Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

520 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
ASLA KAHRAMANINLA TANIŞMA
Kendini tanıma arayışında olan her genç gibi lise yıllarımdayken benim de rol model aldığım “kahraman”larım vardı. Komşunun oğlunu ya da 3. dereceden akrabanı rol model aldığın kahramanlıklardan bahsetmiyorum. Kast ettiğim şey sosyal medyadan nasibini almış herkes gibi youtube/instagram fenomeni kahramanlarımın olması. Eğlenmek için etrafındaki herkesle dalga geçen ya da kendinden çok sponsorlarından bahseden fenomenler değildiler tabi, kendilerince savundukları fikirleri ve davaları olan insanlardı. Yaşadığım fikren ve hacmen küçük kentin sınırlarına hapsolmuş ben için onlar örnek alınması gereken ulaşılamaz insanlardı. Üniversiteyi kazandığımda yapmayı planladığım şeyler arasında onlarla tanışmak ön sıralardaydı. Üzerinden birkaç sene geçip üniversiteyi kazanınca beklediğim fırsat ayağıma geldi. Bahsi geçen ekip kaldığım yerin yakınlarına konferans vermeye geleceklerdi. Konferanstan önce gidip birebir tanışma ve hareketlerindeki plastikliği tecrübe edip kendi şişirdiğim balonları kendim indirme şansım oldu. Mütevazi olduklarını sanarken burunlarından kıl aldırmaz tavırları ve kamera önündeki samimi akıcı konuşmalarının gerçekte olanla devasa farkı bazı dersler çıkarmamı sağladı. Bugün kahramanlarım değişmiş olsa da edimlerim hala geçerliliğini koruyor : “asla kahramanınla tanışma!” Kahraman deyince sadece insanlar gelmemeli akla; fikirler, sistemler, planlar da kahramanlaştırılabilir. Kahraman, olmayanın idealize edilmesinden başka bir şey değildir. İdealize edilen her şey, pratik hayattaki yansıması gözlendiğinde etkisini kaybedecektir. Fakat yaşamaya devam edebilmek için genellemeler yapmak mecburiyetindeyiz. Hayatta bizim hakim olabileceğimizden çok daha fazla parametre var. Zihnimiz bunların hepsini algılayıp tek bir düzleme oturtma konusunda son derece aciz. Hayatın bu kavranamazlığı karşısında çaresiz kalan insan, belirsizliğin içinde kaybolup gitmemek için elindeki verileri kullanarak, eksik kalan kısımları da kendince genellemelerle tamamlayarak idealize bir evren tasavvur eder. Bu tasavvur zemininde planlar yapar, hayaller kurar. Bu idealize evren, pratik hayata geçirilip ayakları yere bastırılmaya çalışıldığında daima başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Siyasi ideolojiler de, kişisel ilişkiler de, felsefi akımlar da böyledir. Tarih boyunca kağıt üstünde kusursuz görünen ve hayata geçirildiğinde başarısızlığa uğramayan hiçbir ideoloji yoktur. Sistemde daima açıklar zuhur edecektir. Bu açıklardan rahatsız olup düzeni değiştirmek isteyen gruplar çeşitli dönemlerde çeşitli yaftalarla damgalanmış, sürü dışına atılmaya çalışılmıştır. Sistem daima kendini koruma refleksi gösterir ama devrim kaçınılmazdır. Ve asıl kaçınılmaz olan bu devinimin hiçbir zaman bitmeyeceği ve devrimin dışında hiçbir şeyin daim olamayacağıdır. İkili ilişkiler bağlamında baktığımızda aşk da bundan pek farklı değildir. Olmayan bir yare duyulan özlemdir aşk. Var olmayanın yoksunluğunu çekmektir. Sevgi iki kişilik inşa edilen bir yapıyken aşk tek kişilik içine düşülen bir illüzyondur Bundandır o klasikleşen söylevler, "kavuşamayınca adı aşk olur" ya da "evlilik aşkı söndürür". İnsan, yabancı birinde sevdiği birkaç özellik görünce kalan boşlukları kendi tahayyülündeki ideal kadının özellikleriyle tamamlar.Düş dünyasını en çok harekete geçiren şeylerdir biridir aşk, çünkü tamamen düşe dayalıdır. İdeal kadın, gerçek hayatta tanışılan kişiye kıyafet gibi giydirilmeye çalışılır ve sonuç genelde hüsrandır. Neyse ki hüsrandır, bu sayede bu kadar zengin bir edebiyat külliyatına