Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

976 syf.
10/10 puan verdi
·
17 günde okudu
“Eski devirlerin filozoflarından birinin dediğine göre, insan başından geçen her şeyi olduğu gibi bir yere kaydetseydi, daha ne olduğunu anlamadan filozof olurdu.” Selamun aleyküm, ışık yolunda yürüyen, koşan ve yürümek istese de gidemeyen din kardeşlerim. Bir incelemede daha sizlerle birlikteyim. Bu akşam burada bulunmamızın sebebi Søren abimizin insanlığa bıraktığı şaheserin yüceliği karşısında hayranlığımızı sunmak. Dolayısıyla Søren abi için de her nerede ise oraya bir kahkaha göndermek. Hazırsak başlıyorum. Søren abinin yıllar önce içime serpiştirdiği tohumlar gün geçtikçe içimde daha da derinlere ulaştı. Bir tohumu toprağa diktiğiniz zaman kuvveden forma geçmesini ve göklere, yani yaşama doğru yükselmesini beklersiniz dimi? Bende tam bu yazı yazılana kadar tamtersi oldu. Hiçbir zaman yeşermeyi ya da büyümeyi istemeyen veya böyle bir yetiye sahip olmayan bir ruhani tohum gibi derinlere doğru dalmaya devam etti. Bugün de yeterince derine ulaştığını düşündüğünden mi, yoksa daha fazla gidemediğinden mi veyahut o derinlikte karşısına dikilen ve bana ait olanların daha fazla geçiş izni vermediğinden mi emin değilim. Sebebi her ne olursa olsun şu anda yeşermeye başlamış durumdalar. Ben de bunların karanlıktan şafağa ulaşma maceralarını kendi gözlemimle anlatmaya çalışacağım. Bunu yine kendi kelime hazinem ve en değerli parçalarının birbirleriyle yaptığı garip danslarıyla açıklayacağım. Böyle bir girişimin de Babil Kulesi’nin yüksekliğini insan boyunu parametre alarak anlatmaya çalışmak kadar abes olacağının farkındasınızdır. Ne yazık ki, elimizde tek seçenek bu. Kendisini mezarından kaldırıp buraya getirsem bile bize hiçbir açıklama yapacağını zannetmiyorum. Kendine has baştan çıkarıcı bir bakış ve içten kahkaha atıp sonsuzluğun kadehinden doyumsuz bir şekilde içmeye devam edecektir. Bu sayede acizliğimin görüntüsünü de kabataslak açıklığa kavuşturduğuma göre dans pistine anlamı çıkabilirim. Kar tanesi. Søren abinin doğadaki imgesini bundan daha az kötü bir şekilde tasvir edecek bir nesne olduğunu düşünemiyorum, ki böyle bir şeyi düşünebilseydim bile en iyiye ulaştığımı değil sadece ondan uzaklaşmadığımı fark etmiş olurdum. Yaratıcılıkla ilgili mübalağa doğa tasvirlerine kendini kaptırmış dindarlar ile doğanın her parçasının olağanüstü bir yüce güzellikle bezendiğini ifade etmek isteyenlerin sık sık ele aldığı nesne. Her kar tanesinin kendine ait ve eşi benzeri olmayan bir fiziksel şekle sahip olmasıyla başlayan serüven, hayatın muazzamlığı ile birleşip ucu bucağı görünmeyen duygusal yoğunluğun içine doğru sürükler. Bendeki başlangıç noktasının tam olarak aynı olmasına rağmen ilerlemeyi biraz daha farklı şekilde gerçekleştiriyorum, çünkü her kar tanesi doğanın durağan güzelliklerinin üzerini belli bir harmoniyle kaplayarak muhteşem bir görüntü oluşturan bütünlüğün parçası olmuyor. Kimileri de Søren abim gibi en sarp yüksekliklerde kendilerinin farkına varıyor. Bu noktada da bütünün içinde erime isteği yoğunlaştığında kendini içinden çıkılmaz bir düşünce çarpışmasının ortasında giyinip kuşanmış bir vaziyette buluyor. Bir an için kendinin ne olduğunu hem kendi içinde hem de kendi dışında sonsuz bir farklılığın etkisi altında kavramaya başlamış olacaktır. Bunun özsel yapıdaki farklılığa karşılık düşecek şekilde ortaya çıkaracakları başkalaşsa da, onun kitaplarını okumuş olanların sezinleyeceği gibi bulunmak isteyebileceği bir varolma durumunda olmadığını anlayacaktır. O da zaferin de yenilginin de yükselişin de düşüşün de