Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Ateş..
Gül âteş, gülbün âteş, gülşen âteş, cûybâr âteş Semender-tıynetân-ı aşka besdir lâlezâr âteş Hemân ey sâkî bir sâgar tutuşdur dest-i dildâra Gazabla bezme geldi şem’-i meclis-veş yanar âteş Nesîm âteş çıkardı gonca-i çeşm-i ümîdimden Bıraktı gülşen-i âmâlime berk-i bahâr âteş Hayâl-i hasret-i hâlinle âh ettikçe uşşâkın Şeb-i fürkatta her dem ahterân eyler nisâr âteş Bana Dûzahdan ey meh dem urur gülzârlar sensiz Diraht âteş nihâl-i dil-keş âteş berg ü bâr âteş Mürekkebdir vücûdu tâ ezel yek-pâre sûzişden Anâsırdan meğer uşşâka olmuşdur dûçâr âteş Çerâğ-ı bezm-i hecri olduğum yapmış yakıştırmış Gönül pervânesine vuslat âteş intizâr âteş Beyân-ı sûziş eyler herkes isti’dâd-ı fıtrattan Eder berceste âşık mısra’-ı rengîn çenâr âteş Meğer kilk-i sebük-cevlânın olmuş germ ey Gâlib Zemîn âteş zamân âteş bütün nakş u nigâr âteş.. Edebi metinler, yorumcuların farklı yollarla çözmeye çalıştıkları çoklu anlam içeren sanat eserleridir. Bu metinlere müellifler/şairler yetiştikleri kültür ortamını ve bu ortamla şekillenen ruh zenginliklerini taşıdıkları için bunlarda her nesle hitap eden özel ve müşterek anlamlar gizlidir. İçerdiği anlamların ehli tarafından açıklanmasıyla derinlik kazanan şiir, sanatkârın bilgi birikiminin ve ruh zenginliğinin dil vasıtasıyla vücut bulmasıdır.. Şeyh Gâlip, metafizik ağırlıklı şiirlerini soyut kelime düzeniyle ifade etmiştir. Ateş unsuru da şâirin sanat ve his dünyasında önemli bir yere sahiptir. Gâlip’teki ateş, hayalde mevcut olanla mevcut olmayanın birleştiği iki dünyadan gelen geniş bir anlam silsilesi telkin eder. Herkesle birlikte bakan ama herkesten farklı gören aşıkların, sanatçıların ve şairlerin eserleri bütün dönemlerde farklı anlaşılmış, kişilerin veya toplumların durumlarına göre farklı şekillerde yorumlanmışlardır.. Şeyh Gâlip için ateş kavramı Hüsn-ü Aşk gibi bir mesnevînin de temel çıkış noktasını oluşturacak kadar derin ve özel mânâlar taşır. Ateş, hiçbir zaman sabit bir görünüm benimsemeyen ancak; her maddenin merkezinde yer alan süreksizliğin içinde sürekli yanan bir varlıktır. Ateş, dîvân edebiyatında aşığın içinde bulunduğu aşkın ıstırabıdır. Ayrıca sevgilisine duyduğu özlem ve hasret de ateş şeklinde kendini gösterir ve daima âşığı yakar.. Klâsik şâirlerin sıklıkla işledikleri bu tema, kemâlini Mevlânâ’nın Mesnevî’sindeki beyitlerinde bulur: “Ateştir şu ney sesi, hava değil Her kimde bu ateş yoksa ölmüş bil. Aşk ateşidir içindeki neyin Aşk coşkusudur özündeki meyin” Tasavvufî bir sembol olan ateş, varlığın her şeyi kuşatmasını, insanın âyân-ı sabite mertebesinden ilâhî nefesle can bulup mâsivâya, belâ âlemine düşmesini, ilâhî nefese kavuşma ateşiyle yanmasını ve özünü aramasını özetliyor.. Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybâr âteş Semender-tıynetân-ı aşka besdir lâlezâr âteş (Gül, gül ağacı, gül bahçesi ve ırmak ateştir. Aşkın semender tabiatlı âşıklarına lâle bahçesi olarak âteş kâfîdir) Şeyh Gâlip, gazeline bir mekân tasviriyle başlar. Şâir bulunduğu mekândan bir bahçeye bakmaktadır. Bu bahçede, gülşende bulunan her şey şâire ateş olarak görünmektedir. Muhtemelen bahçeyi kaplayan kızıl güllerin suya aksetmiş hâli, şâirde su içinde bir ateş tasavvuru canlandırır. Şâirin gördükleri her şeyi kaplamış bir alev dalgasıdır. Buradan sonra alev, parça parça hayal âlemlerine kapı aralar. Alev bizi hayal etmeye zorlar. Bir alevin karşısında hülyalara dalındığında, duyularla algılanan şey, hayal edilenin yanında bir hiçtir.. Şâirin bizi içine çeken bu alev dünyasında ve hayallerinde okuyucu yok olur. Bu hâliyle alev ve ateş, hayal kuran birisi için sırlarını sadece kendisinin bildiği bir dünyadır. Şâirin bu beyitteki temel düşünce alanı olan ateş, merkezine bizi de çekerek olmuşu, olanı ve olacakları hayal etmeye zorlar. Şâirin birinci dizede tekrir ile kullandığı “âteş” kelimesi, ruh ve dimağı, bilinci uyanık tutan bir kızıllık telkin eder. Şâir bu ateş dalgası içinde “gördüğü şeyi görmüş olduğu şeyle birleştirir ve şiirdeki oluş süreci böylelikle başlar; hatırlamak ve yeniden oluş.. Şâirin belki akşam vaktinin kızıllığında seyrettiği bahçe zaten kırmızı renkli güllerle doludur. Bu bahçedeki suya yansıyan gün batımı alev dalgalarını daha coşkun ve yakıcı bir hâle getirmiştir. Bu beytin değerlendirme dizgesinde gülşen ve lâlezâr temel düşünce alanını oluşturarak birbirine bağlı varlıklar zinciri görüntüsüyle bir meclis düşündürmektedir. Şâirin özelden genele doğru yaptığı bu sıralamada gül neden ilk sırayı alır? Gül, her şeyden önce ilâhî güzelliği ve bu ilâhî güzelliğin ilk ve en mükemmel zuhur alanı olan insan-ı kâmili ifade ediyor.. Tasavvufî sembolizmde gonca hâlinde gül birliği, açılmış gül ise birliğin çokluk hâlinde görünüşünü temsil eder. Gülşen yani gül bahçesi gönül açıklığı, yahut kirinden pasından temizlenerek ilâhî güzelliğin yansımasına hazır hâle gelmiş kalptir.. Gonca halvet hâlini, yani insanın kendisiyle ve Tanrı’yla baş başa kalmasını temsil eder. Buna göre, açılmış gül can sırrını açığa vurmaktır. Varlık çizgisinde ilâhî emanetin her şeyi kuşattığı göz önüne alındığında can, ateştir. Bir ve parçalanamaz olan tek varlık sudan, topraktan, gül bahçesinden, gül ağacından geçerek en kâmil görüntüsünü gülde sergiler. Vahdeti simgeleyen gülün, iç içe geçmiş katmerli yaprakları vahdetin yansımasıyla vücut bulan kesreti temsil eder. Hava, su, ateş ve toprak terkibiyle vücut bulan suretlerin türlü niteliklerle tezahürü gazelin devamında işlenir.. Şeyh Gâlip, birinci mısranın sonunda suyu zikreder. Eşya da şu görüntüsüyle kendi varlığı için suya muhtaçtır. Mazhar-ı hayatın su olması sudan murâdın ruh olduğunu düşündürür. Bu dizede ateş ve suyun bir arada zikredilmesi terkip hâlindeki