Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

762 syf.
9/10 puan verdi
Kitap elimde en uzun kalan ve bana bolca notlar aldıran bir kitap oldu. Bunu okumak için belli bir birikim lazım mı? Evet. Husserl, Heidegger, Hegel, Descartes gibi bazı filozoflara bolca atıfta bulunduğu için kıyaslama açısından bunların genel felsefelerine hakim olmak gerekir. Ayrıca varlık felsefesi alanını ve genel tartışmalarını bilmek gerekir. Kitap sakin kafa ile okunması gereken fazlaca ağır bir kitap. Bazı kelimelerin türkçe karşılığı tam olmasa da çevirmen bize anlatmak istediği şeyi dipnot olarak veriyor. Zaten bazı kelimeler için ise kitabın sonunda bir sözlük kısmı bulunmakta. Bundan sonra yazacaklarım kitabın mini bir özeti olacağı için, okuyacak arkadaşları şimdiden uyarma gereği görüyorum. Mini özet diyorum çünkü gerçekten kitabı hakkıyla özetlersem ortaya bir Stefan Zweig tarzında eser çıkabilir. Öncelikle Sartre varlığın ne olup olmadığı konusunu araştırarak bir giriş yapar. Fenomenin varlığı ve varlık fenomeni kısmını birbirinden ayırır. Fenomenin varlığına kendinde varlık ismini verir. Varlık fenomeni ise ona göre bir varlık çağrısıdır ve fenomen olarak, fenomen ötesi niteliği gerektirir. Bilinç ve bilgi arasında da bir ayrım yaparak bilinci bilgi düzeyine indirgemez. Ona göre bir şeyin bilincinde olmak illa ki onu bilmek anlamına gelmez. Varlığı tanımladığı giriş kısmından sonra “Hiçlik” sorunu üzerinde durur. Hiçlik onun için var olmamış veya yokluk, boşluk gibi anlamlara gelmez. Hiçlik aksine varlıktan gelir. Çünkü bir şeyin kendisini hiçleyebilmesi için önce var olması gerekir. Varlığın yok oluşu bu yüzden hiçliği doğurmaz aksine varlığın yok oluşuyla birlikte hiçlikte ortadan kaybolur. Dünyaya bu hiçliği getirenin ise insan olduğunu söyler. Çünkü insan kendi varlığını sorgulayandır ve ancak kendi varlığını sorgulayan kişi hiçliği varlığa getirebilir. Sartre’ın Varlık ve Hiçlik tanımlarından sonra en fazla yeri alan kavramı “kendi-için varlık” ve “kendinde varlık” dediği kavramlardır. Kendi-için varlık ile kastettiği şey bilinçtir. Kendinde varlık ile anlatmak istediği şey ise nesnelerin bizzat kendisidir. Kendinde varlık ne ise odur. Kendi kendisiyle özdeştir. Oysa kendi-için varlık ne ise o olmayan ve ne değilse o olandır. Bununla bize anlatmak istediğini zaman kavramı üzerinden şekillendirir. Geçmiş dünyaya bilinç aracılığıyla gelir. Bizim bir zamanlar olduğumuz kişi geçmişimizdedir. Geçmişe gidip onu değiştiremeyeceğimiz için geçmiş ne ise o olandır. Şimdiki zamanı ise varlık karşısında bir kaçış olarak görür. Kendi-için geçmişte ne ise şu an o değil; gelecekte de şu an ne değilse o olur. Geleceği bu yüzden insanın daha olacak olduğu şey olarak gördüğü için, gelecek ona göre kendini mümkünleştiren bir şeydir. Başka bir deyişle bireyin eksikliğini duyduğu yöne doğru gitmesidir. Özetlersem, Sartre için zamanı dünyaya getiren kendi-içindir. Yani bilinçtir. Sartre’ın bir diğer üzerinde durduğu kavram ise “başkası” kavramıdır. Biz başkasına ilk önce bir nesne gibi görünürüz. Aslında başkasının ortaya çıkışı bir tehdittir. Başkasıyla birlikte şunu anlarız ki; benim olan dünya aynı zamanda onun da dünyasıdır. Böylece evrenin merkezinde olmadığımızı anlarız. Bu dünyayı başkalarıyla paylaşmak zorundayızdır. Başkası karşısında ilk tavrımızı bir üstünlük yarışı olarak görür. Başkası beni bir nesne olarak görür ve üstünlük sağlar. Bu kez biz bir başkasına nesnelik kazandırmak için ona yöneliriz. Onu nesneleştirirsek kendi nesneliğimizden kurtulacağımızı varsayarız. Yine de kendi bedenimizi anlayabilmemiz için bir başkasına ihtiyacımız vardır. Ölümü bile bu noktada görür. Eğer başkası olmasaydı ölüm bize kendini keşfettirmeyecekti. Bir başkasının özgürlüğü aslında kendi varlığımızın temelidir. Ama başkasının özgürlüğü üzerinden var olma fikri bizi güvende hissettirmediğinden ortaya bir çatışma çıkar. Aşkı da bu çatışma üzerinden uzun uzun anlatır. Sevilen ve seven nedir, aşık ne ister gibi. Aşığın sevileni çok istemesi sonucu onun istediği şekle girmesine nesneleşme olarak bakar ve bu nesneleşme de mazoşizmi doğurur. Sartre için bütün davranışlarımız “sahip olmak”, “yapmak” ve “olmak” kategorileri altında toplanabilir. Eylemlerimizin ilk koşulu özgürlüktür. İnsan bu özgürlüğün bilincine vardığında ise bir iç daralması yaşar. Çünkü her şeyin kendi elinde olduğu, sorumluluk almak, seçimler kaçamayacağımız şeylerdir. Bizler seçen bir özgürlüğüz fakat özgür olmayı seçemeyiz. Bu durumu insan özgürlüğe mahkumdur şeklinde yorumlar. Başımıza gelen her şey bizim kendi seçimimizdir. Eğer sevmediğimiz bir hayatın içindeysek ve hala intihar etmiyorsak, kötü hayatı yaşamayı seçmişizdir. Hayatın her durumu bir seçimdir. Tek bir şey hariç: Doğum… İnsan doğmayı seçemez der. Dünyaya fırlatılmışızdır ve bu saatten sonra her şey seçimimiz ve sorumluluğumuz altındadır. İşte iç daraltan şey de tam olarak budur ve insanın bu iç daralmasından kaçınmak için yaptığı şeyleri ise kendini aldatma olarak görür. Kitabın son bölümünde ise bize varoluşsal psikanaliz dediği bir yöntemi tanıtır. Bu yöntem sadece sorunları çözmek değil, aynı zamanda sorgulamayı da gerektirir. Varoluşsal psikanaliz; her kişinin kendini kişi kıldığı yani ne olduğunu kendi kendisine duyurduğu öznel seçimi nesnel bir form altında gün ışığına çıkartmaya yönelik bir yöntemdir. Bu yöntemi seçmesi insanın asla tamamlanmamış olmasından gelmektedir. İnsan ne değilse o olan, ne ise o olmayan olduğu için diğer yöntemler Sartre’a göre insan daha var olmadan verilen kararlardan yola çıkar. Oysa insan Sartre’a göre önce var olur, sonra özünü oluşturur. Yani varoluş özden önce gelir. Herkese keyifli okumalar.
Varlık ve Hiçlik
Varlık ve HiçlikJean-Paul Sartre · İthaki Yayınları · 2018876 okunma
··
1 artı 1'leme
·
1.725 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.