varoluşa dair her şeyin kendi içinde anlamı ve anlamsızlığı olduğunu tüm benliğiyle sezinlediğinden sonsuz ihtimalden sadece bir tanesine düşecektir. Çığ oluşturacak ilk hareketin nedeni olmak. Bu sayede sonsuz sayıdaki benzeriyle sahip olduğu temeldeki paydaşlık ve aynı anda arasındaki sonsuz farklılığın kendi aralarında çift kuğulara özgür bir dans sergileyerek, içine hapsedildiği bir düşünce serüvenine atılmasına neden olur. Buradan da harekete yansıyabilecek ve özgürce gerçekleştirilebilecek yegane eylem olarak dışsal dünyaya müdahil olmasından başka yolu yoktur. Bunu da ya bütünün içinde eriyerek ya da bütünü kendi içinde kaybederek yapacaktır. Yani ya çığın başlamasına sebebiyet veren ilk enerjinin etkisine ya da çığın nihayetinde durulmasına vesile olacak son karşı güce sahip olacaktır. Direkt zincirleme reaksiyonun ya başlangıcındaki son noktada ya da sonundaki başlangıç noktasında duracaktır. Sahiden nerede ve nasıl tüm bu olasılıkların sonunu getirecektir? Bizi kendi peşinden matematik dünyasının yarattığı sonsuz olasılıklar evinde bir odadan diğerine sürekli geçirip duracak mıdır? Hayır, başlattığı çığın nedeni budur. Çünkü özünde olan iyilik vuku bulacak ve bizi neşenin en güzel taçlarıyla bezenmiş sevgi dolu gülümsemesiyle sofraya davet edip şöleni başlatacaktır. Buraya getirmeden önce sadece bizleri silkelemek istemiştir. Dikkatle bakılırsa fark edileceği gibi, çığın somut olarak dağın -insanlığın, kitaba göre evrenselin- silkelenmesi olduğu kadar soyut olarak da kar tanelerinin -tikel bireylerin- de silkelenmesine teşvik eder. Kim dünyanın en ilginç ve kahkahalarla donatılmış şölen sofrasına tozlu ve kirlenmiş bir tinle katılma cüreti gösterebilirdi ki? Hadi biri böyle gaflete düştü ve bu çılgınlığa yeltendi diyelim; sizce en ince ve güzel yetilerle donatılmış ev sahibinin buna izin vermesi mümkün mü? Onun yaptığı şekilde, yani karşıda kirliliğinden temizlenebildiği için burada olabildiğini fark ettirmeden yapabilecek kaç tane tin arındırıcı deha var ki? Benim denk geldiğim ilkiydi ve yanılmıyorsam sonuncusu da olacaktır. Bunu okuyan hiç kimseye tavsiyede bulunabilecek bir konumda olmadığımın farkındayım. Buna rağmen yemeği paylaşmanın tokluk ve yaşam hazzını arttırdığının ayırdına varmış biri olarak da şunu belirtmeden edemeyeceğim: Ya aklınızı da tininizi de daha önce hiç duyumsamamış olduğu fakat duyumsadığımda kendini bulacağı bir zevkten mahrum bırakmamak için Søren abiyi okuyacak ve okutacaksınız, ya da onun ve benim tüm bunları hedonist bir hülya içerisinde yazdığımızı tasavvur edip bizim kurtuluşumuz için dua etme cesaretini göstereceksiniz. Yoğunluğun içine girip yazmamın amacından sapmaman yerinde olacaktır. Kitap ve içeriği hakkında içimdekileri tamamen yazmaya kalksam buna ne kalemimin mürekkebi dayanır ne de benim içinde bulunduğum durumun kavramsal karşılıkları. Maalesef bu konuda onun kadar üstat ve estet değilim. Ben kitaplarda altını çizmeden ziyade sayfaların kenarlarını katlayan biriyim. Bu sayede hem etkiyi yapan yeri ezberden ziyade arama yoluyla buluyorum hem de sadece o noktadan ziyade onun bulunduğu bütüne de dair de düşünebiliyorum. Bu zamana kadar okuduğum kitaplar arasında sayfaları en çok katladığım kitap bu oldu. Kısaca benim için zaman ile enerji temelinde karşılığını okurken en fazla hissettiğim ve kitaba harcadığım paranın görevini fazlasıyla yaptığına inandım. Benimle olan kısmına da basit bir şekilde değindikten sonra yapılacak tek şey kitabın içeriği hakkında düşündüklerimi anlatmaya sıra geldi. Öncelikle kitabın aslında tarihin en uzun mektubu olarak ele alındığını bildirmek