her şeyin bütünlüğünü içerdiği zıddiyete borçlu olduğunu işaret etmektedir. Suyun ateşle birlikte olması nasıl mümkün olur? Aslında sadece su değil toprak da ateşi söndürebilir. Toprak suyla yekvücut olduktan sonra ateşte pişer ve kap görüntüsüne kavuşur. Aslında toprağın mahiyeti değişmemiş ama su, ateş ve havayla farklı bir görüntüye bürünmüştür. Normal şartlar altında ateşi söndürebilecek olan su, ancak aradaki toprak vasıtasıyla ateşle birlikte olabilir. Tasavvufî mânâda ise ateş, her şeyi kuşatan tecellî-yi ilâhîdir ki, sâlik bir su ise ya ateşi söndürür veya bir madde ise ateşte yanabilir. Aradaki kap ise benliğini ateşte yok etmiş, ateşle hemrenk olmuş, toprak kap olan mürşid-i kâmildir.. Mısranın sonundan itibaren başlarsak ilâhî nefesi ve emaneti simgeleyen ateş, varlığını rahmet suyuyla toprakta vücut bulan köklere iletmiş; havanın hayatiyetiyle gülde en kâmil görüntüsüne kavuşmuştur. Bu noktadan sonra gülün sembol olarak taşıdığı anlamı çözebiliriz. Yukarıda da izah edildiği gibi gülün her bir yaprağı varlık âlemindeki tevhidi simgeliyor. İç içe geçmiş, her biri birbirinden farklı, değişik ölçülerde ancak hepsi gülde hayat buluyor ve onda tekliğe kavuşuyor. Bu beyitte temel düşünce alanı gül bahçesidir. Gül bahçesinde âmir güldür. Gül bahçesindeki diğer güller ve çiçek türleri ise yine varlık âlemindeki eşyayı sembolize eder. Şâir zihnimizde bir meclis canlandırır. Bu meclisin şâhı olan gül, gülşen sakinleriyle birliktedir. Şiirin tamamına da bu meclis temel düşünce alanı hâkimdir. Beyitteki cûybâr, doğru yola girip akmasıyla vahdet gülşenine ulaşma amacındadır. Beyitteki alev dalgası arasında kalan bir şey vardır ve onun yaşam alanı bu ateş denizidir. Şâirin bahsettiği bu mahluk mitolojik bir varlık olan semenderdir.. Âşıkların semendere teşbihi Şeyhülislam Yahyâ’nın şu beyitlerinde de görülebilir: “Yirin od itmedik kim vardır erbâb-ı muhabbette Semenderler gibi uşşâk da sükkân-ı âteştir” (Sevgi, aşk sahipleri içinde yerini ateş etmedik kim vardır? Semenderler gibi âşıklar da ateş sâkinleridir) Beyitteki düşünce birimi olan aşkın semender tabiatlılarına ateş, bir lâle bahçesidir. Şâir, bu mısrada âşıkları semender tabiatlı görerek onların yaratılışındaki zorunlu unsurun ateş olması yönüne dikkat çekiyor. Beyitteki yardımcı düşünce alanı ise ateşe tutkun olan âşıklardır. Beytin sonundaki lâle bahçesi bir diğer temel düşünce alanıdır. Lâle yapraklarının kırmızı, kalbi konumundaki ortasının siyah ve yanık renkli oluşu, sıkıntıyı, derdi ve yanıp yakılmayı simgeler. Şekil yönünden kadehe benzeyen lâle, rengi ve şekli yönünden hayli geniş bir kullanıma sahiptir. Aşığın gözyaşlarını döktüğü yerler ise birer lâlezâr olarak karşımıza çıkar. Lâlenin gül gibi suya çok ihtiyaç duyması ve suyun eksikliğiyle çabuk solması yönünden şâir lâlezâr âteş, cûybâr âteş sözlerini sıralar. Gülün kesretteki vahdetine