Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

456 syf.
·
Puan vermedi
·
4 günde okudu
Gerçek bir olaydan esinlenerek ya da gerçek bir olayın edebi bir esere dönüşmüş hali diyebileceğim bir kitaptı Arthur ve George. Kitabı iki bölümde ele alarak yapacağım bir inceleme olacak. Birincisi, içeriği ile ilgili kısım. İkincisiyse kitapta geçen olaylara sebep olan sosyolojiden yola çıkarak çıkarsamalar yapacağım kısım. 1) Hintli ve Parsi bir babanın misyoner bir takım faliyetler sonucu Hıristiyan olup, daha sonra papaz olması ve İngiltere'nin geçimlerini çiftçilik faliyeti ile sürdüren insanların oluşturduğu bir taşra kasabasında papazlık mesleğini icra ederek ailesiyle yaşaması ile başlayan bir hikaye. Ailenin çevrede var olan ırkçı önyargılara rağmen yaşamlarını sürdürme çabalarını görüyoruz. Ama bu hiçte kolay değil. Ailenin,o günlerde pek bilinmesede bugün Asperger Sendromu diye bilinen, dünyayı algılamasını ve ilişki kurmasını sınırlayan rahatsızlığı olan büyük oğlu George'nin yaşadığı çevrede işlemediği suçların faili olarak gösterilip, iftiraya uğraması. Önyargıların kurbanı George içinde yaşadığı toplumu ve polis teşkilatını birden karşısında bulması. Ceza alıp ve avukatlık mesleğinden atılması. Ve Sherlock Holmes'in yaratıcısı Arthur Conan'ın hayatında yaşadığı duygusal bir çöküşten kurtulabilmesini sağlayacak araç olarak gördüğü George'nin davasını ele alması, tüm nüfüzuyla ve saygınlıyla davanın üzerine gitmesi. Dava sonucu pek istendiği gibi olmasada, temyiz mahkemesinin gerekliliğini ortaya koyması itibariyle yaşananların çokta boşuna olmadığı idrakiyle ve mesleğine dönmesiyle avunan George. Arthur'un spirtualizmi bir takıntı haline getirip hayatında önemli bir yer teşkil etmesi, George'nin hastalığın sebep olduğu sınırlamaları aşıp çevresini anlama çabası(hasta oluşundan bi haber, hem kendisi hem çevresi) ve yetmeyen çabalar. Bu yetmemezliğin hayatında yaşattığı zorluklar.. Birinci kısım neredeyse kitabın içine ayna tutarak anlattığım ve kendi çıkarımlarımı, bana çağrıştırdığı şeyleri anlatmadığım bölümdü. Şimdi esas bana bu incelemeyi yazmama sebep olan ikinci kısma değineceğim. Toplumsal çıkarımlarla ilgili olacak bu bölüm. 2) Arthur, George adına başlattığı adalet arayışında nüfüzunu kullanarak İngiliz adalet yapısını tüm gücünü kullanarak eleştirip adaletin tecelli etmesini istesede çabaları tam istediği şekilde sonuçlanmamıştır. Ama bu başarısız gibi görünen çabalar çok büyük bir eksikliği gözler önüne sermiştir. Ve bir Temyiz mahkemesinin gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu gerekliliğe tüm toplum ikna olmuş ve bugün neredeyse evrensel olmuş Temyiz mahkemelerinin yaratılmasını sağlamıştır. Bu gerekliliğin doğuşu ve temyiz mahkemesinin kuruluşu beni o kadar düşündürdü ki kendi ülkemle ilgili sorunların ve çözümsüzlüklerin temelinde yatan problemin nedenini anlamamı sağladı sanki. Bütün adalet sistemi, kurumlar, kuruluşlar vb. tarihsel bir süreçte bir gerekliliğin oluşması ile önce toplum bu gerekliliğin