Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Sabahattin Ali'nin hayat hikayesini 'ben diliyle' sizlere sunuyorum.
Ben Sabahattin, 25 Şubat 1907'de bugünün Bulgaristan sınırları içindeki Eğridere köyünde annem Hüsniye, baban Selahattin Ali'nin ilk çocukları olarak kırlara yayılan ilkbahar misali açtım gözlerimi dünyaya. Babam Eğridere'de piyade yüzbaşı olarak çalışırken tanışmış annemle. 16 yaş küçükmüş annem babamdan. Evlenmişler. Babam hep anneme 'Bilir misin, bir oğlum olursa kadim dostum Prens Sabahattin'in adını vereceğim ona.' dermiş. Allah gönlüne göre vermiş ki adım Sabahattin. Biz babamın mesleğinden dolayı sürekli yer değiştirirdik. Çanakkale, İstanbul, Erdemit ve daha nicesi. Bu benim çok hoşuma giderdi. Yeni yerler, yaşam şekilleri, insanlar ve lezzetler görmekti hoşuma giden. 1911 yılında ailemizin yeni üyesi olan erkek kardeşim Fikret doğdu. Annem evlendiğinde ruhsal sorunlar yaşıyormuş. Defalarca intihara kalkışmış. Evet belki hayatta kalmayı başarmıştı ama benim yanımda olmamıştı. Bunun nedeni ya ruhsal sorunları ya da erken yaşta anne olmasının gösterisiydi. Fikret'e daha yakın durmuş bu durumda beni git gide içe kapanık bir çocuk olmaya sürüklemişti. Çoğu zaman arkadaşlarımla oynamak yerine evde kitap okumayı ya da resim yapmayı tercih ediyordum. Eğitim hayatım boyunca başarılı bir öğrenci olmaktan hiç ayrılmadım. Uzun bir aradan sonra yıl 1920'ye dayandığında Süheyla adını alacak ama aile içinde 'Süha' diye çağıracağımız kız kardeşim de doğdu. Şiir ve hikaye yazmak benim en büyük keyif kaynağımdı. Defalarca kez şiir ve hikaye yazdığım için oldukça deneyimliydim. Artık kendimi geliştirmek için gazete ve dergilere, şiir ve hikayelerimi göndermeye bunun yanı sıra günlük tutmaya ve sinema-tiyatro gibi sanatsal işlere önem vermeye başlamıştım. Okul hayatımın son bulmasıyla 21 Ağustos 1927 yılında öğretmenlik öğretmenlik diplomamı aldım. Öğretmenlik stajı esnasında tanıştığım Nahit Hanım'ı tanıdıktan sonra bütün şiirlerimde ondan bahseder oluvermiştim. Bir zaman bakıp bakıp seyrine doyamadığım, Benimsin diyemediğim. Niçin benden yüz çevirdin? Kalbimdeki her geçen gün büyüyen aşk tomurcuğuyla Yozgat'ta geçirdiğim bir senenin sonuna gelmiştim. Artık İstanbul'a dönmek istiyordum. Hazırlıklarımın sonuna vardığımda aldım sazı elime çıktım gurbet yoluna. Ankara'ya ardından İstanbul'a gidecektim. Ankara yolculuğumun sebebi Yozgat'tan temelli ayrıldığımı yetkilere sahip şahıslara bildirmekti. Oradaki isimler beni dinledi. Genç bir öğretmen oluşumu göz önünde bulundurarak bana bir teklifte bulundular. Avrupa'ya gitme konusunda. BU aklıma yatan bir teklifti. Eğitim için Almanya'ya gönderildim. Önce yaşlı bir kadının evine pansiyoner yerleştim. Vatan yabancı her söz ise zehir gibi acı. Sonrasında da özel bir kurumda Almanca kursuna başladım. Düşüncem Almanya'da 6-7 yıl kadar kalmaktı. Ancak planlanan süre 4 yıldı. Ama ben... Ben daha iki yılımı tamamlayamadan Türkiye'ye geri döndüm. Nihal Atsız'ın kalemine göre 'Bu parazit Türkleri buradan atmalı.' diyen öğrenciyi dövmüştüm. Pişman değildim ama erken dönme nedenim buydu. Düşe kalka delice yaşıyorum. 22Aralık'da katıldığım bir toplantıda okuduğum şiirlerim ile Mustafa Kemal ve İsmet İnönü gibi devlet yöneticilerini topa tuttuğum gerekçesiyle tutuklandım. Kurşun ata ata biter, yollar gide gide biter, ceza yata yata biter. 14 aylık cezamı paşa paşa yatıyordum. Aslında mapushanede anladım, ne kadar yorulduğumu. Denize dökülen bir pınar gibi sakinleştiğimi, durulduğumu. Dedim hep kendime 'Aldırma gönül aldırma.'. Daha az konuşuyor, daha çok yazıyordum. Susuyor sadece susuyordum. Açmayan çiçekler, süzülüp uçmayan kuşlar, ışık saçmayan yıldızlar kısmıştı sesimi. Yalnızlıktan yorgun olduğumu bilen hayat, yalnızlıkta geçen her günüm başka zehirdi. Hapishanelerde demir parmaklıklara sarıldım. Kimlere yar olduklarını bilmeden Nahit'i, Melahat'i, Muhsine'yi ve Madonna'yı özlüyordum. Kavuşamadığım aşklarımı, gurbette bırakıp sesini duyamadıklarımı. İlk defa şansım yaver gitmişti. Cumhuriyet'in onuncu kuruluş yıl dönümü sebebiyle çıkan aftan yararlanarak, cezamın onuncu ay yedinci gününde serbest kaldım. Serbest kaldıktan sonra boş durmadım. Eğitimler aldım, işlerde çalıştım. Her şey yolunda görünüyordu. Bir gün bir karar vermeye tabi tutuldum. Aliye Hanımdan evlenme teklifi almıştım. Neden olmasındı ki? Bunca badireden sonra, hayatıma birini alarak sadece mutlu olmayı düşünmeliydim. Ah sahi onunla nasıl tanışmıştık? Grup halinde bir sünnet düğününe gitmiştik. Artık dönmek istediğimizde Sabahattin'in yanımızda olmadığını farkettim. Onu bulduğumda lüks lambalı feneri ile bir ağacın altında kitap okuyor vaziyetteydi. 'Gidiyoruz.' dedim. Feneri yüzüme doğru tutarak uzun uzun baktı. İşte oku bakışlar içime akmıştı. derdi değil mi hep Aliye. Canım Aliye. Yurt dışına gitmek istiyordum. Ancak bir türlü pasaport alamıyordum. Bu sorunu kaçak yolardan halletmeye karar vererek yola çıktım. Yoluna eşlik ettiğim Erkan isimli bir adamın kamyonuna bindim. İlerleyen saatlerde kitap okuyorken azrailim Erkan'ın elindeki sopayı acımasızca kafama vurarak nefesimi kesti. Şimdi beni iyi dinleyin, Bir gün kadrim bilinirse, bir yerlerde hayat hikayemi okuyorsanız herkes beni ürpererek dinlemelidir. Sizleri şiir ve hikayelerimle baş başa bırakıyorum. Çünkü ben sonsuzluğa uçuyorum.
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
·
400 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.