Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

594 syf.
·
Puan vermedi
Kitabı ilk okuduğumda Tanpınar’dan alışık olduğumdan ve de Orhan Pamuğun bir Tanpınar hayranı olduğunu bildiğimden romanda bir olay etrafında şekillenen ve sonuçlanan bir hikaye beklemek yerine mekan ve zamanın tanığı kahramanların yaşadığı olaylarla ilgili hikayeler okuyacağımı tahmin etmiştim. O yüzden romanı okurken çok fazla sıkılmadım. Özellikle 3 nesilde de hep yeni arayışı hep bir önceki nesli geri kalmış olarak görmesi güzel anlatılmış kitap boyunca. Benimde buna benzer anlatmak istediğim konular var. Böyle birkaç nesil üzerinden anlatsam mı diye düşünmedim desem yalan olur. Yeni cumhuriyetin savunucusu milletvekili ve kızının 29 ekim bayramında ritüel haline gelmiş olan Ankara sokaklarında gezinti kısmı güzel anlatılmış. O kısmı okurken ister istemez bir ritüel oluşması için dini referans almasına gerek olmadığı düşüncesi zihnimde yer etti. Diğer konu kahramanlarımızdan hiçbirinin ama hiçbirinin kafası rahat değil. Kadın erkek farketmiyor bunun için. Ne batılıyız ne doğulu. Batılı olsak içinde yaşadığımız toplum doğulu. O yüzden bir türlü huzuru bulamayan kahramanlarla dolu hikaye. Kimler bu kahramanlar; Cevdet bey, eşi, kızı, oğulları Refik ve Osman, Cevdet beyin gelinleri, Refik’in arkadaşları Ömer ve Muhittin, Ömer’in müstakbel milletvekili kayın babası ve nişanlısı. Ve bu kahramanların yanında şekillenen yardımcı kahramanlar. Pamuk bu romanı birazda Tolstoyun Anna Karenina sında olduğu gibi bir devrin insanlarını, olaylarının iç yüzünü ve mekanları tasvir etmek için yazdığını söylüyor. Aslında amacına da ulaşmış diyebilirim ama birazdan belirteceğim nedenlerden dolayı eksik kaldığını düşünüyorum. Eksik kısımlara geçecek olursak bu kanıya şöyle ulaştım; ikinci defa okumadan önce internetten Pamuk’la ilgili videolar seyrederken İlber Ortaylı’nın Pamuk’la ilgili düşüncelerini paylaştığı bir video ile karşılaştım. Kısaca Ortaylı Pamuk’un Türkçeyi iyi kullanamayan bir yazar olduğunu onun kitaplarını okumak isteyen öğrencilerine İngilizcesinden okumalarını salık verdiğini dinliyoruz. Bu konuşmayı dinledikten sonra ikinci okuyuşumda hakikaten anlatım bozuklukları, kelimelerin yanlış yerde yanlış anlamda kullanımları, ifade edilmek istenen duygu ve düşüncelerin sığ kelimelerle ifade edilmeye çalışıldığını gördüm. Örneğin tekrar eden olayları vurgulamak için “gene” kelimesini o kadar çok kullanmış ki sanıyorum kitapta 1.500 kadar “gene” kelimesi var kitapta. Olayları anlatırken, mekan ve kişi tasvirleri o kadar yarı da kalmış ki, ilk okul dramalarında çocuk sahneye çıkarda heyecandan repliğini, rolünü unutur her şeyi yarım yapar ya işte okurken Pamuk’un nefesinin kesildiği gibi bir hisse kapıldım. Genellemeye gitmek ne kadar doğru, bir kitabıyla bu yorum doğru olur mu bilmiyorum ama Ortaylı’dan aldığım güçle Pamuk Nobel şahsıma değil Türkçe’ye verildi diyor ya alakası yokmuş onu anladığımı belirtmek isterim. Pamuk yazdığı Türkçe ile Nobel Edebiyat ödülü alıyorsa Tanpınar’ın 10 defa alması