Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

216 syf.
9/10 puan verdi
·
165 günde okudu
Seni şimdi ben, "bu dünyadan çekip gitmişlerle bir, düşünebilir miyim, buna kim dayanabilir!" Kitap şairin yayımlanmamış şiirlerini içeren, eşi Azime Korkmazgil tarafından bir veda derlemesi olarak hazırlandı. Serinin 14.kitabı, 15.son kitabında şairi değerlendireceğim ancak bu kitabın değerlendirmesi, kitabı incelikle tamamlamış Azime Korkmazgil'e ait olmalıdır. Ah Azime, yıllarca şairle mektuplaş ve arkana bakmadan şairin hayatına güneş gibi doğ! ÖNSÖZ GİBİ Otuz yaşımın olanca korkusuzluğu, yerinde duramazlığı ve sevimliliğiyle oturuyordum söğütlerin altında. Ço­cuklar çakı taşlarıyla, çığlık çığlığaydılar akan suda. Tem­muz sıcağı tütüyordu. Harman sarıları, dizlerimdeki sayfa­lardan kalkıp, yamaçlara ağıyordu. Kırlangıçlar geçiyordu Ağlasun'un göklerinden. Dereboylarından bin renkli türkü­ler yükseliyordu. Kimdin sen? Adını duymuş muydum? Yıllar önce bir tek, o eşsiz ağustos şiiri'ni okudu­ğum zaman Dost'ta, deprem yaşamıştım uğuldayan kanı­mın hızlıca akışında. "Kimsin?" diye sormuştum sana. Çocuklarımın yörük karası gözlerinden, güneşi ince ince süzen salkımsöğüdün dallarına kadar, evreni bir bir taramış, meydan okumuştum: "Benim olmalısın!" demiştim. Dünya, bir devrimin eşiğindeydi sanki. Sen, "gürün'de doğdum -dedin mektubunda- mutlu günlerin dışında ekmek kavgasının içinde doğdum tutsak sabahlar yaşadım masmavi özlemlere kandım kavak yapraklarında sakız gibi güneşler yitik bereketler arkasında çırçıplak düşlerle savrulup gitti çalınmış çocukluğum gezdim sevdim okudum topraktan kaldırıp elimi alnıma koydum yangın yerlerinde güneşe karşı öfkeyle gülen gözler yıpranmış yalın eller kitaplar çekmiş perdeleri kapkara gördüm acıydı sevinçti korkuydu hınçtı kerem 'di garip karacoğlan'dı yunus'tu sinan’dı mustafa kemal'di destanlar ortasında çalkandım durdum zorlu dağlar zorlu beller yorgun tarlalarda zorlu acılar onların yüzlerinde gördüm ağrımın aynasını gözbebeklerimde yaşadım insan dedim barış dedim vurun demedim bir kancık dönemeçte bir ölümlü gün yirmi üç baharımda kelepçe değil kollarımda yiğitler anası memleke­ttim!" dedin. Yirmi yıl, başka bir şey sormadım sana. Zaten, çetin bir bileğitaşıydın, bundan böyle, benim için! Oturdum seni örten ağır blokun üzerine; taş gibi sus­ kundu taş. Soğuk mavi kasım göğünde, ıslak kentin başı üzerinden akıp giden bulutlar gibiydin sen. Yola açılan kapıda, biri kız biri erkek, iki delikanlı du­ruyordu. Bekçi onlara, benim bulunduğum yeri gösterdi. Elele geldiler. Çekinerek yakınımda durdular. Kızılır­ mak'tan parçalar, dua gibi dökülüyordu dudaklarından. "Sık sık düşlerimizde görüyoruz onu..:" dedi kız. "Onu ta­nıyan herkesin düşlerine giriyormuş..." dedi genç adam. Gülümsemek isterdim gözlerine; tutunmak ister gi­biydik 'acılara'. Uzakta, batmakta olan güneş, senin ömrünce ardın­da koştuğun kızılkuğu'yu andırıyordu. Dönüşte