Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Vay Vay Vay...
“Yolumun her durağında, yürüdüğüm mesafenin, göze aldığım mesafe yanında kısa kaldığını anlayacak bir hazırlığım vardı. Bu hazırlığı da doğuştan getirmedim, dünyadan aldım. Hazırlığımın, bugün de beni ayakta, aklı başında tutan hazırlığımın özelliği ikidir: Kadirşinas itaatsizlik ve tevarüs edilmemiş asalet. Çocuk yaşlarımda hayatımı çekip çeviren büyüklerin zekâ, bilgi ve ahlâk bakımından kendilerine kayıtsız şartsız teslim olunabilecek yeterliği gösteremediklerini kavramıştım. Büyüklere itaatin haklı bir sebebi olamazdı, çünkü birçok şeyi anlayamıyorlar, birçok şeyi bilmiyorlar ve birçok şeyi doğru yapmıyorlardı. Büyüklere düşmanca davranmanın da haklı bir sebebi yoktu, çünkü çocuklara karşı yardımsever dostluk gösteren onlardı. Böyle bir bakış açısı ile çocukluğum boyunca ebeveynimi, öğretmenlerimi, diğer büyükleri kendilerine zararımın dokunmamasına özen gösterdiğim, ama benim hakkımda karar vermeye ehil olmayan varlıklar diye kabul ettim. Verilen desteğe karşılık severek hizmet, fakat asla itaat etmemek. Sonu itaate varacaksa sunulan yardımı reddetmek ve insanların sahip oldukları yerlerin değerini bilmek. Kadirşinas itaatsizliğimin temelinde ne kadar kişisel değerlendirmelerim varsa, tevarüs edilmemiş asaletimin temelinde de o kadar toplum değerlerinin etkisi var. Asalet hissi benim içinde taşıdığım değil, bana çevreden telkin edilmiş bir değerdir. Sebebi de çok yalın: … Yani herhangi bir imtiyaz duygusu taşımama yardımcı olacak bir hayat içinde bulunmadım. Ama benim özel hayatımın dışında ve benim varlığıma da bir anlam katan bir devlet vardı. Türkiye Cumhuriyeti, bürokrasiye tanıdığı zabitçe bir yetkiyle bütün toplumu kuşatmıştı. Cumhuriyet rejiminin temsilcisi olmak, kişinin, toplum içinde geçerli bir unsur olduğu duygusunu güçlendiriyordu. Buna bir de yerli halkın memurlara karşı mesafeli tutumunu eklerseniz, ortaya sahte bir soyluluk manzarası çıkıyordu. Ben, çocukluğum boyunca bu sahteliğin acısını tattım. Okullar, resmi daireler, kütüphaneler, sinemalar, gazete sütunları, kim bilir kaç gömlek aşağıdan frenk taklidi tavırlar benim gibiler için meşru mekânlardı. Gerçekte buralar herkes içindi, ancak buralarda bazıları farklı olabiliyor, buralarda üstünlüklerine dayanak arıyorlardı. Örnekse, hiç yerli film seyretmemek, alt yazılı harc-ı âlem yabancı filmlerden tad almayı marifet saymak gibi. Ama iş bu kadarla olup bitmiş sayılmazdı. Bir şeylerden haberdar olmanın, bazı metinleri okumanın getirdiği yenilenme duygusu ve ulaşılmaya değer hedefler bulunduğuna dair güçlü duygular da bu rejim türevi insanların (çok belirgin olmasa bile) özellikleri arasındaydı. Bürokrasinin halk üzerinde yılgınlık verici üstünlüğü elbette, vasıfsız, temelsiz, sahte bir üstünlüktü; ama insanın kendini bir aristokrat saymasının ruhuna ne büyük genişlik getirdiğini tadabilmenin bir imkânıydı aynı zamanda. Yıllar ilerledikçe kadirşinas itaatsizliğim, karşıma tek tek çıkan insanlara değil, toplum kurumlarına yöneldi. Tevarüs edilmemiş asaletim de yön değiştirdi: Artık kendimi ister istemez içinde bulduğum topluma ilişkin bir ayırımın birimi değil, bile isteye seçtiğim "iyilerin" savunmasını gözüpek ve tavizsiz bir tarzda yapmaya aday biri olarak görüyordum.”
·
114 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.