« O anda başka iş düşünemedim. Oturup bir şiir yazdım. Adı: Kurban! Duygularımı dile getirmeye çalıştım:
İnsanın kendi suçu sanırdım yoksulluğu
Bilmezdim zorbalık düzenlerini
“Kağnı” ile “Ses”i okudum ayıldım
İlk olarak anladım köyümü, köylümü
Halkımı bilisiz koyup ezen kim
Soyup soğana çeviren kim
“Sırça Köşk”ü okudum
Kalktı gözümden perdeler
Işıtan bir yazar Sabahattin Ali, parıl parıl
Körün gözü, dilsizin dili
Parmakları halkın nabzında sürekli
Fişlediler, yılları zindanlarda geçti
Kapattılar gazetesini, toplattılar kitabını
Parıltılı yıldızlar gibi öyküleri
Masalları yoksullara bilinç taşır
Öldürdüler onu, daha çok ezmek için halkı.
Hey dağlar dağlar, başı dumanlı dağlar
Erimiş kar sularıyla coşan dereler
Ben bir köy öğretmeniyim öfke içinde
Nedir bunca kıyım yurdumun üstünde
Kimi sürgünde kimi zindanda şairlerin
Zorbalık düzenleri inletir sürekli
Hepimiz adına kurban gitti Sabahattin Ali
Issız bir meşelikte Trakya’da
Gömütsüz yatıyor orada
Sabahattin Ali yatıyor, yatacak
Dallara su yürür gibi alttan alta
Yazıları dolaşacak halkın damarlarında
Filizler sürecek kanının aktığı yerden
Şafaklar sökecek
Burdur zindanından, Bursa zindanından» (s.55)