Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

ÜÇ KERE BİR Öncelikle bir konuya açıklık getirmek istiyorum: Paragraf insanoğlunun en büyük icatlarından biridir. İnanmayan Mezopotamyalı kâtiplere sorsun! Bu yazı türünün ortaya çıkışında paragrafın mucitlerinin de payı var. Minnetle. Burak Yasin Taş İnceleme deruhtedergi.com/uc-kere-bir Deruhte Dergi Günümüzdeki çeşitli şiir anlayışları ile klasik düşüncedeki varlık mertebeleri (meratibu’l-vücûd) arasında bir ilişki kurulabilir mi? Bilindiği üzere klasik düşüncede varlık; vücûd-u aynî (ateşin kendisi gibi), vücûd-u zihnî ( ateşin zihindeki sureti), vücûd-u lafzî (ateşin dildeki hali), ve vücûd-u hattî (ateşin yazı ile gösterilmesi) olmak üzere dört mertebeden oluşur. Henüz hararetini kaybetmeyen görsel şiirin tartışma uzayını vücûd-u hattî sınırları olarak ele alalım. Bu durumda şiirin yaz-öncesi-tarihi düşünüldüğünde görsel şiirin henüz yeni bir şiir anlayışı olduğu yorumu yapılabilir mi? Peki yazının beş bin küsur yıllık hükümranlığının (hatta resmi de düşünerek kırk bin yıllık görsel tarihimizin) zirveye ulaştığı bu çağ, şiirin vücûd-u hattî varlık mertebesinde nihayete erdiğini gösterir mi? Bir dönemeçte miyiz? Bunlar sadece sorular. Yunus Emre ve Mehmet Akif arasında, aynı yıl içerisinde dergilere dosya konusu olmaktan daha derin bir benzerliğin olduğunu düşünüyorum. Kabaca XIII. yüzyılın ikinci yarısındaki o buhranlı dönem ile XIV. yüzyılın başındaki hareketli kuruluş evresine denk gelir Yunus. Buna karşılık Akif, XIX. yüzyılın son çeyreğinde yetişir ve yeni asrın ilk çeyreğinde İstiklal Harbi’nin destanını yazar. Yunus’un yazdıklarını, içinde yaşadığı coğrafya ve mekândan bağımsız okuyamayız. Divân’ı dikkatle incelediğimizde bu hüküm ortaya çıkar. Hem iç hem dış dünyayı bütüncül bir şekilde ele alan, bir karıncaya ulu nazarı olan bir arif-şair ile karşı karşıyayız. Safahat’ı da bu bütüncül bakışa paralel olarak sadece şiirlerindeki toplumsal ögeler üzerinden değerlendiremeyiz. Milletin gür sesi olmasının yanı sıra, şiirde tesir ettiği isimlerden Nazım Hikmet’in deyişiyle o aynı zamanda “büyük şair”dir. Türk şiirinde şiir kalitesi bakımından üst bir seviyeyi temsil eder. İkisi de dert yükü çeken insanlar. Yunus koca bir dile mana elbisesini giydirirken toprağa kelimelerden tohumlar ekiyordu. Akif’in o ye’s ortamında gayreti haykıran şiirlerinin ayak bastığı toprak bu anlam-değer dünyası üzerine kurulmuştur. XV. yüzyıldaki Süleyman Çelebi’ye yahut kendi zamanının Yunuslarından Osman Kemalî Efendi’ye muhabbetini böyle okuyabilmemiz mümkündür. Yunus ve Akif, ikisi de kurucu şairdir. Gönülleri yaralıdır ve yaralarını Türkçeyle sağaltırlar. Metotlarındaki farklılık bu gerçeği yadsımaz. Kendi neslinin yazdığına kulağını tıkayarak ortaya bir “şey” koyabileceğini zannedenler var. Okuduğu üç-beş(asla üçü beşi geçmez, şaşmaz kuraldır bu, inanmayan saydırsın) ismin şiirlerinin kötü taklitlerini yazarak şiirini çatmak isteyen arkadaşlarımızın bu kadar fazla olması üzücü. Mesele sayısal çoğunluktan değil, görünürlük isteklerinin şiddetinden kaynaklanıyor. Kuru övgü-sövgü salatasına da karnımız tok. Fakat takip şart. Eleştirel bir okumayla ve tabii ki kendi estetik yargılarına göre bir şiir dünyası inşa etmek doğal bir talep. Amma velakin gereğini yerine getirmek adına bırakın yeni çıkan şiir kitaplarını -imkânlar ölçüsünde- edinme gayretini, tek bir dergi takip etmeye lüzum görmeyen arkadaşlarımız var. Türk şiir ırmağı bütün tartışmalarla birlikte gürül gürül akmaya devam ediyor oysaki. Yayınevleri şiir dizileri basıyor. Kalitesiz eserlerin yukarıda bahsettiğim övgü bolluğundan payını aldığı da oluyor, güzel eserlerin sövgüye veya sükût suikastına kurban gittiği de. Önemli olan şiiri takip etmeye çalışanların değişmeyen varlığıdır, ey okur. Öyle değil mi yoksa? Dergileri süzgeçten geçiren bir Mustafa Uçurum var, başlı başına bir gayret örneği. Şerif Uğuz(müstear olabilir) var, geçmişin veya günümüzün güzel şiirlerini bizlerle buluşturan. 160. Kilometre’nin internet sitesi üzerinden yayımlamaya devam ettiği şiirler var. Bari buralara bakalım. Okuyalım arkadaşlar. Sonra konuşuruz. EK: Ek bölümünde “yaşayan insan hazinelerimizin” eserlerinden bahsedeceğim. İlk misafirimiz Yalçın Koç Hoca. 1950 Tokat doğumlu. 1998’de Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden emekli. Şu an Antalya’nın bir köyünde sabun üretmekte ve zeytin yetiştirmektedir. Hocamızın kalemi işlemeye devam ediyor. Yazdıklarının yanı sıra öğrencilerinin çalışmaları, Facebook üzerinden düşünceleri etrafında gerçekleştirilen Nazariyat Okumaları üzerinden devam ediyor. Anadolu Mayası adlı eseri felsefeye bakış açısının ve düşüncelerinin özeti mahiyetinde. Geçtiğimiz yıl “ahlak ve nazariyat” ile “ethica ve nazariyat” adında iki eser yayımladı. Bu sene başında ise “harf ve nazariyat” adlı eseri yayımlandı. Filozofumuz. Türkçenin bir felsefe dili olması noktasında eserlerinin dikkatle izlenmesi gerekir. Allah ömrüne bereket versin. Eserleri: Anadolu Mayası Theologia’nın Esasları Tarih ve Nazariyat Nazari Mantık’ın Esasları Şuur ve Nazariyat[1] Zihin ve Nazariyat Dialektik ve Nazariyat Fenomenoloji ve Nazariyat Nazari Musiki’nin Esasları Theogoni’nın Esasları Theographia’nın Esasları Ethica ve Nazariyat (2020) Ahlak ve Nazariyat (2020) Harf ve Nazariyat (2021) EK’in eki: Aynı zamanda profesyonel bir dağcı olan Hoca ile 2019 yılında yapılan bir söyleşiye bakabilirsiniz. Bir dağa tırmanmanın sıradan bir eylem olmadığını ve ne anlama geldiğini anlatan enfes bir yazı. tirmanis.org/alpinizm/alpini...
·
398 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.