Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Doğu Cephesinde Değişen Bir Şey Yok muş
Efendiler Nereye? Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye? Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, san, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudümüze batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli canlı, iriyarı şuraya buraya kaçarlar... Galiba şafak attı, güneş doğuyor; tahtakuruları nereye? Ücra dağ başlarında gözleri ateşli, dişleri keskin, tüyleri dimdik aç kurtlar vardır. Köpeksiz sürülere dalarlar, koyunları kaparlar, etrafa kan, kemik saçıp mideleri dolu, inlerine koşarlar... Galiba çoban göründü, köpekler havlıyor, tok kurtlar nereye? Kedisiz evlerde fareler vardır; kilerlere girerler, dolapları delerler, şunu, bunu kemirip, sağa sola koşuşup baş köşede gezerler, bir pıtırtı olunca deliklere girerler...Galiba koku aldınız, kedi geliyor; koca fareler nereye? Dul annelerin haylaz çocukları vardır; sandıkları kırarlar, paraları çalarlar, bohçaları aşırıp Yahudiye satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar... Galiba foyanızı meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyankâr evlâtlar nereye? Vurdular, kırdılar, yaktılar, yıktılar; astılar, kestiler; kastılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar; memlekete düşmanları sokarak üstümüzden aştılar... Eli sopalı, beli palalı, gözü kanlı paşalar damdan dama nereye? o zamanlar kalemler kırık, gözler yumuk, boyunlar iğili, ağızlar kilitliydi. «Gel!» diyordunuz, halk karnını yerde sürüyerek, ezile bezile koşuyor, ayaklarınızın altına sokulup tirtir titriyordu. «Git!» diyordunuz, kapıya kendini dar atıyor merdivenleri dörder dörder atîıyarak canını güç kurtarıyordu. Siz nazır değildiniz, derebeyliği yaptınızSiz âmir olmadınız, sergerdelik ettiniz... Siz valilik yapmadınız, asesbaşıhk ettiniz... Efelere taş çıkardınız; zorbalara parmak ısırttınız; Çakıcıya rahmet okuttunuz. Kabakçıyı gölgede bıraktınız... Biraz daha geçseydi evliya diye «Patrona» lara türbe kurup başlarında kandil yakacaktık. «Muslu» lan kahraman bilip namlarına heykel dikecektik, «sakallı» lara can verip mevkilere geçirecektik... «As!» deyince sıra sıra darağaçîarı kurulur, «yak!» deyince alev alev meşaleler tutuşur, «bas!» deyince tabur tabur jandarmalar üşüşürdü... Elinizde zindan anahtarları, belinizde idam ipleri, sırtınızda darağaçîarı vilâyet vilâyet dolaştınız;; Aliye çattınız. Veliyi bastınız, Ahmedi kastınız, Mehmedi kavurdunuz, beş senedir her tarafta kargalara insan leşinden öbek öbek ziyafetler çektiniz; akbabaları çoluk çocuk ölüsile besleyip kartalları artık Adem etinden tiksindirdiniz...Muhalif mi? Al aşağı... Muharrir mi? Vur başına... Türk mü? Sür ölüme... Rum mu? iste parasını... Ermeni mi? Kes kafasını... Arap mı? Çek ipe... Kadın mı? Gönder eve... Haydut mu? Buyurun köşeye... Külhanbeyi mi? Gelsin yanıma... Yahudi mi? Sor fikrini... Kalan kimseye at sopayı... Paraları koy cebine... işte sizin programınız bu! Hani Karagözde (Kanlı Nigâr) oyunu vardır, «vurun kızlar koldemirini!» derler de kapılar kapanır, avene üşüşüp anadan doğma soyarak misafiri çırılçıplak dışarı fırlatır... İşte siz böyle yaptınız, boğazları kapatıp içeride keyfinize gideni işlediniz; kimimizi soydunuz, kimimizi vurdunuz. Palalarla, sopalarla işe giriştiniz; sürülerle insanları dağ başlarına götürüp satırlardan geçirdiniz; babaları, evlâtları yoktan yere harcıyarak Anadolu içerisinde dul kadından, yoksul yetimden başkasını bırakmadınız. Ne oluyordunuz? Bu kanlı işgüzarlıklar, bu canavar akını, bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verecekti? Ne kazanacaktık? Dünyayı mı alacaktık. Mısıra sultan mı olacak, Hinde şah mı gidecektik. Sizin sadrazamlıkla, seraskerlikle, nazırlıkla gözleriniz doymamıştı, a padişah heveslileri... Şamda, Halepte az daha namınıza hutbe okutup isminize sikke kestirecektiniz... Yiğitlik sizde, kahramanlık sizde, avurt zavurt sizde, caka, tavır, hepsi sizdeydi... Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana nereye? Evet, nereye gidiyorlar? Mahalle kahvesinden bir adımda sadarete, meyhane peykesinden bir basışta nezarete, tulumbacı koğuşundan bir hamlede vilâyete eren bu türediler nereye gidiyorlar? Kendileri kürklere hüründüler, milletin derisini soydular... Kasalarına altm doldurdular, bizim cebimize kâğıt tıktılar; halk seril sefil cami avlularında yatarken çiftlikler aldılar, kâşaneler yaptılar... Açlıktan ölenlerin lokmasını ağzından çalarak haspalara ziyafet çektiler; susuzluktan bunalanların testisini aşırıp havuzlarını doldurdular, içinde kayık yüzdürdüler... Han, hamam yıktılar, darağaçları kurdular; hanümanlar söndürüp memleketler yaktılar; bağ aldılar, yağ sattılar, yün çaldılar, pamuk attılar... Ne çocuk dediler ne ihtiyar; ne şah tanıdılar, ne nizam; ne merhamet bildiler ne insaf... Halk açlıktan sokaklarda pösteki kemirirken onlar konaklarında bülbül beyni yediler, kuş sütü içtiler. Anamıza sövdüler, babamızı dövdüler, tırnaklarımızı söktüler, hulâsa bacağından yakalayıp bu devleti yerden yere vurdular, paçavraya çevirdiler... îşte milleti artık büsbütün öldürdüklerinden emin olsunlar; zira damarlarımızda bir damla kan, kollarımızda bir zerre kuvvet kalmış olsaydı yakalarından yapışır, öcümüzü alırdık... Halbuki kollarını sallıya sallıya, yüzümüze tüküre tüküre gittiler. Aşkolsun! At da size yaraşır; meydan da... Bizde bu ölü kan, sizde o yaman surat olduktan sonra bir gün olur yine gelirsiniz; eteklerinizi öptürüp ciğerlerimizi söktürürsünüz. Biz size: «Kırk katır mı, kırk satır mı?» diye soramadık; yarın sizin bize: — Ölümlerden ölüm beğen! Demek artık hakkınızdır. Lâyıkımız olan paşalar! Topumuzun başını bir kılıçta çıkarmadan nereye?
Epub
·
203 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.