Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

"Günlerden bir gün," diye söze başladı Sarı Çiçek. "Kendi kokusuyla gül yetiştirmek isteyen ulu sultanımız toprağa saltanat esansından serpmiş. Ve bahçesini hayat iksiriyle sulamış ki, gülü hiç solmasın. Bir süre sonra açan gülünün adını 'yokluk gülü' koymuş. Kendi kokusundan bağımsız bir kokuya sahip olmadığını gülü hiç unutmasın diye, bu ismi özellikle seçmiş sultan. Bizim ülkede, bir gül sadece kokusuyla varlık sahibidir çünkü. "Bir zaman sonra, kokusunun halkı tarafından bilinmesini isteyen sultanımız, gülünün saray dışına ekilmesini buyurmuş. Saray bahçesinin hayat iksirinden mahrum kalan gülü bir gün solacakmış ama, onun tohumlarından bitecek sayısız gül, sultanın kokusunu ülkenin dört bir yanına taşıyacakmış... " İşte o tohumlardan biten Venüs ve ben, küçük bir köyün meydanına dikiliydik. Sadece sultanımızın kokusunu tanıtmak için açıyor ve sadece onun kokusuna sahip olduğumuz için sevilmeyi bekliyorduk. "Köyümüzde iki tip insan yaşıyordu: Mary gibiler ve başkaları. Mary gibiler, bizim Sultan'ın kokusunu taşıdığımızı fark edebilen ve bunun için daha çok kokumuzla ilgilenen kimselerdi. Başkaları ise onların aksine, yalnızca rengimize, dallarımıza ve taç yapraklarımıza, kısacası göze görünen yüzümüze önem veriyorlardı. "Bir gün tüccarın biri köyümüze yapay güller getirdi. Sahte, cansız ve kokusuz güller... Köy halkının onlara ilgi duyacağını hayatta tahmin edemezdik. Ama çok geçmeden başkaları şöyle demeye başladılar: tüccarda harika güller varmış. Yaprakları ipeksi kumaştan, renkleri hiç solmuyor, üstelik gövdeleri de dikensiz! " Sonuçta, köyde bir sürü gül sattı tüccar. Kısa zamanda köyümüz sahte güller köyüne dönmüştü. Mary gibiler, bu durumu içlerine sindiremeyip yavaş yavaş köyü terk ettiler. Venüs ve ben iki şeyle kala kalmıştık: Sevilme beklentisi ve başkaları. " Bu durumun bize ileride büyük bir felakete sürükleyeceğini kestirememiştik o zaman. Başkalarının sevgisini kazanabilmek için yavaş yavaş kendimizi onların değer yargıları doğrultusunda şekillendirmeye başladık. Onlar gözle görünen özelliklerimize değer verdiklerinden, kokumuza özen göstermeyip dış yüzümüzle ilgilendik daha çok. Daha dik durmaya çalıştık yapay güller gibi, yapraklarımızı daha geç dökmek için çabaladık, hislendiğimizde taç yapraklarımız karışmasın diye ağlamadık. Ve ihmal edilen kokumuz zamanla uçmaya başladı. " Başkalarının beklentisi doğrultusunda şekilden şekile giriyor, renkten renge bürünüyorduk. Büyüyün diyorlardı, büyüyorduk. Açılıp saçılın diyorlardı, açılıp saçılıyorduk. Bizi, görmek istedikleri gibi şekillendiriyor, orada sanki dünyada eşimiz yokmuş gibi övüyorlardı. "Ama aldığımız tüm övgülere rağmen, içten içe sevilmediğimizi hissediyorduk. Bizi kokumuzla ilgilenenler sevebilirdi yalnızca. Çünkü bir gülü gül yapan, kokusudur her şeyden önce. Başkalarının bize karşı duydukları his, olsa olsa beğeni olabilirdi. "Bunu içten içe seziyordum ben. Venüs ise bu durumun farkında değilmiş gibi davranıyordu. Onu uyarmayı denedim. Başkalarının, yatağımıza sızan gözle görülmez bir kurt gibi, yaşamımızı yok ettiklerini söyledim ona. Acilen Mary gibilerin bulunduğu bir yere kaçmalıyız, dedim. Beni dinlemedi bile. Normal değilsin sen, dedi bana. Bir şey diyemedim; doğru söylüyordu. Köyde o kadar çok yapay gül satılmıştı ki, artık normal kabul edilen, bir gülün kokusuz olmasıydı. " Ben Venüs'ü ikna etmeye çalışırken, bir karınca sürüsü bitiverdi yanımızda. Toprağa eşeleyerek şöyle yazdılar: Sizi sizden çalan başkalarına itiraz edin! Venüs onlara şöyle