Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

322 syf.
9/10 puan verdi
ÖZÜM ÇOCUKTUR...
"Ben okuma üşengeciyim, kitabı bana tek cümle ile anlat" diyen okurlar için hemen minik bir giriş yapıp, kendilerini çok yormak istemiyorum. "Özüm Çocuktur", Anadolu'nun bağrından kopmuş, lakin o bağırla bağlarını hiç koparmamış, onurlu, asil bir Türk aydınının hayat hikayesinin ilk dönemini, kendi ağzından bize aktarmış olduğu 8 ciltlik özyaşam öyküsünün ilk kitabıdır. Şimdi gelelim, ben gibi uzun inceleme okumayı seven, içerik hakkında biraz daha detay isteyen okurlara. Savaşlardan çıkmış ülkemiz vatandaşlarının yorgunluğu, yoksulluğu ve hastalığı ile ekonomik düzendeki değişmelerin sebebiyet verdiği buhranlar, aydınlar üzerindeki baskı politikası, kayırmacılık, yandaşlık ve de siyasi özgürlüklerin kısıtlanması gibi etkenler edebiyatımızda, gerek şiir, gerek roman, gerekse öykü alanında yepyeni bir kuşağın oluşumuna zemin hazırlamıştır : Sadri Ertem, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Aziz Nesin gibi isimlerle başlayıp, süregiden toplumcu gerçekçi edebiyat kuşağı...Bir diğer yandan, tek partili dönemin, 1940'lı yıllarda başlattığı Köy Enstitüleri Hareketi, Türkiye'nin aydınlanma ve gelişmesine ciddi ölçülerde katkılarda bulunmuştur. 1950 sonrası yıllarda ise bu köy enstitülü yazarların, Mahmut Makal ve Fakir Baykurt öncülüğünde bu kuşağa dahil olduklarını görmekteyiz. Ve ben de şimdi burada adını andığım isimlerden Fakir Baykurt'u büyük bir aşkla, şevkle ayrı bir kenara çekmek ve Özüm Çocuktur kitabı bağlamında iki kelam etmek istiyorum...Baykurt'un kendi söylemi ile bu eser, minik Tahir'in Fakir olma sürecini okura sunuyor. Şimdilerde Burdur ilinin Yeşilova ilçesi'ne bağlı olan (o zamanlar Denizli Acıpayam'a bağlı) Akçaköy'de 1929 yılının sıcak bir yaz gününde dünyaya gelir Tahir. Günü tam bilinmeyen bu doğum, anası Karaalilerin Elif'in tabiriyle "arpaların yolunduğu'' güne tekabül etmektedir. Gününü hatırda tutamayınca öyle alalade bir kadın zannetmeyin Elif'i. Okuyarak tanıdığım en güzel, en fedakar, en cefakar, en disiplinli, en anaç analardan biri olarak hafızama çoktan kazındı kendisi. Babası Dütçelerin Kara Veli'ye gelecek olursak...Yemen, Balkan, Cihan, Kurtuluş Savaşı derken, gidenlerin büyük çoğunluğunun dönmediği, dönenlerin ise ya ruhsal ya bedensel bir araz ile döndüğü dönemde, tam tamına on dört yıl askerlik yapmış bir adam. Çocuklarına, bilhassa Tahir'e karşı oldukça ilgili, hevesli, sevgi dolu bir baba. Savaşta şehit düşen kardeşinin ismini vermiş oğluna : "Öldü Tahir, doğdu Tahir! Bu oğlumun adı da Tahir oluversin gali!" Yokluk, yoksulluk, sefalet dizboyu. Ama köy şartları da malum, ekmeğini taştan, topraktan çıkaran bir aile var karşımızda. Varları yokları bir çift öküz, birkaç koyun, bir eşek, üç beş tavuk ki o dönem bunlar beş para etmiyor. Toprakları var sözde ama asıl sahip devlet! Bizzat kendisi anlatıyor Baykurt'un.. "Hasadın sonunda yarısını beyler böler, kala­nıyla devlet ortaklaşırdı. Onda birini parasız pulsuz alırdı: Ofis hakkı diye bir "hak"tı bu. Cumhuriyet kurulunca aşar denilen tahıl vergisi kalktı güya. Cephelerde savaş var, asker aç diye devlet kimi zaman daha çok alıyor. Varsıl yoksul ayırmadığı gibi, az yoksul, çok yoksul da ayırmıyor". Tüm şartlara rağmen, Elif Ana, ocağın üstünden hiçbir öğün eksik etmiyor kaynayan kazanını. Sınırlı da olsa un, yumurta geçiyor eline, olmadı sac üstünde bir yumurta sıdırıp, dürüyor yufka nın arasına, altı çocuk bayram ediyor. İlk acıyı, ilk sevdiceği Ümüş'ün ölümüyle tadıyor Tahir. Babasının, bin para başlık parası istense dahi muhakkak oğluna almaya söz verdiği güzel Ümüş. Bir süre kendine gelemeyen Tahir, ardından babasının kağnıdan düşmesi sonucu ölümüyle karşı karşıya geliyor ama ağlamıyor, yıkılmadım ayaktayım halleri...Yetimliğin verdiği sahipsizlikle, kendini