50 yaşını doldurmasına çok az zaman kalmış olan, neredeyse 25 yıl önce kaybettiği eşinden kalan 3 çocuğu ile birlikte yaşayan Martìn emekliliği için gün saymaya başlar. Ağır ağır emeklilik planları yaparken işi ve evi arasında mekik dokumaya devam eder. Derken hiç beklenmedik bir aşkın içinde bulur kendini. Aşk desem de abartılı bir arzu, saplantı veya hızla gelişen absürt hikayelerden değil. Doğal, sıradan ve daha gerçek bir şey. Mutluluğu bulduğuna inanmaya başlayıp, tekinsiz bir umuda tutunarak önünde yeni bir hayat olduğunu düşündüğünde, ona bahşedilenin mutluluktan çok aslında bir mola olduğunun henüz farkında da değildir tabii.
Metin tamamen Martìn’in günlüğünden oluştuğu için yaşamınının bu döneminden bir yıl boyunca yazdığı şeyleri okuyoruz. Fazlasıyla dürüst ve içten o nedenle. Her konuda yaptığı tespitler sıradan ve tam hayatın içinden. Kimi yerde güldürüyor, çoğu yerde düşündürüyor. Yaşadığı hayatın yarısını yaşamamış olmama rağmen bilhassa anılar, yaşlılık, yalnızlık üzerine çok farklı hisler yarattı bende. Mola, okuduğum en samimi, en komik aynı zamanda en yürek burkucu metin.