Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

VERİLERLE (İNSANLARLA) OYNAMAK
#136938897 Eylül Ayı Öykü Etkinliği “İlk defa bir temizlik görevlisi için yapılan iş görüşmesinde hem şirket patronun hem insan kaynakları müdürünün hem şirket müdürünün yer aldığını görüyorum. Camın arkasında başkaları da var mı? Sanayi ve Teknoloji Bakanımız da burada mı?” dedi Fikret gülerek. “Fikret Bey, biz de ilk defa Büyük Veri, Veri Madenciliği, Yapay Zekâ, Reklamcılık, Dijital Pazarlama gibi zor ve üstün zekâ gerektiren sektörlerde, birçok pozisyonda ve büyük projelerde çalışmış, 20 yıldan fazla tecrübesi olan bir kişinin “Temizlik Görevlisi” olarak bir iş başvurusu yaptığını görüyoruz. Hayır, Bakan Hanım burada değil ve evet camın arkasında koskoca bir şirketin tüm çalışanları var. Şaşkınlıkla sizi izliyorlar. Bu şirkette ve sektördeki başka şirketlerde hatta tüm sektörde bir efsaneydiniz. Birçok stajyer, uzman yetiştirdiniz. Yurt içi ve yurt dışından birçok ödüle layık görüldünüz. Bunları düşündüğümüzde şaşkınlık ile hepimizin bir araya toplanması gayet doğal diye düşünüyorum. Ne kadar oldu görüşmeyeli? 3 yıl mı?” dedi Patron Günay. “2 yıl 9 ay 12 gün” diye karşılık verdi Fikret. “Günleri saymanız ne kadar hoş! Her neyse. Fikret Bey, birden ortadan kayboldunuz ve sizden doğru dürüst haber alamadık. Telefon hattınız iptal olmuştu, maillere de cevap vermiyordunuz. Herhalde bir tür ruhsal bunalım yaşıyordur diye düşünüp, sizi bir süre rahatsız etmek istemedik ama yine de her ihtimale karşı birkaç mektup gönderdik. Mektuplara da yanıt alamayınca eve bir kişi gönderdik. Maalesef sizi orada da bulamadık. Hayatınızdan endişe duyduk ve güvenlik birimlerine bunu bildirdik. Ama onlar da size ulaşamadı. Çevrimiçi kameralar ya da kullanabileceğimiz başka elektronik cihazlar da işe yaramadı. Size dair bildiğimiz şeyler sadece doğruluğunu kanıtlayamadığımız dedikodulardan ibaret olarak kaldı. Dijital Çağ’ın zirvesini yaşadığımız şu günlerde, bir insanın herhangi bir dijital iz bırakmadan ortadan kaybolması neredeyse imkansızdır. Bunu nasıl başardınız Fikret Bey?” dedi Günay. “Bunu size anlatmak istediğimi sanmıyorum. Bu bir tür sistemsel açık olarak düşünülebilir. Size bunu anlattığımda bu açığın kapanmasına sebep olabilirim ve benim gibi ortadan kaybolma isteği olanların işlerini zora sokabilirim.” dedi Fikret. O ana kadar sessizliğini koruyan departman müdürü Hakan, “Sen gittikten sonra birçok şeyi toparlamamız gerekti. Çok fazla sorun yaşadık. Bir süre tökezledik ama daha sonra sorunları bir şekilde hallettik. Tabii ki sadece işle alakalı olarak bunları söylemiyorum ama Fikret ağabey, senin neden ve nereye gittiğini merak ediyorum.” diyerek birden araya girdi. Fikret, “Hakan, sorunları da bir şekilde halletmişsiniz. İş dışında beni merak edeceğiniz tam olarak ne vardı ki? Bunu tam olarak anlamadım. Profesyonel iş ilişkilerimiz dışında çok fazla yakın olduğumuzu hatırlamıyorum.” deyince masanın ortasına hiç beklenmedik birinden, çok hoş bir kadından bir yumruk indi. Şüphesiz bu, İnsan Kaynakları Müdürü Suna Hanım’dan başkası değildi. “Bana baksana sen! Sen ne yaptığının tam olarak farkında mısın? Tam 2 yıl 9 ay 12 gün önce ortadan kayboldun. Mucize bir şekilde bir gün ortaya çıkıyorsun ve geçmişteki tüm yaptıklarını neredeyse inkâr etmeye kalkıyorsun. Hakan’ı sen yetiştirmedin mi? Camın