Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

180 syf.
8/10 puan verdi
·
21 saatte okudu
Badiou etiğe döneminin postmodernist düşünürlerinden farklı yaklaştığı için oldukça önemli bir yere sahiptir. Etikten önce yolu bu soruna çıkan ilk sorgulamalara kadar döner. Bugünkü etik her şeyden önce insan hakları ile ilgilidir. Günümüzde etik insanı doğumundan ölümüne dek meşgul edecek, iyiyi merkez alıp kötüyü sınır dışı bırakacak evrensel yasalar dizinidir. Badiou adeta bu tanımdaki her kelimeyi yeniden tasarlayacak ve etiğe dair özgün bir anlayış oluşturacaktır. Buradan yola çıkarak ''İnsan var mıdır?'' sorusuyla başlar. İnsan hakları etiğinin temellerini irdelerken öncelikle Kant’ın doğal hukuk teorisine karşı çıkar. Onun için hukuk yasaları her şeyden önce kötüyü karşısına alır. Fakat esas olan iyiyi önüne almaktır ki iyi, kötüyü yaratır. İnsan hakları kötülük görmeme üzerine yapılanır. Burada Badiou'nün değinmediği fakat çok önemli gördüğüm nokta hukuk devletinde meşruluğun tanımıdır. Ahlaka uygunluğun ne ölçüde meşruluk olarak görülebileceği bizi Sokrates'in meşruluğu konuşturan Diamon'una kadar götürebilecek, düşünülmesi gereken bir sorundur. Bunun gibi bizim kişisel irdelemelerimizle, Badiou'nün söylemek istediklerine daha net bir yol çizebiliriz belki de. O, insanı bulacağımız yerin insanı hayvaniliğe götüren o çizgi olduğunu söylerken biz de ölümü ve ölümsüzlüğü düşünmeliyiz. İnsan hakları Badiou'nün gözünden bir hayatta kalma hakları olmaktan ziyade, insanın tam da hayvanilik çizgisinde duruşunun götürdüğü ölümsüzlüğünü koruma hakları olarak anlaşılmalıdır. Öteki'nin veya bir Başka'nın ontolojik mevcudiyeti konusu da Sartre'dan bu yana devamlı gündeme gelmiştir. 20. yüzyıl sonlarında Levinas bu sorunu daha farklı ele alarak etikle birleştirmiş ve bir öteki etiği yaratmayı amaçlamıştır. Levinas, aynılık ile ötekiliği bir diyalektik tutumla karşılamış ve verdiği çeşitli dini gelenek örnekleriyle yasaların ötekileştirdiği şeylerin aynılığa baskın çıktığını anlatmaya çalışmıştır. Badiou işte bunu Lacancı psikanalizin öteki ve narsisizmi birleştirdiği noktadan ele almaya başlar. Onun gözünden ilk etik deneyim insanın kendisi ile ötekileştiği yönü arasındaki mesafeyi kat etmesinde ortaya çıkar. Badiou'nün Öteki'nin yarattığı bu mesafeye Levinas'ın izinden giderek tanrısal bir etik atfetmesi bu ilk deneyimde eleştirilebilecek noktalardan birisidir. Şüphesiz etiği çeşitli ilkelere dönüştürme çabası çoğu zaman dini bir çabadır fakat esas olan, Badiou'nün ve Levinas'ın fikrinin aksine, bu çabayı tersine çevirmektir. Badiou günümüz etiğini çöpe attıktan sonra onun yerine hakikatler etiğini önerir. Bunun için öncelikle hakikati, Öteki'yi de çöpe atarak Aynı'nın birlikte ortaya çıktığı şey olarak tanımlar. Zira ona göre hakikat, Öteki'yi umursamaz, yalnızca Aynı ile ilgilenir. Bu yüzden de bahsedebileceğimiz tek etik, hakikatlerin etiği olmalıdır. Etik de alanların çeşitli hakikatlerine göre ayrı ayrı incelenmelidir. Siyasetin etiği ile sanatın etiği bir olmamalıdır. Alanlar ve hakikatler de birden fazla özneyi doğurur. İşte Badiou'nün etiğinde bir Özne’nin olmayışı fikri çok önemlidir. İnsanın konumlandığı çizgide onu ölümsüzlüğe götüren şey, farklı hakikatlerdeki etiklere