isterim. Ki kitap olarak yayınlanmasına rağmen Søren abi de böyle görülmesini istemiştir. Dolayısıyla böyle uzun bir mektubun yazılma süreci de niteliği kadar uzamıştır. Yazanın başlangıçtan sonuna kadar aynı kişi olmasına rağmen başlangıçtaki ile sondaki kişinin aynı kişi olmadığını fark edebilirsiniz ya da başlangıçtan sona ulaşana kadar kişi farkında olarak kendini tüm çelişkileriyle bir hercai menekşenin çiçeklenmesi misali yavaş ve karmaşık bir şekilde açmıştır diyebilirsiniz. Benim nedzimde her ikisinin de belli açılardan gerçekliği var. Birincisi geçen süre içerisinde öğrendiklerinin yapacağı dolayımsız etkilerden sahip olduğu özde incelme ve değişme yaşanacaktır. İkincisi de kelimelerden arınmış bir düşünceyi bütün açılardan kendi içinde anlayabilse bile insan, aktarmaya geldiği zaman kelimelere başvuracağı için ister istemez aklın kendisiyle sınırlanmış olur; bu da izahına giriştiği düşüncenin sahip olabileceği tüm anlamı basamak çıkar gibi ya da parça parça ele alır gibi ifade etmesine olanak sunar. Bu yüzden kitabın kendisinin barındırdığı ve barındırmadığı her şeyi, Søren abinin kendisi olarak görüyorum. Bunu da şu şekilde bir metaforla açıklama cesareti göstereyim. Akşam vakti uyumaya gitmeden önce dedesinin karşısına gelip oturmuş bir tane çocuk düşünün. Sokakta veya evde oyun oynadığı esnada gerçekleşen bir olay yüzünden aklına düşen bir soruya sahip olsun. Bu sorunun cevabında da en yetkin kişi olarak dedesini düşündüğünü farz edelim. Soru yöneltmiş, dedenin tam karşısına oturulmuş, mağrur ve anlama aç gözlerle ona bakışlarını kitlemiş olsun. Dedenin sorunun ve cevabın kendisine dair bilge bir anlayışla gelen özgüvene sahip olması durumunda gerçeğin nasıl yansıyacağını düşünürsünüz? İşte, Søren abi tam burada devreye girer. Aradaki anlayış ve yaşanmışlık ile bilgelik üstünlüğüne rağmen sevginin içinde onunla paydaş ve bir olabilmiştir. Yani cevabın mutlak ve nesnel doğruluğunu geçin. Cevap, çocuğa karşısında tüm sıfatlara sahipmiş biri gibi yapılır. Yani çocuk kavramların algısına girmeye başladığı andan son ana kadar karşısında dedesini görmez. Burada dedesi bir anda görünmezlik iksirini yudumlamış bir şekilde belirtmiyorum. Somut olarak dedesinin orada olduğunu görür, lakin soyut olarak dedesi ortadan kaybolur. O artık hem dedesi, hem annesi, hem babası, hem kardeşi, hem abisi/ablası, hem dostu, hem öğretmeni, hem akıl öğretmeni, hem din öğretmeni, hem somut bir bağı olmadan duyumsadığı insanlar, hem peygamberi, hem aşkı, hem Tanrısı, hem de kendisidir. Cevabın barındırdığı bütün ile bütünün içindeki her parça anlatıcının kendisine aittir. Buradaki derinlik de buna takiben geliyor. Kendisine ait olduğu için evrenseldir ve sırf bu yüzden dinleyicinin kendisine aittir. Çünkü az önce açıklamaya yeltendiğim gibi anlatıcı da dinleyici de birdir ve kendisidir. Kendilerini hem kendi içinde hem de kendi dışında kendine ait olanlarla kendilerinde bulmuştur. Yani bu mektupların ilk kelimesinden son kelimesine kadar kapsadığı bütünlükte bulunan her anlam ve açıklama Søren abinin kendisinden gelmiştir. Onun kendisinin ve düşüncelerinin ne olduğunu tüm zamansal sürecini -kısaca neydi, ne oldu ve ne olacak- ele alarak belirtir. Ancak o bunları yazarken de ben onları okurken de okuduktan sonra da kendime ait olduğunu düşünmeden edemem. O, bayrağı bana devretti ve ben de bayrağı yine ona devredeceğim. Sen okuduğunda da bu sürekliliğe eklenmiş olacaksın. Sadece kat ettiğimiz yolun bir çemberin üzerinde olduğunu fark etmen lazım. Ne kadar gitmiş olursan ol ve ne kadar gidecek olursan ol ya da denk geldiğin noktalardaki