sahibiz. “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular” Attila İlhan Martin de aşkı böyledir. Ruth’u kısa bir akşam yemeğinde görür ve aşık olur. Ruth’la alakalı çok yüzeyel bilgilere sahiptir, dış görünüşü, bulunduğu sınıf, burjuvanın getirdiği ezberletilmiş hal ve tavırları hoşuna gitmiştir. Ruth’un henüz bilmediği özelliklerini de hayalindeki ideal kadın profiliyle tamamlar. Martin Eden üzerine yazılabilecek pek çok konu var. Sınıflar arası statü farkı, toplumun yozlaşması, edebiyatın metalaştırılması, Jack London’un enetelektüel birikimini kitaba yansıtması vb pek çok konu üzerine yazılabilir. Fakat ben genel şeylerden değil, biraz da Martin özelinde konuşmak, beni en çok yaralayan şeyden bahsetmek istiyorum: Martin Eden’in kahramanlarından.. Burjuva kesim Martin’in deniz işçisi olduğu zamanlardan beri hayalini kurduğu, yaşamayı arzuladığı sınıftır. Ve tabi tahayyülündeki kadın da bu sınıfa ait bir kadın olacaktır. Ruth Martin’in bu arzularını körükler. Roman boyunca martin’in hayalini kurduğu sınıfa kendini dahil etme mücadelesini ve bu insanların arasına girdikçe ne kadar yanıldığının farkına varmasını gözlemleriz. Martin kusursuz ve ulaşılamaz olduğunu düşündüğü burjuva kesimini yakından tanıdıkça defolarını görmeye başlar. Hayal ettiği gibi yetkin insanlar olmadıklarını, diplomalarının ve ezberletilmiş doktrinlerin arkasına gizlenmiş küçük beyinler olduklarını görür. Martin çok kısa zamanda onların seviyelerine ulaşır hatta onları geçer. Çünkü o kalıplara sokulmuş bir eğitimi değil, rotasını kendinin belirlediği özgür bir eğitimi tercih etmiştir( ya da tercih etmek zorunda bırakılmıştır). Eğitmeni; basmakalıp fikirleri hatmetmiş dar kafalı insanlar değil, filozofların kitapları olur. Martin, her şeyi sorgular çünkü okumaya her şeye eşit uzaklıktan, sıfırdan başlamıştır. Ruth’un ailesindeki bağnaz fikirleri ve eğitimlerinin yetersizliğini erkenden fark eder fakat Ruth’a karşı gözleri kör kulakları sağır olmuştur. İdealize edip yücelttiği sevgilisinin, eleştirdiği insanlardan bir farkı olmadığını görmek istemez. Çünkü Ruth; sadece sevdiği değildir. Aynı zamanda Martin’e yaşam gayesini veren kaynaktır. Bir amaç uğruna çabalamaya devam etmek için Ruth’un varlığına muhtaçtır Martin. Ki sevgilisi onu terk ettiğinden girdiği bunalımdan bunu çok iyi anlarız. Martin’in ihtiyacı olan Ruth’a kavuşmak değil, onun peşinde koşmaktır. Ruth’un ikiyüzlü ve kof karakterini zamanla Martin de tecrübe eder, o andan itibaren artık Martin Ruth’u istemez. “Onu gerçekten sevmediğini şimdi anlamıştı. Sevdiği şey Ruth değil, idealize ettiği, kendi kafasında yarattığı uhrevi bir şeydi; kendi aşk şiirlerindeki ışık saçan ruhtu. Hakiki Ruth'u, sınıfının tüm o kusur ve zaaflarını taşıyan, o sınıfın psikolojisinin umutsuz sınırlarıyla kısıtlanmış burjuva Ruth'u hiç sevmemişti.” (s.460) Martin sadece aşkını değil, hayat tutunduğu dalı da bırakmış olur. Hayatın anlamsızlığı tokat gibi yüzüne çarpar. Ne para, ne şöhret anlamlıdır artık. İçindeki o boşluk asla doldurulamayacak bir vaziyet alır. O andan itibaren Martin için hayat, nefes alıp verme zorunluluğundan başka bir şey değildir. Ölürken bile, acı çekmesine sebep olan şey ölümün kendisi değil, yaşamın son kırıntılarıdır. “Sonra acı çekme ve boğulma aşaması geldi. Bu acı ölüm değildi, sersemlemiş bilincinde bocalayarak dolaşan düşün- ceydi. Ölüm acı vermezdi. Hayattı, hayatın sancısıydı bu feci, bu insanı boğan his. Hayatın Martin'e vurduğu son darbeydi.” (s.480) Martin’in hatası kahramanlar edinmesi değil, kahramanlarıyla tanışmasıdır.
Martin Eden
Martin EdenJack London · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202391bin okunma
·
298 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.