Ahmet Küflü'ye uğradım. "Onu toprağa vereli ikiyüz altmışbeş gün oldu" de­dim. "Kederi aşıp ötesine geçemiyorum" dedim. "Aşılmaz!" dedin. Doktor Yücel'e gittim; "çaresi yok!” dedi. Boşluğa baktık, ayrı pencerelerden. Dönüp eve geldim. Eve her dönüşümde omuzlarıma abanan dağı çıkardım merdivenlerden; kapıdan birlikte girdik. Bu gece seni okuyacağım. Öfke ve acı yanyana. Dokunmasalar da ağlayacağım. Biliyordum, "kandan kına yakılmaz”, hiç yakılmaz; elbet sevgidir aslolan. Gene biliyorum ki sen, bu adla bir kitabının çıkmasını tutkuyla istedin. Çok sevdiğin, ellerin­de büyüttüğün bir genç vurulup düştüğü gün, "kitabımın adı bu olsun!" demiştin. Sonra; saçlarına beyaz bir güver­cin konup, efsane gibi onunla eve kadar geldiğin, o beyaz güvercinle evde, o son yaz'ın birkaç sıcak ağustos günü­nü yapayalnız geçirdiğin zaman da, aynı kitap adının çağ­rışımlarıyla yanıp tutuşuyordun... Şiirlerin okunacak; elden ele, dilden dile dolanıp gi­decek dizelerin. Bir yerde yıllarca, yorulmasız - dursuz duraksız bir deniz gibi çırpınırken sen, kıyılarda, senin yıkadığın kum­ların ışıltısında, yerle göğü birleştiren renkleri ayırdetmeye çalışmış olanların kederli anıları kime yüklenecek? Ben çocukken, annemle dağ bayır dolaşırdık. Bayılır­dık çok soğuk sulardan içmeye. Geyiklerin suretlerini sey­rettikleri kaynaklara eğilirken annem, "bu dünyadan çekip gitmişler için içelim..." derdi. Yıllar sonra, seninle gezdik o dağlarda. Fundalıkların en eski türkülerini, en eskitilmedik coşkularla dinledik, elele. Nice temmuz sıcağında, o çok soğuk pınarların başucunda, doğanın ve yaşamın dayanılmaz lirizmiyle örül­müş, nice şiirler okudun sen. Kimi zaman, çok eski anılara, şaşırtıcı izlenimlerin it­kisiyle, bambaşka duygulanımları yükler; uzun, zor, kar­maşık bir yapı koyardın ortaya. Bizimle paylaştığın yaşan­tıdan, nice ortak çıkış noktamızdan apayrı bir yere varmış, tekil ve özgün bir şey süzmüş olurdun. O senin en yeni şii­rin; ama artık hiçkimseye değil, herkese ait bir şey olurdu. Bizde iz bile bırakmamış, ya da çoktan unutulmuş nice olay; sende bir sevinç, bir coşku, ya da hüzün, ne bileyim hepsinin karışımı bir şey, sahici bir şiir olarak, en ummadı­ğımız dönemeçte çıkardı karşımıza!.. Yazdıklarının herbirine, yepyeni ışıklar tutarak bak­mak zorundaydım. Sen her neyse, her durum, her olay karşısında apayrı duyarlıklar geliştirdikçe; ben de senin çelişkilerinde yolumu şaşırmadan düşünmeyi öğrenmeye, senin has şiir ikliminde, yaşam'a değgin sorulardan arın­maya çalışırdım. Kimi zaman, bir kavga adamının yanıbaşında yaşa­dığımı, en acımasız boyutlarıyla algılardım. Kimi zaman da, bir devrimcinin sukatılmadık coşkularını olduğu kadar, bir eskizaman bilgesinin o derin çilesini duyumsatirdın ba­na. Senin yakınlarında yirmi yıl dönenmiş bir kar'ın ola­rak; ille de senin güzel, çok güzel bir ozan olduğuna hem inanan, hem de bunu bilen bir şiir tutkunu olarak, seni hep okumak, seni anlayarak