okutma sözü veren dayısının peşinden Burhaniye'ye gider ve bu gidiş onun yetmiş yıllık hayatındaki ilk sürgünü olur... Dayı denen zat, okula göndermek şöyle dursun, en ağır işlerde çalıştırıyor öz yeğenini, dokumacılık mı dersiniz, kaçak odunculuk mu, eşek eşliğinde kilometrelerce mesafeden su taşımacılığı mı? Ya da ateşte kızdırdığı ocak maşasıyla, el kadar bebenin kolunu bacağını dağlaması mı? Suçu ise evdeki şeker torbasından bir avuç şeker yemek! Ah dedim yavrum, ah sahipsizim, ah yetimim... Derken dayının askere alınması ile kazanılan özgürlük! Okuma aşkının her geçen gün daha da artması, köyde birleştirilmiş sınıflarda eğitim, şiire merak, öküz çobanlığı, tarlada tapanda anneye yardım...Özünü özde bulmuş Fakir Baykurt. En çok savaşlardan bir de sancılardan öldü köylülerim, diyor. Oldukça saf, temiz bir çocukluk...İyiyi, kötüyü, doğruyu, yanlışı yaşayarak, tecrübe ederek öğrenmiş. Karşısındaki kim olursa olsun, haklı olduğu hiçbir durumda boyun eğmemiş. Yaşadığı her anıdan bir öykü, bir roman üretmeyi de ihmal etmemiş. Sevgili Orhan Kemal’in bir savını çok beğenir ve desteklerim ben. Türü ne olursa olsun bir edebiyat eserinin öz ve biçem olarak çözümlenmiş olması gerektiğini savunur kendisi. Buradaki öz'den kastı, ''neden bunu yazıyorum, okura ne vermeyi amaçlıyorum?" sorusuna; biçem' den kastı ise "Bunu nasıl yazmalıyım?" sorusuna cevap verebilmek. Bu iki sorunun cevabı da yazarın zihninde açıklığa kavuşuyorsa, o vakit atılan taş, hedef alınan kuşu vurmuş demektir. Fakir Baykurt da, bir otobiyografi olmasına rağmen bu eserinde öz ve biçem konusunu tam layığıyla halletmiş. Her ne kadar, benim edebi gerçekçilik kriterim, yaşanmışlık değil yaşanabilirlik olsa da Fakir Baykurt, 'Gerçekçi bir yazar, en iyi bildiğini yazmalıdır' felsefesinden yola çıkarak eserlerinde hep köyü, köylüsünü ele almış. "Özüm Çocuktur" aracılığıyla, daha çocuk yaşlardan kötülükle, ahlaksızlıkla, namussuzlukla, bayağılıkla ettiği mücadeleye tanıklık ettiğimiz Baykurt, bir yandan kendini anlatırken bir yandan da dönemin Türkiye'sini bizlere yansıtmayı ihmal etmemiş. Sosyal sınıfların farklılıklarını, adalet sisteminin bozukluğunu, gelir dağılımındaki eşitsizlikleri, güçlünün güçsüzü sömürüsünü, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yetersizliğini, toplumsal düzenin çarklarını ve bu çarkların devinimini gün ışığına çıkarmış. Kullanılan dile de değinecek olursam...Kitap çok fazla diyalog içermediği için, klasik Baykurt roman ve öykülerinde alışık olduğumuz yerel ağızların kullanımı çok yoğun değil. Lakin ara ara, anne ve babasının konuşmalarında, başarılı bir stilizaston örneği olarak bir miktar mevcut ki bu da okurun damağında eşsiz bir lezzet bırakıyor. Bir parantez açarak, kişisel olarak edebiyatta hakkıyla yapılmış şiveli anlatımları çok ama çok sevdiğimi belirtmek istiyorum. Şive taklidinin, anlatım ifadesine güç kattığına inancım tam. Zaten köyü, köylüyü anlatan bu çizgideki eserlerde düz bir anlatım, duru bir İstanbul Türkçesi bekleyenler, toplumsallıktan henüz nasiplenmemiş demektir nazarımda... Vesselam, usta yazmış efendim, kendi ekseninde insanı, insanlığı, insan sevgisini anlatmış. Yurdunu, yurttaşlarını baştacı etmiş. Çünkü çocuk yaşlarda bellemiş ki; yurdunun ve yurttaşının mutluluğu demek kendi mutluluğu demek! Yazmayı görev bilmiş, öğretmeyi kutsal saymış. O bunca emek verince bize de okuyup, feyiz almak, onun değerlerinden nasiplenmek düşmüş...
Özüm Çocuktur
Özüm ÇocukturFakir Baykurt · Literatür Yayınları · 2019136 okunma
··
3.615 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Rîndkeş okurunun profil resmi
Hocam klasik olacak eline yüreğine parmağına sağlık 🙏💐🌸🍓🤲💐🌹🌼
Seda okurunun profil resmi
Klasikliğin dışına çıkıp kitabı da okuyacağına ben çok eminim
Rîndkeş
Rîndkeş
Hoca'm, saygılar :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.