Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

408 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
168 günde okudu
Öncelikle belirteyim sonlara doğru SPOİLER sayılabilecek noktalar var. Kitabı okumadıysanız incelemeyi okumanızı tavsiye etmiyorum. Bir de oldukça sübjektif, kitabın kendisinden çok bana hissettirdikleri ve düşündürdükleriyle ilgili bir inceleme olacak onu da söylemiş olayım. Bu kitap aslında ilk okuduğumda bile çok ayrıntılı bir incelemeyi hak ediyordu bence. Ama o zaman benim psikolojim, şartlar, beklentim gibi etkenler buna el vermemişti. Bir de hayatımın tam okumam gereken döneminde okumuştum bu kitabı. Sonrasında bana pek çok açıdan ilham veren, bir şeylere girişmemi sağlayan, korkularımla yüzleştiğim bir dönemdi. O yüzden de etkisi çok büyük olmuştu üzerimde. Şimdi ikinci kez okurken daha bir sakin daha bir oturaklı bakmaya çalışacağım. Girişi benim kişisel olarak hoşuma giden sakin, yavaş bir giriş. İlk başta sadece bir resim çiziyor sanki yazar. Nasıl bir dünyanın içinde olduğumuzu anlayın diyor. Burada insanların değil tanrıların dünyasındayız ve hiçbir şey bizim dünyamızdaki sınırlarla birbirinden ayrılmamış. Başlarda karakterleri, Kirke’nin ailesini, yaşadığı sarayı ve tabi Kirke’nin kendisini tanıyoruz. Bu yüzden de özellikle yavaş yazılmış bir giriş. Ben betimlemelerinden, yunan mitolojisinin esintilerinden, sakin ama huzursuz ortamından hoşlanıyorum bu kitabın. Bir yandan dünyanın resmi çizilirken diğer yandan da Kirke’nin resmini çiziyor. Çocukluğuna inelim diyen bir psikolog gibi… Kirke’nin içinde yükselen vahşiliği ve öfkeyi, diğer yandan da boyun eğen yanını ve nedenlerini anlıyoruz. Korkularının temeli, aldığı her yanlış karar burada yatıyor. Kitap devam ettikçe biz de Kirke ile birlikte büyüyor, yalnızlığı öğreniyor, güçleniyoruz ama bir yanı hep eksik kalıyor Kirke’nin. Bir türlü farkında olamadığı bir şey, bir tür korku var içinde. Diğer tanrıların aksine acı çekmek ona korkutucu gelmiyor. İradesi Athena’ya kafa tutacak kadar güçlü. Yine de birilerinin ilgisine muhtaç gibi davranıyor bazen. Bir çocuk olarak bulamadığı sevgiyi âşıklarında arıyor. Onu her fırsatta görmezden gelen, yalnız bırakan, ezmeye çalışan ailesinin boşluğunu hissediyor. Tam da burada bir seçim görüyoruz bence. Kirke güce kavuştuğu anda kötülüklerini görerek büyüdüğü ailesi gibi korkunç birine dönüşmektense kendisini savunmak zorunda kalana dek gücünü kötü bir amaç için kullanmamaya çalışıyor. Kirke iyi olmayı seçmiyor belki ama kötü olmamayı seçmeye çalışıyor. Tek pişmanlığından, onu hayatı boyunca avlayan Skylla’dan dersini alıyor. Ara sıra yolunu kaybeder gibi oluyor ama yaşadığı her şeyden bir şeyler çekip çıkarıyor Kirke. Sürekli büyüyor. Kendisini sorguluyor. Değişiyor. Unutmuyor. Çaresizce köşesine sinip geri çekilmiyor. Bütün bunlar da yavaş yavaş oluyor. Kirke insanın kendisini nasıl değiştirebileceğini, değişebileceğimizi anlatıyor aslında. Sonunda kabuğunu kırmayı göze alıp babasına kafa tuttuğunda, pişmanlıklarıyla yüzleştiğinde ve en önemlisi olduğu kişiden korkmayı bırakıp kabullendiğinde her seferinde ağlatıyor beni. Karakterler mitolojik bir hikâyeden çıkıp gelmiş gibi değil de gerçekten kanlı canlı gibi. Sanki okuduğum herkes gerçekten yaşamış, bir zamanlar Akdeniz ve Ege’de gerçekten tanrılar yürümüş, büyüler ve canavarlar insanlarla iç içeymiş gibi geliyor. Okuduğum