okumak, elbette boynumun bor­ cuydu, senin o gür şiir soluğunu duya duya... Sen ki bu dünyayı şiir gibi yaşardın!. Tükenmez bir merak ve sevgiyle bakardın, insan de­nen doruktaki karmaşaya. Ve yazarken, o çok insanca, o çok evrensel gönül yükleriyle ve yaşıyor olmanın ölçüsüz sevinciyle dolar taşardın ve dünyayı alay, ya da öfke fırtı­nasının önüne katıp süpürmek istediğin zamanlar bile, sevginin altın yolu, sonsuzmuş gibi uzanırdı önünde ve de tutkuyla öfkelenir, öfkeyle severdin. "uzatın ellerinizi ellerinizi kaldırın güneşe kollarınızı durun duvar duvar durun yapı yapı dostlarım direnin karanlığa sevmek yapabilir bu dünyayı yenibaştan!" demiştin sen... Yaratmak istediğin en son şeyin özü de, biçimi de sevgiye, barışa, kardeşliğe, eşitliğe dayanmalıydı. Açlığı, işsizliği, zulmü ve yalnızlığı tatmıştın. Ağrıları tanır, yüreği­ni şiirlere şarkılara dökerdin. Gecen gündüzün şiirdi, aşkın özlemin şiirdi. Ve herbir şiirin günışığına çıkarılışı, kosko­ca bir kavgaydı, sancıydı, coşkuydu, ölümdü. Kendinle bo­ğuşmanın her bitiminde, bir başka yaratışın arayışlarına yönelir, yeni bir özgürlüğe doğru koşardın. Acıların yükü­nü kendine göre taşırdın. Her kanatlanışında yepyeni de­yişlere, anlatımlara, ufuklara varmaktı muradın; sonuçları kendine göre biçimlendirirdin. Tepeden tırnağa arı bir ozandın sen; o dağlarda da, bu yerlerde de... Seni şimdi ben, "bu dünyadan çekip gitmişlerle bir, düşünebilir miyim, buna kim dayanabilir!. Sayısız şiir taslaklarından, not defterlerinden, ta­mamlayıp raflara kaldırdığın öykü - oyun, masal, konuşma - deneme - anı... dosyalarından ve mektuplarından yana hiç bakmıyorum! Ama ben "kendimi tutamayıp", çok alçakgönüllü de bir şey yapmak istedim. Yazdıkların içinde; kendimce en duygulu, en coşkulu bulduklarımdan ve tartışılmaz güzel­likte işlenmişlerin bazılarından, ille de sevi şiirlerinden bir demeti, en son yazıp bıraktıklarından bir desteye eklemek istedim. Kandan kına yakılmaz'ın bana çağrıştırdıklarının karşısına bazı sevi şiirleri koyarak, bir tür denge duygusu­na varabilirdim belki. Hiçbirinden kendime pay çıkarma­dan, çok tarafsız bir sevgiyle eğildim onların üzerine. Her- bir şiir, içinden duyulup yaşanılıp öksüz bırakılmış bir ül­keydi sanki. Aslında hiçbirine kıyabilmiş değilim. Yazıp bitirdikten sonra, hepsine de aynı sevecenlikle, çocuklarınmış gibi bakardın sen. İşte, hem yanıbaşında, hem çok uzağında gibi, yüreğim acılarla ezilerek, ne var ki kaçınılmaz son'u engelleyemediğini, o çok delicoş günlerin ürünleriydi çoğu da. Ve sonra elinden, atardın kalemi, yeniden yeniden almak üzere: Bedrettin Cömert'e adadığın şiirinde, "sen aşk şiiri yazamazsın haşan hüseyin" demiştin; belki en güzel aşk şiirini böylece yazdığını biliyor muydun? azime korkmazgil ankara, 19 kasım 1984
Kandan Kına Yakılmaz
Kandan Kına YakılmazHasan Hüseyin Korkmazgil · Bilgi Yayınevi · 1992317 okunma
·
725 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.