karşın lâlenin tek kök ve tek çiçekten ibaret yaratılışı bu çiçeğin mutlak vahdete teşbihinde temel yön olmalıdır.. Şeyh Gâlip’in metafizik fikirleri ve evrenin ontolojik yapısı için birer kıymet taşıyan beyitteki tüm kelimeler sanıldığı veya yazıldığı gibi şâiri üzmez. Tam tersine alem buradan vücut bulur. Göz önündeki her şey kesrettir. Her ne kadar mutlak hakikati bu çokluk örtüyor gibi görünse de hakikat bu kesrette vahdet olarak görülebilir. İnsanın fena âleminde verdiği çaba tevhide ulaşma arzusuyla son derece derin anlamlar kazanır ve Gâlip bu görüntüyle coşar. Varoluş sisteminde olmak fiili o hâlde gerçekten var olan şey karşısında bir hiçtir. Nihâî gerçeklik bu ateş denizinde idrâk edilebilir. Dolayısıyla Şeyh Gâlip için âlem bir ateştir. O, bu fikrini meşhur mesnevisi Hüsn ü Aşk’ın da temel değeri yapmıştır.. “Sanma ki bu kapıdan gelirsin Âteşte gider sudan gelirsin” Su, madde âlemine mensup olan beden için zorunluyken mânâ âleminden olan ruh için ateş vazgeçilmez bir değerdir. Bu yönüyle kudret-i Hak bu iki zıddıyeti nefesiyle toprakta birleştirmiştir.. Hemân ey sâki bir sâgar tutuştur dest-i dildâra Gazabla bezme geldi şem’-i meclisveş yanar âteş (Ey sâkî, sevgilinin eline hemen bir kadeh tutuştur. Ateş, gazapla meclise geldi ve o meclisin mumu gibi yanmaktadır) Bu beyitte de şâir, ilâhî bilinçte varoluşun ilk kokularını somutlaştırmaya çalışıyor. Beytin temel düşünce alanı yine meclistir. Meclisin veya bezmin düşünce birimlerini ise sâkî, sâgar, dildâr, şem ve meclis/bezm oluşturmaktadır. Yardımcı düşünce alanı ise ateştir bezm bir muhabbet sofrasının ötesinde tasavvuf felsefesinde ruhların toplanmasını ve birbirlerine şâhitlik ettikleri elest bezmini hatırlatıyor.. Bu meclis emanet sahibiyle yapılan ilk ve bir sonraki toplantıya kadarki son görüşme olması açısından değer taşır. Bu toplantı ilâhî emaneti kabul edecek insana sevgilinin elinden kadehin sunulduğu bir ortamdır. Şarabın ilâhî aşkı simgelemesiyle beyit anlam çizgilerini belirginleştiriyor. İnsan ise bu emaneti pervasızca kabul etmiştir. Allah’ı tanıma yoluna giren insan, bu bilinçle var olmanın, aşkın ateşine giriftâr olmuştur. Bu aşk, dünya âleminde bilgi serüveninden sevgiye dönüşür.. “İlâhî nur, sâlikin kalbini yakan ilâhî nurun parıltısı olan mum, varlık ateşinin şevk ve zevk hâlindeki mekânının temelidir. Mum, ışığını ateşten almaktadır. Cenab-ı Hak’tan alınan biliş ve kavrayış emaneti mum şeklinde insanın/sâlikin hayatında onu insan yapan bir değer iken, bireyin iç dünyasında yaşadığı bu yolculuktaki madde âlemi ateş denizi olmuştur. Mum, aydınlığını bir ateş kaynağından alır. Kul bu yolculuğunu nûr-ı ilâhî ile tamamlamak zorundadır.. Nesîm âteş çıkardı gonce-i çeşm-i ümîdimden Bırakdı gülşen-i a’mâlime berk-i bahâr âteş (Rüzgâr, ümit gözümün goncasından ateş çıkardı. Bahar yıldırımı ise emeller gülşenime ateş bıraktı) Beyitteki