bir baktı ve lanet olsun, dedi. Karıncalar sarmış her yanı. " Venüs'e yardım edemeyeceğimi anlayınca kendi başımın çaresine bakmaya karar verdim ben de. Oradan bir an önce ayrılmalıydım ama, bunu nasıl yapacağımı bilemiyordum. Bilirsiniz, güllerin ayakları yoktur. Böylece, beni meydandan söküp alacak birini beklemeye başladım. "Sonunda geldiler: iri yarı bir adam, sıska bir çocuk ve bir de boz eşek. Çocuk da, Babası da, çok yorgun görünmelerine rağmen, ikisi de eşeğe binmemişti. Açıkçası bu duruma bir anlam verememiştim. " Önümüzdeki ağacın altına çöküp kaldılar. Oğlan, adama, baba, neden böyle oldu, diye sordu. İkimiz de yorgunluktan öleceğiz. " Çok konuşma, dedi babası oğlunun kafasına bir şamar patlatarak. Yaya yolculuk hep böyle olur. "Ama bizim bir eşeğimiz vardı baba. Hem de çok güçlü bir eşek, dedi çocuk. " Kapa çeneni dedim sana! Bilmiyormuş gibi konuşuyorsun. Ikimizde eşeğin üstündeyken, Sen yoldan geçenlerin ne dediğini duymadın mı? 'Şu acımasızlığa bakın, zavallı eşeğe İkisi birden binmişler' demediler mi? Evet, Sen de indirmiştin beni eşekten. Ama en azından sen rahatın, baba. "Yanımızdan geçen bir başkasının, 'Merhametsiz adama bakın, kendi kurulmuş eşeğe, çocuğunu süründürüyor,' dediğini duydum. Tanıyorum o adamı, ağzı gevşektir. Köyde bir duyulursa millet ne der sonra? " Evet, sen eşekten inip beni bindirmiştin o zaman. Ama baba, en azından ben rahattım. " Karşıdan gelenlerin kendi aralarında,' Terbiyesize bak! Babası neredeyse yere yığılacak, kendi eşek üstünde,' diye konuştuklarını duydum. Benim yetiştirdiğim çocuğa kimse terbiyesiz diyemez. Gördüklerini bir anlatırlarsa, millet ne der sonra? " Ama baba! Böyle ikimiz de yaya kaldık. " Sus be akılsız çocuk! En azından milletin dilinden kurtulduk. " Tam o sırada, az ilerideki bir adamın yanındakine, ahmaklara bak, dedi, parmağıyla baba oğlu göstererek. Eşekleri var, ama ikisi de yayan katettiler koca köy yolunu. "Baba kıpkırmızı kesilmişti. Çocuk ise gülümsüyordu. Sanırım anlaması gerekeni anlamıştı. Küçükler anlar. " Çocuğun beni yanına alması için iyice azalmış olan kokumu bütün gücümle havaya saldım; Sultanın kokusunu alan çocuk hemen bana döndü. Çocuklar sultanın kokusunu iyi tanırlar çünkü. Hava iyice kararınca da beni yerimden özenle sökerek, eşeğin üstüne yerleştirdi. "Ayrılmadan önce Venüs bana son kez bakarak Sarı çiçek, dedi. Kokunu korumak için ayrıldığını söylüyorsun ama, bütün kokun uçup gitmiş bile. O bunu söyler söylemez yapraklarımdan bir damla yaş süzüldü. Anladım ki o gece Venüs kokusunu tamamen kaybetmiş. Bir gül, bir diğerinin aynasıdır çünkü; biri diğerine baktığında, ya kendi kokusunu ya da kendi kokusuzluğunu görür. "Ertesi sabah beni fark eden baba, eşeğe bir daha gereksiz şeyler yüklememesi konusunda oğlunu uyardı. Sonra da beni pazar yerine götürüp sattı. Uzun bir süre elden ele dolaştım. Ama sonunda, bir gül sever tarafından, kaybolmaya yüz tutmuş kokumu geri kazanmak üzere bahçenize yollandım. O günden beri çok mutluyum, ama köy meydanından ayrılışımın yıldönümlerinde Venüs'ü düşünmeden edemiyorum işte. " Kısa bir sessizlik oldu. " Eğer sözü bittiyse, Sarı Çiçek'e bir şey söyleyebilir miyim? diye sordu Diana. "Tabii kızım." "Siz gerçek güller, yapay güllerin varlığından epey rahatsızlık duyuyor olmalısınız..." "Neden duyalım ki? dedi Sarı Çiçek, Zeynep Hanım'ın ağzından." Yağay güllerin varlığı, sahici güllerin değerini gösterir. Gerçeği değerli olmayan bir şeyin sahtesini yaparlar mı ki? " Kayıp Gül Serdar Özkan
Sayfa 128Kitabı okudu
·
226 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.