gereğini yapmaya ikna olur ve sonra gereğini yapar. Böyle başlayan bir süreç toplumda içselleşir ve kurumlar toplumun içselleştirdiği bir saygınlığa kavuşur. Batı medeniyeti bu kurumların gerekliliğine bütün medeniyetlerden önce inanıp içselleştirdiği için yarattığı kurumlara diğer toplumlardan daha fazla saygı duymaktadır. Peki biz ve bizim gibi toplumlarda kurumlar ve kurallar nasıl oluşuyor. Gereklilikten mi? Cevap hayır. Çünkü bizde oluşan bütün kurumlar, kurallar ya özendiğimiz batı toplumunu taklit etmek için ya da Batı medeniyetinin gücü ile bize kendi kurumsal yapılanmasını dayattığı için oluşturuldu. Yani kurumsal yapılar bir gereklilikten doğmadı, gerekliliğe ikna olarak içselleşen bir süreci yaşanmadan oldu. İşte bu yüzden hangi yapı getirilirse getirilsin, hangi kurallar konursa konsun gerekliliğe ikna olunmayıp içseleşmeyen hiçbir şey çözüm olmuyacaktır sorunlarımıza. Ben Batı medeniyetini övmüyorum, övmekte istemiyorum. Sadece durum tespiti yapıyorum. Batı medeniyete gelişmeye açık bir toplum, kendi toplumsal çıkarlarını gözeten bireylerden oluşurken, bizim toplumumuz gelişime kapalı ve kendi toplumsal çıkarlarını korumaktan çok kendi kişisel çıkarlarını koruyan birey olamamış insanlardan oluşuyor. Kendi toplumuna gerekli olan gerekliliği saptayacak kişiliğe sahip olmayan insanlar.. Batı toplumunun kendi çıkarını koruyan toplumsal mekanizmaları varken, bizde kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne koyan siyasetçiler var. Bu siyasetçiler bu tahakkümü ancak toplumdaki bireyin niteliğini düşürerek sağlayabilir. Sağlanıyorda. Toplumumuzda insanın güçlü bir birey olmasının engelleyen bir çok etken var. Ve bu inanın tesadüf değil. İkinci kısımda değinmek istediğim ikinci bir konuda; Kitapta Arthur'la George'nin George'nin uğradığı haksızlığa ırkçı bir önyargı dışında başka bir sebep olabilir mi diye fikir yürüttükleri konuyla ilgili. Bence ırkçılık, din ayrımı vb. sebeplerin dışında toplumsal linçlere sebep olan faktörlere ek olarak zayıf veya pasif insanların toplumda oluşturduğu etkide eklenmelidir. Demek istediğim zayıf gördüğümüz, bize zarar vermesi imkansız ve zarar verince zarar görmüyeceğimizden emin olduğumuzda içimizde uyanan sadist duygularda linç etme konusunda en az ırkçı, dinci faktörler kadar etkili bir faktör diye düşünüyorum. Buna kitapta çok değinilmiyor ama bu bence dikkate almaya değer bir faktör. İrfan Yalçın'ın Fareyi Öldürmek kitabını ve o kitaptaki Sabri karakterini göz önüne getirenler ne demek istediğimi anlayacaktır. Hiç bitiremiyeceğimi düşünmeye başladığım ve doğaçlama bir şekilde yazdığım incelemem son buluyor. Sonuç olarak güzel bir kitaptı benim için. EK: KİTAPTA GEORGE'NİN RAHATSIZLIĞININ TANISINA DAİR BİR DEĞİNME, BİR YARGI YOK AMA GEORGE'NİN YANSITTIĞI DURUMLAR VE SINIRLILIK GÖSTEREN ALGILAMA BİÇİMİ ASPERGER SENDROMUYLA BİREBİR ÖRTÜŞÜYOR.
Arthur ve George
Arthur ve GeorgeJulian Barnes · Ayrıntı Yayınları · 200939 okunma
·
779 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.