arkasında seni kuşkuyla izleyen öğrencileri, uzmanları, proje liderlerini sen yetiştirmedin mi? Buradaki insanlara ağabeylik, hatta bazılarına babalık bile etmişken, karşımıza geçip ‘profesyonellik dışında bir iletişimim yoktur’ demeni anlayamıyorum. Herkese bir açıklama yapmak zorundasın. Sen neden ortadan kayboldun, nereye gittin ve önemlisi neden tekrar geldin?” dedi ve uzun süredir betona gömdüğü duyguların, adeta betonu parçalayıp tekrar ortaya çıktığını hissetti. Fikret, profesyonellik diyerek olayları farklı anlatıyordu ama Suna ile birbirlerine çok yoğun duygular besledikleri zamanlar geçirmişlerdi. Suna’nın attığı yumruğun asıl sebebi de buydu zaten. “Ciddileşmenin vakti geldi. Tamam, kabul ediyorum! Birçok insanı yetiştirdim, sektöre yön verdim. Ama fark ettiğim bambaşka bir şey vardı. İlk başta görmezden gelmeye çalıştım ama başaramadım. Günay Bey’in de dediği gibi Dijital Çağ’ın zirvesindeydik ama dijitalleşen sadece sistemler, elektronik cihazlar değildi. Biz de giderek dijitalleşiyorduk.” dedi Fikret ve anlatmaya devam etti. “İnsanların hayatlarını kolaylaştıracak işler için çaba harcıyorduk. İşimiz verilerden anlamlı şeyler üretip, kullanmaktı. Ancak, kullandığımız veriler rastgele oluşan örüntüler değildi. İnsanların, resmen ayak izlerini, alışkanlıklarını, veri çöplerini, hatta duygularını kurcalıyor ve anlamlı örüntüler çıkarıyorduk. İşimiz bu zaten, bunda ne var diye düşünebilirsiniz ama bizi yanılgıya düşüren başka bir şey vardı. O da, bu verilerin canlı varlıklardan geldiğini algılamak yerine dijital değerler bütünü olarak algılamamızdı.” “Fikret Bey, bu cümlelerinizi biraz daha somut örneklerle açıklar mısınız?” dedi Günay. “Sosyal medya uygulamalarını düşünelim. Bunlar nasıl çalışıyor? Üretilen içerikler neye göre şekilleniyor? İnsanların burada daha çok vakit geçirmelerini sağlamak için neler yapılıyor? Bu sorulara yanıt vermeden önce bana daha basit bir sorunun cevabını vermenizi istiyorum. Neden sosyal medyaların çoğu ücretsiz olarak kullanılıyor? Üye olmak, bir şeyler paylaşmak, yorum yapmak hep ücretsizdir. Neden?” dedi Fikret. “Geliri başka yerlerden sağlıyor. Reklamcılık çok büyük pazar payına sahip bir sektördür ve sosyal medyalar da bunu kullanır” dedi Hakan. “Doğru. Aslında bunları açıklayan çok daha güzel bir ifade var: ‘Eğer bir ürüne para ödemiyorsanız, ürün sizsiniz demektir.’ Gerçekten çok iyi bir açıklama diye düşünüyorum. Bu uygulamaları kullanan insanlar gerçekten de uygulamaların ürünleridir. Uygulamalar, insanların uygulamalardaki eylemlerini gözlemliyor, analiz ediyor ve karşılarına da bu eylemlerden yola çıkarak oluşturulan örüntülere göre içerikler çıkarıyor. Reklam vermek isteyen kişi ya da kurumlar da bu sonuçlardan faydalanmak için sosyal medya uygulamalarına reklam için para ödüyor.” “Fikret ağabey, biz zaten bunları biliyoruz. Neden bunları sorduğunu anlıyorum. Sen bizi bir noktaya doğru yönlendirmeye çalışıyorsun. Yaptığın açıklamalar daha çok onaylatmak içindir diye düşünüyorum.” “ “Haklısın. Normal işleyiş böyleydi ama zamanla bazı farklı şeyler olmaya başladı. Reklam verenler bir de bunu izletmenin peşine düştüler. Sosyal medyada daha çok vakit geçirtmek için algoritmaların bazılarında değişikliğe gidildi. Örneğin, bir erkek sadece ilgi alanına göre içerikleri görmüyor, aynı zamanda çok güzel kadınlar görmeye