ceza “ ne kadar okunuyor ise bu kitap da o kadar okunsun. Keşke, Peyami Safa çağdaşları Freud ve Jung ile ahbaplık yapabilse imiş derken buluyor insan kendini. Ana dili Türkçe olan herkesin mutlaka okuması gereken bir şah-ı eser. ( Yanılmıyor isem çoğunlukla liselerde bu kitap okutuluyor. Ve fakat bu eserin hakkını verebilmek için olgunluk döneminin daha uygun olduğunu düşünüyorum) Gelin detaylara birlikte bakalım; • Zıt kavramları aynı cümlede kullanması ve güçlü bir anlatım yakalaması; “Yüzünde bıkkınlıkla sebatın kavgası var.” “Kendimi çok sevdiğim ân, kendime çok acıdığım ân.” “Birbirimize açıldıkça kapanıyorduk” “Izdırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için, yeni bir sevinç başlıyor.” • Çağdaşı olan analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’un savunduğu ruhun sezgiselliği üzerine kurduğu cümleler; “Bazen etrafımızda o kadar esrarlı bir hadise olur ki ince teferruatına kadar bunu sezeriz, fakat hiçbir şey idrak etmeyiz; ruhumuzun içinde ikinci bir ruh her şeyi anlar, fakat bize anlatmaz, böyle korkunç işaretlerle bizi muammanın derinliklerine atar ve boğar.” “Ah ben ruhumun içindeki o ikinci ruhu bilirim, esrarı gören gözleriyle ve esrarı duyan kulaklarıyla her şeyi sezer ve bana sezdirir ve beni aldatamaz, ah, içim beni aldatmaz.” • İnsanın güven arayışı ve bunu bir çıpa yapma eğilimi; “Kendimi çok sevdiğim ân, kendime çok acıdığım ân. Beni yalnız bu koruyor: Bu aşk, bu merhamet.” “Her bedbaht gibi ben de bu basit nüktede bile bir merhametten, bir teselliden şüphe ettim: Kendi kendime güvenimi o kadar kaybetmiştim.” “Meçhul ümitlere inanmadığım ân, beni kurtaracak şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum. Ümit etmek bile az. Emin olmak ihtiyacı. Yalancı istikbâlin şüpheli vaatlerine değil, teminatına ve senedine ihtiyacım var. Hâlbuki o vaat bile etmiyor ve kendisine beni nasıl karşılayacağını sorduğum vakit, korkunç bir dilsizlikle susuyor. “ • Peyami Safaca aşk; “Birbirimize açıldıkça kapanıyorduk. Önceleri her şeyimizi birbirimize açık anlatırken, sonraları, beni kendime karşı, onu da kendisine karşı hayrete düşüren birçok tereddütler ve hesaplar içinde susmaya başladık. Sohbetlerimize ihtiyaç girdi. Zaman geçtikçe birbirimizi daha çok tanıyacakken, birbirimize karşı yenileşiyorduk. (Bütün bunlar aşka benzer şeylerdir, o vakitler bunu anlamıyordum)” • Freud’un insanın yaratılışı gereği defolu olduğu ve özünde değersiz hissettiği- önce annemizin karnından fırlatılmak, sonra memeden kesilme, sonra kucaktan atılmağın getirdiği en dipteki değersizlik hissi- ve ilk aksilikte yıkılmak zorunda olduğu tezine örnek; “Odadan çıkınca nereye gideceğimi, ne yapacağımı şaşırmıştım. Bütün bu ev, bütün bu insanlar bana yabancı geliyordu. Onları bana tanıtan bütün alakalar, hatıralar bir anda kaybolmuştu.” • Yalanın hayat ile olan dansı; “Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan… Zavallı mürâhik… Nüzhet bana yalan söyledi.” • Hakikat arayışı; “Hakikati seviniz, o da sizi sever; hakikati arayınız, o da sizi arar ve üstüne yalan Çin setleri gibi kalın duvarlar örsün, altında kalan hakikat bir ince iniltiyle, bir hafif rüzgar dalgasıyla, herhangi bir küçük işaretle mevcudiyetini bildirir: “Buradayım!” der.” • Korkularımızın hayatımızın direksiyonunu ele geçirişi; “Korkunun bu en derin nevi dayanılacak şey değil; ızdırabın vukuundan evvel ruhta bir gölgesinden ibaret olan korku, ızdıraptan bin kat daha müthiş. Muhayyilenin ışığına yaklaştıkça ruhta uzanan, büyüyen ve aslından daha korkunç bir gölge.” “Müthiş ağırlığı altında ruhumu deviren korkudan kurtulmak için, felaketin üstüne yürümek istiyorum. Izdıraptan korkmamanın tek ilacı ızdıraptır. Bu ateşi o ateş söndürür.” “Izdırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için, yeni bir sevinç başlıyor: Izdırabın ilacı ızdıraptır. İkisinin hasıl-ı zarbı: Sevinç”
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Dokuzuncu Hariciye KoğuşuPeyami Safa · Ötüken Neşriyat · 2022101,5bin okunma
··
5,3bin görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.