karşı devamlı farklı özneler konumuna gelmesidir. Badiou öznenin ve hakikatin önünü açtıktan sonra hakikatler etiğinin temel yasalarını ortaya koyar. Bunlardan ilki sadakattir. Hakikat sürecinin bir özneye sebep olması gibi, sadakat de bir hakikat sürecine sebep olur. Bir eleştiri olarak bunun tersi düşünülebilir fakat asıl nokta Badiou'nün etik anlayışında hakikat sürecine sadık olmanın önemli bir yeri olduğudur. İkinci yasa ise tutarlılıktır. Onun gözünden tutarlılık, bir hakikat öznesi konumuna gelmiş kişinin kendi benliğiyle olan etkileşimidir. Öyleyse kişi kendi benliğindeyken hakikat öznesi konumuyla öyle bir bağ kurmalıdır ki hakikatler etiğini ihlal etmesin. Kendiliği içine girdiğinde bir yandan da hakikat sürecine yakalanmaktan vazgeçmesin. Badiou son aşamada yeniden yapılandırdığı etik ilkelerinden hareketle iyinin olası bir sonucu olarak gördüğü kötü kavramının bize görünüşlerini açıklamaya girişir. Ona göre Kötü'nün taklit, ihanet ve felaket olmak üzere üç görüntüsü vardır. İlk Kötü olan taklit, özellikle bir siyasi sadakat yaratmak amacıyla kullanılır. Hakikatler etiğinin ilk ilkesi olan sadakatin hakikatin dışında yapılandırılmaya çalışılması taklittir ve bu uzun vadede terörü doğuracaktır. Fakat bundan da önce, insanın hakikat etiğine sadık kalıp kalmama arasında verdiği çatışma onu ihanete götürebilir. Son olarak felaketi ortaya çıkaran şey aslında tam olarak hakikatin kendisidir. Hakikate mutlak bir güç atfetme çabası onu ve beraberinde tüm evreni iyinin ve kötünün ötesinde bir yere taşıma tehlikesi içindedir ki durum bunun tam tersidir. Dünya iyinin ve kötünün aşağısındadır, bu yüzden hakikat tanımlarının ulaşamayacağı bir düzlük bulunmalıdır ki Badiou buna hakikatin adlandırılamayanı ismini verir. İşte tam da bu adlandırılamayanı zorlamak, Kötü'nün son görünüşü olarak felaketin kapısını aralayan şey olacaktır. Badiou'de eleştirilebilecek çok nokta vardır, hiç değinmediğim siyaset felsefesi başta olmak üzere. Örneğin onun hakikatler etiği biraz da bizim hakikati dillendirmemizle ilişkilidir. Hakikatin adlandırılamayanının ne ölçüde mümkün olduğu bizim hakikate uydurduğumuz kılıflar ile ilgilidir. Fakat sanıyorum ki onun gücü tam da bizim onu eleştirebildiğimiz noktalarda ortaya çıkar. Zira onun sözlüğünde de hayranlık eleştirmeye girişmek ile başlar. Kötü yönde dahi eleştirebildiği her kişiliğin onun için ayrı bir değeri vardır. Eleştirdiği noktalardan kendine bir yol çizip Lacan'ı bu yolun merkezine koyuşu da, ona üstat gözüyle bakışının bir açıklamasıdır mesela. Kendisi de kariyerinin başında etiğin saf bir nihilizm ile sonuçlanacağı fikrini göstermek isterken, yoluna çıkan her düşüncesini yanlışlayarak kendi kendisini eleştirme halinde etiğe dair tamamen farklı bir sonuca varır. ''İlkesel olarak her bireyin katılabileceği bir sürece angaje olmayan özne, ikame edilemeyen özne de olamaz.'' Şüphesiz değişim kaçınılmazdır. Sürekliliğin bilinci bize zamanı verir. Bizlere düşen de buna ayak uydurmak ve hakikatler arasında farklı özne konumlarına geçmekten kaçınmamaktır. Zira öznenin dahil olmadığı bir süreci düşünmek bir hayli zor olacaktır.
Etik
EtikAlain Badiou · Metis Yayınları · 2019109 okunma
·
515 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.