de başlıyor. Kadınları aramasına gerek yok. Cinsiyetinden dolayı da içerikler onun ana sayfasına düşmeye başlıyor. Algoritmanın asıl çalışma sistemine göre farklı aramalar yapsanız da bir şekilde dikkat dağıtıcı ve daha çok zaman geçirmeye yönelik içerikler görmeye devam ediyorsunuz. Sadece bunlar le de sınırlı değil. Siyasete, topluma bir şekilde yön verebiliyorsunuz. Algoritmaların bu şekilde değiştirilmesi geliştiriciler yüzünden mi yoksa en iyisini arayan yapay zekâ algoritmaları sayesinde mi bilemiyorum. Sektöre yön versem de uzun süredir burada değilim ve çok hızlı ilerleyen bu sistemler 1 günde bile çok fazla değişkenlik gösterebiliyor. Ben gittiğim dönemin hemen öncesinde bu tarz şeyleri fark etmiştim ama incelemek için fırsat bulamadım. Ruh halim buna uygun değildi. Tecrübeme dayanarak ikisinin de payının olduğunu düşünüyorum. Ama dediğim gibi tamamen inceleme fırsatı bulamadım” Az önceye göre biraz daha sakinleşen Suna, “Yazılım algoritmalarının bu tarz bir kullanıma evrilmesi kaçınılmazdı. Burada anormal pek bir şey yok. Birden ortadan kaybolmanın sebebi sadece bu olamaz. Hadi ama Fikret, bize bundan daha fazlasını söylemek zorundasın. Başka neler oldu? Ruh halinin buna uygun olmaması durumu da bunlarla ilişkilidir diye düşünüyorum. Yanılıyor muyum?” diye sordu. “Haklısın. Sadece bunlar değil. Sosyal medya uygulamaları için yapılan bu tarz değişiklikler ile sınırlı kalmadık. İnsanların her adımını takip etmeye çalıştık. Web tarayıcıları aramalar yapıp, sonuçlar aldığımız basit motorlardan çok ‘Big brother is watching us’, ‘yani büyük kardeş bizi izliyor’ durumuna doğru ilerlemeye başladı. Her attığımız adımı takip etmeye başladılar. Gönderdiğimiz ya da aldığımız mailler, ettiğimiz sohbetler, aklımıza gelebilecek her türlü verinin işlenip, faydalanıldığı bir yapıya dönüştüler.” dedi Fikret. “Fikret ağabey, bunlar için kullanan kişilere kullanıcı sözleşmeleri, çerez politikaları, kişisel verilerin korunması ve kullanılmasıyla ilgili birçok anlaşma sunuluyor. Kullanan kişiler zaten bundan haberdar olarak kabul edilir.” dedi Hakan. “Şaka mı yapıyorsun? O sözleşmelerde kameraya ya da mikrofona erişim sağlamak için istenen izin talebinin detaylarında sizi ajan gibi izleriz de yazar mı? An be an ensenizdeyiz ve her şeyinizi kurcalayıp, deneyimlemek, bunu da kullanıcılar için yapmak istiyoruz diye ironik şekilde gülen bıyıklı adamların komik emojileri de yer alıyor mu?” dedi Fikret sinirlenerek ve devam etti “Hakan, hepinizi ben yetiştirdim ve bu tarz ‘sözde kurnaz’ manevralarla beni geçiştirebileceğini düşünmen çok gülünç. Eğer bu kadar güvenilir sistemler geliştiriyorsak neden hepiniz popüler web tarayıcıları kullanmak yerine çok daha güvenli, open source ( açık kaynak kodlu ), Tor Tarayıcısı gibi tarayıcılara yöneliyorsunuz? Hatta bununla da yetinmiyorsunuz. Kullandığınız elektronik cihazların hepsinde kendi geliştirdiğiniz işletim sistemleri yer alıyor. Bunlara ne diyeceksin?” “Ama… Sen bunu nereden biliyorsun? Asla sana böyle şeyler söylemedim.” dedi Hakan şaşkınlıkla. “Düşünce biçimlerinizi bilmiyor muyum sanıyorsunuz? Bu kadar takip edilmeye açık, kullanıcı mahremiyetine önem vermeyen sistemlerde iz bırakmayacak kadar akıllısınız. Sistemleri olmayan bilgisayarlara ya da telefonlara kendi işletim sistemlerinizi kuruyorsunuz. Bu şekilde kendinizi sistemden bir