nesîm, gonca, bahar ve berk düşünce birimlerinden hareketle beytin temel düşünce biriminin gül bahçesidir. Yardımcı düşünce alanı ise emeller gülşeninden hareketle psikolojik bir hâlet olan amelin neticesi olan ümittir.. Beyitteki önemli bir düşünce birimi de bahardır. Bahar, divan şiirinde en çok sözü edilen mevsimdir. Bahar, hayat için bir diriliştir. Bahar mevsiminde gül bahçesi imgesi, “tasavvufta sâlikin açıklık ve kalp safâsını karşılayan bu kelime yer yer gülzâr-ı fenâ (dünya), gülzâr-ı bekâ (ruhlar âlemi) karşılığı olarak da kullanılmıştır. Beyitte bahar yıldırımının âşığın emeller gülşenine ateş bırakması insanın “kün”, ol emriyle başlayan varlık içinde marifet ve irfan yolculuğuna başlamasıdır.. Beyitteki emeller gülşeni, kesret âlemini sembolize eder. Buradaki yıldırımın ateş bırakması Allah’ın tanınması için başlayan ilk tecellîyi gösterir. Aynı zamanda berk, kaza ve kader okunu hatırlatır.. Hayâl-i hasret-i hâlinle âh etdikçe uşşâkın Şeb-i firkatde her dem ahterân eyler nisâr âteş (Âşıkların, beninin hasreti hayâliyle âh ettikçe ayrılık gecesinde her nefes yıldızlar ateş saçar) Sadece kelime dokusu olarak değil, kelimelerin birbiriyle olan tenasüplerinin de yoğun ve karmaşık olduğu bu beytin temel düşünce alanı sevgilidir. Bu bağlamda yardımcı düşünce alanı âşıkların sevgilinin hayaliyle âh etmeleridir. Aslında ben, aşkından dolayı mumu kucaklamaya çalışan pervanenin ateşte yanmış hâlidir ki sevgi ve âşıklık alâmeti olarak görülür. Yanak ve yüz Allah’ın cemâlinin tecellî noktasıdır. O’nun zâtı kendinde olduğundan bu cemâli ancak yarattığı mahlukât vasıtasıyla görülebilir. Yanak zât-ı İlâhî’nin bütün isim ve sıfatlarıyla varlık âleminde belirmesidir. Yani O, bütün yarattıklarıyla, kendi isimleriyle yine kendini bu âlem için mümkün derecede zaten izhâr etmiştir.. özetleyecek olursak; hâlden murâd mutlak vahdet noktası ve zât-ı ilâhiyyenin hüviyetidir ki dünya ve ahiret, zâhir ve bâtın O’nun zâtî noktasının bir ışığıdır ve yansımasıdır.. Âh da klâsik şiirde şâirlerce sıkça kullanılan bir semboldür. Aşığın aşk ateşiyle gönlünden çıkan bir duman olarak düşünülür.  Âh, âşığın iç âlemindeki ateşin ve elemin, ayrılık eleminin felekler tutuşturan yansımasıdır. Aşığın âh demesi O’na sığınması anlamına gelir. Güneşin ışıkları elife (yani oka), kütlesi he harfine benzediğinden her gün âh (Allah) diyerek doğar.. Mutlak vahdet makamından ayrı kalan âşık, en sevgiliyle beraberken gördüğü mutlak vahdet noktasından ayrı kalmanın acısıyla feryat ve figan etmektedir. Sâlikin/ âşığın aslî vatanı olan gayb, ruh ve zât mertebesi hatırlanmaktadır. Sonsuz bir karanlık hayaline benzeyen madde âleminde güneşe nispetle küçük birer damla olan yıldızlar da âşığın kabiliyeti ölçüsünde her an ateş saçmaktadır.. Mevlânâ’nın neyinin hikâyesindeki feryadının sebebi de budur: Firkat.. Yokluk makamında mekân tutan âşık