her bir paragraf bir tablo gibi. Kimi okur bundan hoşlanmayabilir ancak ben betimlemeleri, özellikle de sadece güzel bir sahne anlatmak yerine Yunan ezgileri gibi okuru dünyanın içine çekmek için çok başarılı kullandığını düşünüyorum yazarın. Gelelim asıl meseleye. Ben, Kirke neden benim en sevdiğim kitaplardan biri olacak. Bunun nedeni yukarıda yazdığım hiçbir şey değil. İlk okuduğumda da şimdi de kitabı bitirdiğimde aklımda olan pek çok soru, düşünecek pek çok şey bıraktığı için. Ben, Kirke bir kendini bulma hikâyesi. Karakterin yolculuğu burada gerçek bir yolculuk değil. Kapana kısıldığımız o adada tek başımıza yaptığımız, tamamen içsel bir yolculuk. Şimdiye dek gördüğüm kadarıyla okuyan herkes kitaptan başka bir sonuç çıkarmış. Bu da kitabın değerini kat kat arttıran ve okuması kadar üzerine konuşmasını da çok zevkli hale getiren bir şey. Zaten bence kitabın başarısı da bir yandan buradan geliyor. Kitabı okumuş başka biriyle konuşmak, farklı bakış açılarından bakınca kitabı bambaşka bir biçimde görebilmek bir ozanın türküsü gibi kitabın ününü ağızdan ağıza yayıyor. Peki, ben ne çıkardım bu kitaptan. Kitabın sonunda aslında neredeyse açıkça yazılmış bir şeydi bu. Ölümsüzlük yaşamakla eş değer değil. Kitabı ilk kez okuduğumda pandemi sürecinin ilk aylarındaydık. Sürekli eve kapanmaktan ve pandeminin bir türlü bitmeyişinden sanırım paranoyak hissettiğim bir döneme girmiştim. Sürekli ölmenin ne kadar olduğunu düşünüp kafayı yiyordum özetle. Kitabı okurken yavaş yavaş kendime dair çok şey buldum. Kirke’nin pek çok hissini paylaşıyor, giderek de güçlü bir bağ kuruyordum. Son bölümlere doğru Kirke tanrılardan bahsederken “tanrıların ölümün zıttı olduğunu düşünürdüm” gibi bir şey söylüyor. Bu cümle beni çok düşündürmüştü. Tanrıların ölümün zıttı olduğunu düşünüyordu çünkü ölümsüzlerdi. Kitap boyunca da ara ara Kirke’nin ölümsüzlükten kötü bir şeymiş gibi bahsettiğini hatırladım. Çünkü Kirke yaşamak istiyordu ancak o ölümsüzlüğün katılığıyla ayakta kalırken dünya sürekli değişiyor, bir şeyler ölüyor ve yerine başkaları doğuyordu. Sahip olduğu hiçbir şey Kirke’nin değildi. Hepsinin yok oluşuna tanıklık edecekti. Kayalar bile aşınacak, değişecek ama Kirke hep aynı biçimde ölümsüz bir tanrıça olarak kalacaktı. Kitabın son paragraflarında da tam da buna atıfta bulunuyor zaten. Çünkü ölümsüzlük yaşamaya eş değer değil. Hiç değişmemek, zarar germemek, sabit kalıp geri kalan her şeyin değişmesini izlemek yaşamak değil. Oysa Kirke yaşamak istiyordu ama bir türlü cesaret edemediği de tam olarak buydu. Kitabı bitirdiğimde neden ölüm konusunda böylesine paranoyaklaştığımı anladım. Kirke gibi ben de sabittim çünkü. Değişmiyordum. Kendi kendimi bir adaya hapsetmiş, orada yalnızlığın tadını çıkarırken bir yandan da yaşayamadığım şeyler için hayıflanıyordum. Cesaret edemiyordum. Yaşamıyordum yani. Sadece hayattaydım. Oysa ben yaşamak istiyordum ve yapmak istediğim hiçbir şeye cesaret edemeden ölme fikriydi beni korkutan. Ölümün kendisi değildi. Bir gün hiç yaşamamış biri olarak ölmekten korkuyordum. Kim ne derse desin, okuduğunuz bir kitap size şu yazdıklarımın bir cümlesini bile düşündürtüyorsa bence iyi bir kitaptır. Kitapla ilgili başka bir şeyin de önemi yok diye düşünüyorum.
Ben, Kirke
Ben, KirkeMadeline Miller · İthaki Yayınları · 202133,6bin okunma
·
127 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.