lazımdı. Ama şunu ifade etmeden geçersem yiğidin hakkını yemiş olurum; yazarımızın ilk kitabı bu. Kendi 25-30 lu yaşlarımı düşünüyorum da böylesi bir kurgu ve sayfa sayısında kitap yazmak benim için imkasız. Bu kitabı okurken birde şunu fark ettim; günlük tutmak gerçekten önemli bir şey. Günlük hayatta karşılaştığımız detayları bir oturuşta romanlarda anlatmak çok zor o yüzden günlük tutmak önemli. Zaten kitabı okurken günlük okuyormuşsunuz gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Hikayenin bütünüyle alakası olmayan kişiler yerler olaylar pat diye önünüze çıkıyor ve birden kayboluyorlar. O yönüyle günlük okurken bir günden diğerine geçerken arada “bu günlük bu kadar” cümlesi diye yazacağı hissine kapıldım. Diğer bir konu; Dosto mu Tolstoy mu diye sorarlar ya, bu romanda bu soru ve cevabı zihnimde baya belirdi. Emrah Sefa Gürkan bir videosunda diyor ki; ben Dosto okuyamam çünkü bayar beni. Niye Dosto’nun anlattığı sefalet, zorlu yaşam koşulları, fakirlik, acı çeken insanların betimlemelerini okuyupta ne yapsın Esg. Belli standartların üzerinde yaşayıp, görmüş geçirmiş biri için ruhunu darlayacak metinler okumak kadar saçma bir şey yoktur sanırım. Ama pamuğunda belirttiği üzere Anna karanina daki burjuva ve aristokratik toplum ve yaşayışı, çevrelerinde şekillenen olaylar daha ilgi çekici ve öğretici. Pamuğu okurken maddi bir amacı olmayan ekonomik sıkıntılarını emek sarfetmeden aşmış kişilerin hayatta bir amaç edinmek için çırpınırken düştükleri trajikomik olayları görüyorum. Ömer’in Fatih olmak üzere geldiği İstanbul’dan müteahhit olarak gittiği Kemah’ta işini bitirip zengin olunca buyruklar salan bir toprak ağasına dönüşüp, yatışa geçmesi. Refik’in köy kent projesi ve daha sonrasında kafasında kurguladığı bir çok projeyle Don kişotluğa soyunması, muhittinin ünlü bir şair olamayıp faşit dava adamına dönüşmesi ilginçti. Genç cumhuriyetin sözüm ona büyük günahları ve cumhuriyet bürokrasisinin savunmalarını okumakta ilginçti. Dersim olayları ve yol vergisini diyorum. Sol deyince aklıma yeknesak bir grup gelirdi önceleri. Ama demek ki öyle değilmiş. Türk burjuvazisinin Kemalist olduğunu düşünürdüm hep “Çıktık açık alınla 10 yılda her savaştan, 10 yılda 15 milyon genç yarattık her yaşta” marşının efsunuyla cahil kalmış halkın onları anlayamadıkları düşüncesiyle gezip dolaştıklarını düşünürdüm ama öyle de değilmiş. Bu ülke kendini sol sanıp çok farklı franksiyonlara bölündüğünü sanan kişiler yüzünden bu halde. Hepiniz, HEPİMİZ aynıyız. 80 milyon insan mı yaşıyor bu ülkede, hepimiz bir birimizden farklı olduğumuzu, farklı düşündüğümüzü, farklı reçetelerimiz olduğunu düşünüyoruz ya öyle değil işte. Hepimiz birbirimizin soluk kopyalarıyız. Kemalisti, faşisti, şeriatçısı, solcusu, sağcısı, kürtçüsü, türkçüsü hepimiz aynıyız. O kadar aynıyız ki kendimizi kandırma şekillerimiz bile aynı. Teşekkürler Orhan Pamuk.
Cevdet Bey ve Oğulları
Cevdet Bey ve OğullarıOrhan Pamuk · Yapı Kredi Yayınları · 20235,9bin okunma
·
318 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.