için ilk gördüğü tanımlanamaz saf öz olan sevgiliyi hasretle anmaktan başka çare de yoktur. Zâhirde görünen bu ayrılık ve yol kaybediş aslında sahibini kaybeden kuşun aslını araması ve sahibinin değerini kavramasıdır. Aşığın kokladığı ilk kokuyu araması, kendinde kendini bulması, Tanrı’da kendi yolculuğu veya kendinde Tanrı’yı araması.. Zihinde yolculuk insanın etten ve kandan fazla bir şey olduğunu, evreni içinde taşıdığını veya daha ziyade evrenin kendisi olduğunu keşfetmesinin aracı olur. Yolcu, gece gündüz dinlenmez. Bir sürgünün kalbini kırıp geçiren acıya çare bulmak amacıyla sırasıyla dört büyük melekten, Cebrâil, İsrâfil, Mikâil ve Azrâil’den, sonra kozmik Arşı taşıyan melekleri temsil eden Melek’ten, sâbit yıldızlar küresinden, Levh-i Mahfûz’dan (âlem ruhu), Kalem’den (akıl), cennet ve cehennemden, gökten, Güneş’ten, yerden, dört unsurdan, Nuh’un gemisinin üzerine konduğu dağdan, denizden, madenlerden, bitkilerden, vahşi hayvanlardan, kuşlardan, şeytandan, nihayet ruhlardan, insandan, Âdem’den ve Muhammed’e (a.s) gelinceye kadar diğer peygamberlerden, duyu algısından ve aklın kavrayışından yardım ister. En sonunda kalp ve ruhun durağına gelir ve burada kendisine şu söylenir: Sonuçta benim olan denizin kıyısına gelinceye kadar evreni boşuna dolaştın. Aradığın şey, sendedir. Seni ondan ayıran yine sensin. Benim olan denize gir ve onda yok ol.. Aşık, vahdet makamında hakikî lezzete gark olmuş, bütün kesret ve meşakkatten uzak iken bir anda kendisini bu kesrette bulmuştur. Her ne kadar vahdeti tekrar bu kesrette bulacaksa da burasını bir ayrılıklar mekânı olarak görür ve şikâyetlerini anlatır.. Aslî vatandan uzak kalmak Mesnevî’nin ikinci beytinin ve özelde Mesnevî’nin ana konusunu teşkil eder. Kamışlıktan uzak kalmış olan ney, ehadiyyet mertebesini hatırlamaktadır. Mevlânâ’nın neyistân tabirini kullanması, ruhları neye teşbih etmesinden ve neyin (ruhun) âlem-i ervahtan madde âlemine gelinceye dek her bir âlemdeki inleme ve feryâdını anlatmasındandır.. Bana dûzahdan ey meh dem urur gülzârlar sensiz Dıraht âteş nihâl-i dilkeş âteş berg ü bâr âteş (Ey ay yüzlü sevgili) Sen olmadan gül bahçeleri bana cehennemi anlatır. Ağaç ateş, gönül çekici taze sürgünler ateş, yapraklar, meyveler ateş) Gazelin ilk beytindeki gül bahçesinin şâire hayal ettirdiği alev dalgası hâli, bu beyitte sevgilinin olmadığı mekân olarak şâire cehennemi hatırlatır. Bahçedeki ağaçlar, fidanlar ve yapraklar yine bu alev dalgasıyla tutuşmuş yanmaktadırlar. Beyitteki temel düşünce alanı varlık âlemini simgeleyen gül bahçesidir. Burada yardımcı düşünce alanı aşk ve şâirdeki sevgilinin olmadığı bir gül bahçesi algısıdır. Bu bahçedeki güllerin kırmızılığı şâire ateş bahçesini hatırlatır.. Bahar mevsimi varlığın en parlak şekilde göründüğü bir zaman dilimidir. Gül bahçesindeki güllerin mükemmel görüntüsünün ötesinde ateşin varlık kaynağı olan ağaç, daha yeşillik ve canlılık ortamındayken bile şâire ateşi hatırlatıyor.  