şekilde uzak tutuyorsunuz. İş dışında dijital sistemlerden uzak duruyorsunuz. Pek çok işinizi analog şekilde halletmeye çalışıyorsunuz. Buna sadece nakit para ile alışveriş yapmak da dahildir. Eğer böyle yapmazsanız her alışkanlığınızı analiz eden yapay zekalardan kaçamayacağınızı siz de biliyorsunuz. Çok fazla mecbur kalırsanız başka kişilerin cihazlarını kullanıp, çaktırmadan işlerinizi hallediyorsunuz.” dedi Fikret ve sandalyesinde geriye yaslandı. Konuşmanın gidiş yönü istediği gibi ilerliyordu. “Fikret, belki haklısın ama merak ettiğim bir şey var. Senin işveren ile iş arayanı bir araya getirmeyi daha kolay hale getiren yazılımın hakkında ne düşünüyorsun? Sen bu yazılımı geliştirmeden önce binlerce özgeçmiş arasından uygun adayı arıyor, analiz etmeye çalışıyor ve görüşmeye davet ediyorduk. Çok fazla başvuru olduğu için 30 saniyede özensiz özgeçmişlere bir göz atıp, resmen elekten geçiriyorduk. Özgeçmişi özensiz olsa da çok yetenekli insanları da belki de elemiş oluyorduk. Senin yazılımın sayesinde bu oran düştü.” dedi Suna “Hatırladım. Bazı testler, kişilik analiz algoritmaları kullanıp geliştirdiğim şu yazılımın çok sonra asıl olanı göremediğini fark ettim.” “Asıl olan mı? Ne demek istedin?” “Biz o yazılım ile insanların geçmişini analiz edip, geleceğe yönelik bir dizi tahmin yapıyorduk. İşe uygun olup olmadığını bu şekilde anlıyorduk. Potansiyel sınırına yakın olanları da gözlemlemek için havuzda bekletiyorduk. Potansiyele yakın olmayanları da havuza almıyorduk. Burada atladığımız şey ise sadece verilere güvenip, sıra dışı yetenekleri göremeyişimiz ile alakalıdır. Sonuçta biz verilere güveniyoruz. Sana bunu bir banka örneği ile açıklamaya çalışacağım. Bir bankanın, müşterilerine kredi verirken puanlama yaparak güven puanı sistemini kullandığını düşün. Bu müşterinin aylık gelirini, sicilini, kredi için gösterilecek kefil adayını sürekli sistemde tutup, güncel olarak takip ediyor. Müşteriye her kredi verdiğinde, müşteri tam zamanında taksitlerini ödüyor. Bu davranışı, yazılım için davranış örüntüsü oluşturuyor ve müşteri güven puanını arttırıyor. Birçok kez aynı şekilde kredi çeken ve ödeyen bu müşteri bir gün normalinden 10 kat fazla kredi çekmek istiyor. Yazılım müşteriye krediyi direkt veriyor. Çünkü müşterinin puanı çok iyidir. Bu müşteri sence ne yapıyor?” “Yine kredisini ödüyordur. Ne yapacak?” “Hayır. Müşteri yazılımın güven algoritmasını çözdüğü için onu yanıltıyor. Parayı alıp, kayıplara karışıyor. Parayı kefilden alabilir ama dikkatini çekmek istediğim nokta bu değil. Verilere tamamen güvenemeyeceğimizi söylüyorum. Veriler alışkanlıkları analiz edip, kayıt ettiği için sıra dışı durumları öngöremez. Senin için yaptığım yazılım da bu tip sıra dışı durumları göremez. O testlerin en doğrusu olduğunu nasıl bilebiliriz? Sıra dışı yetenekli insanlar, genellikle kalıplara girmeyi sevmezler. Uyumsuz halleri vardır. O insanları en potansiyelli aday olarak yazılım analiz edemediği için başarısızdır. Bunun tam tersi de mümkün olabilir.” “Bu çok düşük bir ihtimal değil mi? Çünkü gözle görülür bir iyileşme yaşadık.” “Potansiyeli nasıl değerlendiğine göre değişir. 