Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

484 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Gereksiz yere, anlamsız ve çok uzun bir yorum olacak. Kendim için bir not niteliği olacak. O yüzden bundan sonraki tek bir kelimeyi okuyarak zaman kaybetmeyin. Sadece kitabı bitirdim ve içimdeki anlatamayacağıma emin olduğum duyguyu (bittikten sonra kitabi dakikalarca göğsüme bastırarak düşünüp titrememe, sonra amaçsızca evdeki odalara girip çıkmama en sonunda asla aktaramayacağım bir şeyi anlatmama sebep olan bu duyguyu) eksik ve yarım yamalak bir şekilde buraya bırakacağım. Daha kitabın başlarında "hiç bir şey savaş yılları kadar acı verici olamaz" cümlesiyle aklıma direkt zaten büyük bir korku, nefret ve öfkeyle karışık merakla her gün hakkında yeni bir şeyler ogrendiğim 2.dünya savaşı geldi. Savaştan sonra "ne yazık ki" sağ kalabilmiş olan insanların; özellikle, cesetlerin tepeler oluşturduğunu, insan hayatının hiçliğini gören askerlerin hayatları. Zihinleri. Anıları. Uyku ve rüyaları. 'İntiharları'... Gözümün önünde bir hiçmişçesine onlarca, yüzlerce insan, bir evi, hayatı, oğlu, sevgilisi, kızı, anne ve babası olan onca insan; kimi 20, kimi 30, kimi 50 yıl, tek bir kurşunla, bazılarının fikir ve ideolojileri adına, devriliyordu. Bu korkunçtu. Saniyeler önce yaşayan bedenlerin uzuvları üzerimize yağıyordu. Az önce yaşayan onca anı toprağa gömülüyordu... Hem de insan insana yapıyordu bunu. Ve suçlu-suçsuz 50 milyon insan.. Rakamlar her şeyi basitleştiriyor. Bir şarkıda duymuştum "inan köpek yese kudururdu, insanın etini" diye. Belki bu bazı şeyleri anlatır... Bir salona itiliyoruz. Uzunca bir salon biraz kirli gibi. Tavanda tesisat boruları görülüyor. Biz kaç yüz kişi o borulara bakıyor, suyun akmasını bekliyoruz. Ve bir anda iğrenç bir koku. Duvarlara ve birbirimize koşuyoruz. Bir çukurdaymış gibi gelen yüzlerce çığlık. Saçını yolanlar. Bebek çığlıkları. Bağıra bağıra beynimi kemiren, vücuduma işkence eden bu gazdan kurtulmaya calışıyorum. Duvarları kazıyan tırnaklarımın izleri kalıncaya dek çiziyorum ama hala pis koku var. Kafama sıkmalıyım. Yere yığılıp kurtulanlar var. Keşke bende yığılıp ölsem. Tırnaklarım parçalanmış. Duvarda derin cizikler. Kafamı duvarlara vuruyorum. Son bir çığlık. Yaşayan 5 milyar insana son bir çığlık... Ben bunu size nasıl anlatayım?.. Sadece "insan olduğum için utanıyorum". Yazarken terliyorum. Rakamlar ve sözcükler ne kadar basite indirgiyor her şeyi. Bü yüzden inceleme yapmayı sevmiyorum. Sanki bir şeylere sınır koymuşum gibi geliyor. -- !! SPOILER !! - - Nadia. Sırf "herhangi bir özelliğinden" dolayı, "normal" bir insanin hayatını bir cehenneme dönüştürdüğü onca insandan sadece biri. Yaşadığı yerden kovuluyor. Anne babası öldürülüyor. Asılıyor(idam degil. Bir elbiseyi askıya asar gibi...). Yakılıyor. Onun gibi 769 insan daha 200 kişilik eski püskü bir gemide. Romanyadan yola çıkıyor. Ölümden kaçıyorlar. Tıkış tıkış. 770 kişiye 1 tuvalet. Delirenler. Bebekler. Açlık. Hastalıklar. Soğuk. Istanbul'a varış. Günlerce bekletiliş ve reddedilme. Koskoca denizin ortasında. 45 metre genişlikte ve 60-70 yıllık bozuk ve sahipsiz bir gemide. Hiç bir yere ait olmadan 770 insan. Sadece bekliyorlar. Sonra bir patlama ve 770 can. 770 insan... (Anlatılamaz. Böyle bir vahşet zihnimde gerçekliğiyle hayat bulmuş korkuyla tekrar tekrar yaşıyorum. Ama tek kelime bile yetmez bunu anlatmaya.) Aşık olmayı, aşkı bir türlü anlayamayan bu halimle (aşık olup olmadığımı kavrayamayacak kadar anlayamıyorum. Hiç bir şeye sığmıyor.) orada sevdiğim kadının anlamsız ve insan hayatına değmeyecek saçmalıklar yüzünden acı çekerek son anlarını yaşadığını görüp öldüğünü görseydim... Bilmiyorum. Delirirdim. Sinirden. Nefretten. Öfkeden. Kaybetmiş olmaktan delirirdim. Ama 60 yıl daha bu anılarla, 'öleni özlemek'le yaşamak... -- !! SPOILER !! - - Tüm bu kelimeleri sırf bu kitabı hep hatırlamak adına sadece kendime yazıyorum. Sadece 'kendime' çünkü ben bunları yazarken sanki kendi hayatımı izliyor, biri bams yaşadığım her şeyi izletiyorken ben de heyecanla yazmaya çalışıyorum ama başımı yazmak için her indirdiğimde bir şey kaçırdığımı farkedip izlemeye devam ediyordum. Sonra izledigim kısmı yazmaya kalkışıp, tekrar farkedip izlemeye devam. Bü yüzden hep bir eksik kalıyordu yazarken. Bir şeyleri kaçırıp tam yansıtamıyordum kağıda. Max'in kemanını hiç gitmediğim şişli sahilinde soğuk alacakaranlıkta dalgaların sesiyle birlikte dinlediğimi anlatamadım. O 60 yıldı. Gözümün önünde ölen Nadia idi. Savaştı. Zulümdü. Anıydı. Aşktı. 'Serenade für Nadia'ydı. O anımı hep hatırlayıp asla anlatamayacağım. 'Hayat güzeldir' filmini önermekle beraber, orada burada yasaklanan "Night and Fog (gece ve sis)" adlı belgeseli de hatırladım şimdi. 45-50 dakikalıktı. Ama 10 yıllık acıydı... Yıllar sonra not (11.06.2020): Max'ın keman çaldığı yerde, Șile'de firtinali bir sonbahar gecesinde kamp yaptım. Sonraki gün sabaha karșı defalarca serenade für nadia'yı açıp kayalıklarda amaçsızca dolanmıștım. (Kamp tarihi Kasım 2019'du.)
Serenad
SerenadZülfü Livaneli · Doğan Kitap · 2020136,2bin okunma
··
53 görüntüleme
J, okurunun profil resmi
Harika bir inceleme olmuş. Elinize yüreğinize sağlık. Kitaba gelince bir yıl önce okudum fakat kitapligimda her gördüğümde hissettiğim duyguları tekrar tekrar yaşarım.
Elif Ng okurunun profil resmi
Güzel bir inceleme olmuş, "kitap hırsızı" nı inceleseniz sayfalar yazardınız diye düşündüm.
Birgül Özdemir okurunun profil resmi
İncelemenizi çok ama çok beğendim.Kitabı okurken hissedip de ifade edemediklerim bunlar.Yüreğinize sağlık...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.