Eşyanın en mükemmeli olan insandaki görünüş veya tecellîyi şâir ikinci mısraya bağlayarak sonraki beyitte âşığın ezelden beri ateşle olan ilişkisi ile açıklıyor.. Mürekkebdir vücûdu tâ ezel yekpâre sûzişten Anâsırdan meğer uşşâka olmuşdur düçâr âteş (Âşığın vücudu ezelden beri tek parça yanmaktan meydana gelmiştir. Sanki âşıklara anâsırdan/dört unsurdan, âteş olmuştur) Beytin temel düşünce alanı ontolojik bir yapı olan “varlık” problemi eksenlidir. Aşıkların ateşle olan birliktelikleri ezelî bir taktirdir. Bu fikirler sonraki beyitte “vuslat âteş intizar âteş” terennümleriyle kesinlik kazanır.. Çerâğ-ı bezm-i hicri olduğum yapmış yakışdırmış Gönül pervânesine vuslat âteş intizâr âteş (Ayrılık meclisinin mumu olduğum sevgili böyle yapmış, yakıştırmış. Gönül pervânesine kavuşmak da beklemek de ateştir) Ayrılık bezmi, beytin temel düşünce alanını oluşturuyor. Bu meclis, “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” hitâbına mazhar olan rûh-ı insanın ayrılık meclisidir. İlâhî nefesin kelâmını istimâ’ eden/duyan ruh için gönül, yaratıcı iradenin varlık alanıdır.. Varlık âleminde yaratıcının en saf tecellî yeri kalptir. Şâirin “gönül pervânesi” nitelemesi son derece dikkat çekicidir. Gönülde ezelden gördüğünü arayan âşığın pervâne olması normaldir. Gönül bir aynadır. Bu ayna ne kadar saf ve ne kadar mücellâ olursa İlâhî tecelliye o kadar mazhar olur.. Pervâne, yardımcı düşünce alanı olarak âşığın benzetilenidir. Pervâne, mum ışığının çevresinde döner döner ve öyle bir an gelir ki kendisini mumun alevine bırakırmış. Yine de kanatlarını yakmış bir varlıktan daha muhteşem bir sembol olabilir mi? Süslerini yakmak, varlığını yakmak.. Belki de bizâtihi tecellî noktası olan elest bezmi tekrar yaşanmayacaktır. Emâneti burada kabul eden âşık için kavuşmak da beklemek de onu içten içe yakan bir ateştir.. Beyitteki bir diğer düşünce alanı da tasavvufî terbiye neticesinde varlık külfetinden sıyrılan müridin bir mum olan mürşidin rehberliğinde vahdet yolunda fânî olmasıdır. Pervâne, sessizce ve gürültü etmeden can veren sâdık bir âşıktır.. Aşk ateşi, önce sevgiliye sonra da âşığa düşer. Pervâne, aşk şehididir. Aşk ateşinde yanmayan da âşık değildir.. O’nun murâdı “Kün!” emrine mûtîdir. İnsan için yaratılış toprak ve balçıkla başlamış ilâhî nefesle içine bahşedilen ateşle vücut bulmuştur. Anâsırdan âşıklara geçen âteş, O’ndan parça olmaktır. Beyân-ı sûziş eyler herkes istidâd-ı fıtratdan Eder berceste âşık mısra-yı rengîn çenâr âteş (Herkes yanışını yaratılıştan gelen yeteneğine göre beyan eder. Aşık, yaratılışındaki kabiliyete göre bu yanışını renkli mısralarla gösterirken çınar da içten içe yanar) Beytin temel düşünce alanı içten içe yanan âşıktır. Yardımcı düşünce alanı ise yaratılışına göre yanan diğer herkes ve her şeydir. Burada