1 kişi senin şirketini 100 kat değerli hale de getirebilir ya da iflas da ettirebilir. Veri analizi çok önemli ve işlevsel bir şeydir ama %100 sonuç vermez. Biz bu tip uygulamalar ile insanların geleceğini tahmin ederken yaratıcılıkları da engelliyor olabiliriz. Bir adım daha ileri gidiyorum. Bu tarz puanlama sistemini bir vatandaşlık uygulamasına dönüştürürsen ne olur? Olabilecek şeyleri düşünebiliyor musun?” Suna, “Hmm…” diye başlayarak cevap vereceği sırada Günay araya girdi: “Bunları bir şekilde anlayabiliyorum. Peki, sağlık sektöründeki durumlar için ne diyeceksiniz? Onu merak ediyorum. Burada da epey ilerledik.” dedi Günay “Doğru. Birçok şeyi geçmişe göre iyi yapıyoruz. Ama burada da klasik doktorluk işini biraz bilgisayara yaptırmaya başladık. Birçok şeyi ona yaptırırken, direkt sonuca gidebiliyoruz. Bunun dışında da giyilebilir teknolojiler sorun olabilir ama henüz onun pek farkında değiliz. Cihazları vücuda bağlayıp, kendimizi gözlemliyoruz. İşin ilginç yanı vücudumuzdan aldıkları verilerle inanılmaz diyetler çıkaran tipler ortaya çıktı ve bu sadece en basit örnektir. Deneme dahi yok. Gözlem de yok. Yani bildiğimiz anlamda yok. Enerji ile tedavi ederiz her şeyi diyenler gibi “x” sonucuna göre “y diyeti” kesin işe yarar diyorlar. Vücut buna gerçekten uygun mu tamamen bilmiyoruz. Bu tip verilerle direkt kanser aşısı ürettiğinizi düşünün. O kadar saçmalamazlar diye düşünebilirsiniz ama bundan tamamen emin olamayız. Atalarımızın “Avcı-Toplayıcı” oldukları zamanlar hakkında bilgisi olan var mı?” dedi Fikret ve boş gözlerle ona baktıklarını görünce, konuşmaya devam etti: “Doğada hayatta kalmak için sadece avcılık yapmaları yetmiyordu. Aynı zamanda zehirlenmeden yaşamak için tüm bitkileri de bilmek zorundaydılar. Yaralanmalarını, hastalıklarını da tedavi etmek zorundaydılar. Ayrıca her insan da bunları bilmek durumundaydı. Tabii, tarım toplumuna geçerken yavaş yavaş bu her şeyi bilme durumunda bazı değişikler ortaya çıktı. Herkes kendi işini yapmaya başladı ve uzmanlıklar belli kişilerle şekillendi. Bir grup çiftçilik yaparken, bazıları da bitkiler ile şifacılık yapmaya başladı. Yıllar geçtikçe bu uzmanlıklar da farklı mesleklerle ilerledi ve günümüze kadar geldi. Örneğin çocuk yetiştirirken sadece eskilerin tecrübelerini kullanmıyoruz. Çocuk psikologlarımız var. İyi öğretmenlerimiz var. Hastalıklar için doktorlar yetiştirdik. Herkes her şeyi yapmıyor ve işin uzmanlarına güveniyoruz. Ama bu durum nasıl makine devriminde işçileri işinden ettiyse, şu anki yazılımlar da insanları işinden edecek, hatta sadece onlara güvendiğimiz için tuhaf doygunluklar yaşayacağız. Hayatta kalmak, bir şeyler geliştirmek gündemimizden çıkacak ve sadece tüketen bir insanlığa dönüşeceğiz. Henüz vakit varken bu işi çözmemiz gerekiyor.” dedi Fikret. Şaşkınlıkla ona bakan Hakan, “İş görüşmesine gelmedin değil mi? Bunları anlatmak için gelmiştin. Temizlik görevlisi diye başvurup, hedef şaşırttın. Hepimizin buraya geleceğini biliyordun.” dedi. “Elbette biliyordum. O sadece ironiydi. Tabii ki şirkette çalışmayı planlamıyordum. Temizlik görevlisinin işleri arasında kirliliklerden anlamlı örüntüler çıkarmak yani temizlik yapmak vardır. Aynı şey bizim de veri çöplerini temizleyip, anlamlı örüntüler çıkarmamıza benziyor.” dedi Fikret gülerek. Konuşmanın gidişatından sıkılan Günay, “Peki, ne öneriyorsunuz?” dedi. Derin bir nefes alan Fikret, “Tümden kapatmayı ve yeniden daha sağlam adımlarla inşa etmeyi öneriyorum.” dedi. Birden parlayan Hakan, “Sen çıldırdın mı? Bu nasıl mümkün olabilir? Dünyadaki tüm