kişiler nasıl bir durumda olursa olsun her birimizin merkeze her zaman hep aynı uzaklıkta olacağız. Yani sonsuzluğun içindeki sonlulukta da sonsuzluğun içinde de her birimiz eşit ve aynıyız. Son olarak da ele alacağım umutsuzluk kavramına getirdiği bakış açısıyla nasıl umudu ve sevgiyle gelen kurtuluşu açıklamasına değineceğim. Çağımızın ve toplumumuzun özellikle gençler -teknik olarak ben de onlardan biriyim- üzerine fırlatıp durduğu umutsuzluk ve acı bombalarından nasibini almamış kimse yoktur sanırım. Bombamdıramandan aldığı yaraların hem büyüklüğü (bu hem nitel hem de niceldir) hem de yoğunluğu yüzünden yaşama sevinciyle işlenip gelişmesi gereken kovuklarımız, endişe ve vazgeçmişliğin hüsranıyla dolup taşmıştır. Kitabın ilk kısmı kendi içimizde içine düştüğümüz bu boşluğa daha fazla sıkıştırır. Bunu da üstten itiştirerek ya da alttan çekerek yapmaz. Yanımızda durarak merkezime yönlendirip içsel kütlemizi arttırarak yapar. Bu yüzden dibe daha fazla ve daha hızlı bir şekilde çekiliriz. Öyle bir noktaya geliriz ki, ne daha dibin olup olmadığını ne bunun daha ne kadar süreceğini ne daha nasıl batılacağını ne de tekrar yukarıya tekrar nasıl çıkılacağına dair bir kayıtsızlık oluşur. Bu kayıtsızlık da olanağın yokluğundan ziyade olanaksızlığın olmamasından doğmuştur. Yani kişi tam bir uyuşukluk haline geçip inme geçirmişsine hareketsiz kalmayı yeğler. Çünkü başka bir seçeneği olmadığını düşünür. Tam bu anda yani umudunu tamamen yitirdiğinde boşluğun içinde bir kahkaha patlak verir ve eko yapıp durur. Bu derinlerden gelen Tanrısal ses, Søren abiye aittir -yani sana, bana, ona-. Kahkahanın verdiği duygusal tesir o kadar büyüktür ki, tin ile akıl birlikte bir anımsama yoluna gider. Çocukluğun muazzam saflığının en küçüğünden en büyük detayına kadar işlediği kusursuz dünyaya götürür. Bu dünyadaki gerçeğe ait her şey, Tanrısaldır. Yani kendi içinde düzen iyidir. Barındırdığı tüm olumsuzluklara -acıya- rağmen iyidir. Çünkü kendi içinde bir evrensellik ve tikellik olduğu gibi kendi dışındakinde de evrensellik ve tikellik vardır. Aynı zamanda ikisi de birbirinin içine geçmiştir. Kısaca Dostoyevski’nin de dediği gibi: “Ben Tanrı’ya inanırım, mais distinguons (ama bir farkla), kendini yalnızca benim içimde algılayan bir varlık olarak inanırım." Bu anımsama üzerine düşmüş olan her şeyden sıyrılabileceğinin ve bunu çocuksu bir saf anlayışla birleşen bilgelikle yapabileceğini sezinletir. Bu da kendisinin ilk başta tinini hafifleterek yerçekimin etkisinden kurtulup yükselmesine ve ardından da yükseldiği nokta da kendinden daha yüce bir varlığın -yani Tanrısal kendinin- karşısında alçalıp onunla evrensel özde birleşerek yapar. Güzele ve iyiye temaşa etme ile gerçekten varolmanın anlamı birleşince de, ortaya çıkan pişmanlıktan gelen umut olacaktır. Anlam ve gerçek keşfedilirken umutsuzluktan kurtulmuş olduğumuza göre artık umutla harekete geçebiliriz demektir. İşte, benim çatlak patlak, karman çorman, abuk subuk, bölük pörçük ve az çok düşündüklerim bunlar. Dediğim gibi bunlardan daha çok ve muhtemelen daha derli toplu bir düşünce hazinesine sahibim. Ancak istesem de bunların olduğu sandığa tam bakamıyorum. Fazlasıyla parlak olduklarından dolayı direkt bakamıyorum. Bu da yarım yamalak bir bakışla elime geleni çıkartıyorum demektir. Bu hususta ya benim gözlerimin ve bakışlarımın zayıflığı ya da hazinenin böylesine bir büyüklüğe erişmesine neden olan Søren abim kabahatlidir. Kararı size bırakıyorum.
Ya / Ya Da
Ya / Ya DaSoren Kierkegaard · Alfa Yayınları · 2020224 okunma
·
1.971 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.