şâir bu yanışı içli ve renkli mısralarla dile getirirken çınarın azametiyle orantılı bir iç yanışıyla derûnî yönden de aynı azamete ulaşmasına dikkat çekilir. Azametli yanış olgusunun bir kendiliğinden yanış tecrübesinden yükseldiği hususu çınarın “kendiliğinden tutuşmasıyla da bilinir”  Ezelî aşk ateşi kendi varlığını, âşıkta  berceste mısralarla gösterirken uzun ömürlü ve heybetli olan çınar ağacında kendi bedenini kendisinin tutuşturmasıyla ifşâ eder. Çınarın içinde taşıdığı ateş, ona uzun ve gösterişli bir hayat bahşeder. Fakat gün gelir ansızın onu yakmaya başlar.. Aşk terennümlerinin en mükemmel müfessirleri olan şâirlerin şiirleri de taklit edilemez müstesna sanat eserleridir. Şâir de bu söyleyiş mükemmelliğini içindeki “aşk ateşine” borçludur.. Meğer kilk-i sebük cevlânın olmuş germrev Gâlib Zemîn âteş zamân âteş bütün nakş u nigâr âteş (Ey Gâlip! Meğer hızlı yazı yazan kalemin bu anlatılanlardan ısınmaya başlamış. Mekân, zaman, bütün yazı ve resim âteş olmuş) Beytin temel düşünce alanı yine kalemi eline alıp bütün bu anlatılanları yazan şâir/âşıktır, düşünce birimi ise kalemdir. Beyitte kalemin ısınmaya başlaması birleşik düşünce alanı, ilk yaratılan kalemin şâirin elinde varlık âleminde daha çok şeyin anlatılabileceğini, fakat ilâhî iradenin yazılmakla bitmeyeceğini anlatır.. Bir önceki beyitte geçen çınar gibi, ağaçtan mamul (belki çınardan) kalem de yazdığı sırların ateşiyle yanmaya başlayacaktır. Dolayısıyla Gâlip’te ateş imgesi bir olumsuzluklar silsilesi canlandırmaz. İlâhî işaretleri okuyabilen ve anlamlandırabilen yalnız insanlardır.. Ateş, sadece Türk edebiyatında bir sembol olarak değil, bütün kadim medeniyetlerde özel anlamlı bir imgedir. Ateş, yok ediciliği ve fayda özellikleriyle şâirin zihnine ve bakışına canlılık katan bir öğedir. Gazelin tamamında ontolojik bir “oluş” anlatılır. Şâir için bu ontolojinin özeti ateştir. Sonsuz aşkı hatırlatan ateş, var olmanın temelidir. Bu yönüyle ilâhî emânetin her şeyi kuşatıcılığını gösterir. Şiirdeki zâhirî olumsuzluk içeren imgeler şâirin iç dünyasındaki coşku ve heyecan temellidir. Ateş temel alınarak ifade edilen durum, şâirdeki ve şâirin çevresinde gördüğü her nesnedeki ilâhî aşk ateşidir. Aslından ayrı kalan herkesin vuslat zamanını özlemesidir.. Evren, ateşler içinde yanmaktadır, evreni ateşler içinde yakan şey şâire bu ateşi telkin eden beyandan başkası değildir. Zira nesnenin dili lisandan üstündür. Gâlip burada telkin eden değil, telkin alan bir konumla kişinin, asıl öznenin asla ihmal etmediği ikincil bir nesne olduğunu ihsas eder. Zira dil ve görüntü düzeyinde nesne insana göre daha üst mertebede durur.. Şeyh Gâlip, bizde dile gelen ateşin varlığın telkin ettiği bir lisanla nasıl ifade edileceğini bu gazelle somutlaştırmıştır..
Şeyh Galip
Şeyh Galip
·
1 artı 1'leme
·
1.262 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.