yazılımları yok etmeyi nasıl önerirsin? Yazılım firmalarını geçtim, devletleri nasıl ikna edeceksin? Her şeyini uygulamalar ile yapan, orada uzun saatler geçiren insanlara hiç değinmiyorum bile. Onlar yıllardır bunları kullanıyor ve alıştılar. Konfor alanlarını terk etmeleri imkânsız” dedi. “Nasıl bir fikir bizi buraya kadar getirdiyse, yine bir fikir bizi sıfırdan inşa etmeye yönlendirebilir.” dedi Fikret. “Bu mümkün değil. Bu kadarı yeter. Eski zamanlar hatırına sizi şimdiye kadar dinliyorum. Ama bu saçmalıkları daha fazla dinlemeyeceğim. Görüşme bitmiştir.” dedi Günay sinirlenerek ve odayı terk etti. Onun ardından da Hakan odadan çıktı. Odada bir tek Suna kalmıştı. “Fikret, çılgınca fikirlerin ile yine tüm spot ışıklarını üzerine çekmeyi başardın. Ancak dediğin imkânsız ve Günay Bey’e katılıyorum. Ama yine de bir şeyi merak ediyorum. Ortadan kaybolduğunda nasıl yaşamına devam ettin? Seni nasıl bulamadık?” dedi Hakan “Basit. Atalarım gibi “Avcı-Toplayıcı oldum.” dedi Fikret. “Dalga mı geçiyorsun?” dedi Suna gülerek. “Evet. Sadece birkaç eski usul yöntem ve biraz da kılık değiştirme diyebilirim.” dedi Fikret ve kapıya yöneldi. “Hemen gitmiyorsun değil mi? Bana, şu “Avcı-Toplayıcı” dönemini biraz daha anlatmanı ve bunu bir yemekte yapmanı istiyorum. Ne dersin? Biraz daha kalabilir misin?” dedi Suna. “Tamam ama sonra gideceğim. Henüz bu fikirlerimden vazgeçmiş değilim. Başka şirketlerde ya da devletlerde şansımı deneyeceğim.” dedi Fikret ve sarsılmaz bir irade ile Suna’ya baktı. İkisi beraber kapıdan çıkıp, Suna’nın otoparktaki arabasına gittiler. ------------------------------------------------------------------------------------- Buraya kadar okuyan herkese teşekkür ederim. Bir süredir bu hikâye üstünde düşünüyordum ama bir türlü nasıl yazacağıma karar veremiyordum. Bir şekilde hikâyeyi tamamladım ama tamamen istediklerimi yazamadım. Düşüncelerimi aktarma noktasında paslanmış olabilirim. Çok sık yazı yazmıyorum. Körelmemek için arada bir bu şekilde hikayeler yazmaya çalışıyorum. Ama önemli değil. Belki de yazdığım en kötü hikâye olabilir. Tabii bu beni üzmüyor. Kötü ya da iyi de olsa bu bir tecrübe diyerek bakıyorum. Son 3 hikayedir bir şekilde bilgisayar bilimleri ilgili bir şeylere değiniyorum ve hikayenin temasını bu şekilde oluşturuyorum. Belki bu kadar teknik şekilde yazmamalıydım. Ama yine de oldukça basit ve anlaşılır yazdığımı düşünüyorum. Eğer yazarsam sonraki hikâyede belki daha farklı bir şey denerim. Neyse daha fazla uzatmadan bitiriyorum. Yapıcı eleştirilerinizi beklediğimi söylüyor, size iyi okumalar diliyorum.
··
1.851 görüntüleme
Serhat okurunun profil resmi
İlginç bir kurguya sahip güzel bir öykü olmuş. Bu içerikten böyle bir işleyişle uzun soluklu bir roman çıkabilir bence. Bilgisayar terimlerinde falan boğulmadık okurken. Eline sağlık.
Bilal Günaydın okurunun profil resmi
Çıkmayacak kardeş. Ben burada bilgisayar terimlerini çok kullandığımı söylüyorum ama bunu kanıtlayacak kimse var mı? ahhaha :D
1 sonraki yanıtı göster
Dilan Gunaydin okurunun profil resmi
O Fikret buraya gelecek 😒 Nereye gittiğini açıklayacak 😒 Bu dava burda bitmedi 😒 Benim de abim bilgisayar mühendisi. Kendisi kızsa da bilgisayardan anlamam 🙈 Emeğinize sağlık güzel hikayeydi Bilal Bey ☺️ Son olarak o Fikret'i çağırın gelsin 😒
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.