Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

128 syf.
·
Puan vermedi
Son İstanbul beyleri ve hanımları... Sokak satıcıları... Ev kadınları... Savaşa giden askerleri... Esnafı, bankcısı... Ne varsa âlemde, o var Adem de. Gelin İstanbul’u gözleri insan manzalarına konuk olalım. Şiirsel bir anlatımla öykülere kapı aralamış yazar. Yormayan, sıkmayan, düşündüren, sokaklarında gezdiren bir anlatım. Her insanın yazgısına değinmiş. Evlern pencerelerinden, kapılarından, bahçelerinden konuşmuş. Şehre bakan gözlerdir bunlar. İnsanı yansıtan, insana yansıyan gözler. Anlatımı sıcak ve insanı dahil ediyor öyküye. Çok tanıdık simalar var. Türk sinemasının siyah beyaz ekranında Sadri Alışık, Ayhan ışık, Müşfik Kenter, Suna Pekuysal, Belgin Doruk, Aliye Rona, Ali Şen... gibi oyuncuların simalarını andıran öyküler var. Kitabın başında yazar; “İstanbulda yaşayan ve yaşayacak herkese” diye ithafen başlasa da İstanbul’un eşsizliğini ve milyonları barındıran bir ülke gibi dayandığını bilmeyen yok. Sokaklarını gezerek ya da tv’de izleyerek arşınlamayan yoktur. Bu yüzden bu kitabı bulursanız bir okuma fırsatı vermeniz sizi birçok insanın dünyasına dahil edip düşündürecektir. Hayat akmış ama insan hep aynı kalmış. Renkler canlanmış ama ruhlar aynı çıkarda diyeceksiniz. Kitaptan bir öykü ile... melekzâde şair pakize hanımefendi “melekzâde şair pakize hanımefendi merdivenlere değen saç örgüsünün ucuna altın bir anahtar bağladıkları gün on yedisindeydi bu zarif oyunu bir arap halayık akıl etmişti anahtardan habersiz merdivenden inerken melekzâde şair pakize hanımefendi halıya çarpan altın anahtar şakacı bir sesle gülüyordu sanki ve camdan merdiven trabzanlarına tutunan eli beyaz bir güvercin yavrusuydu mavi saten eteğinin bulutlarına doğru uçmak ister gibi ve kristal avizeler öyle bir ışık pınarıydi ki doyum olmazdı içmeye güneşin yedi rengini tam öğle yemeğine çağıran çıngırak çalarken haremdekileri ve gitgel dolap hızla taşırken sinileri sahanları tepsileri hiç sevmezdi melekzâde pakize hanımefendi yemek yemesini ne bayağı bir işti götürmek ağzına o yağlı yiyecekleri ve kirletmek inci dişleri eğer isteseydi bir kol kalınlığındaki kumral saç örgüsüyle bir işgal askerini bozabilirdi paşa babası düşünceli bir tavırla gidince evden anlamamıştı bile onun anadolu’ya geçişini koruda sabah yürüyüşleri yaptı kameriyedeki sarı menekşe güllerini kokladı bülbül sesi dinledi çiğ damlasını elledi sincap dedi dadıcığım önümüzden sincap geçti melekzâde şair pakize hanımefendi aşık olana dek hiç kullanmadı hokkasını kalemini ud çalmasını öğrendi fransızca konuşmasını bir de düzelmeyi kadife kordelasını saraydan ayrılmış cariyelerle akşamüstleri fasıl yaparken şarkı da söyledi kızıltoprak’ta tren yolundan geçen al yanaklı arnavut satıcılar yani sırtı küfeli ciğerciler enginarcılar sarıklı hocalar durur dinlenirdi bir an paşa konağından gelen bu cennet sesleri savaş bitikten sonra şiir yazan bir kızla kimse evlenmedi zaten o da kimseyi beğenmedi hep taşralı derdi bir hastalık adı gibi taşralı gördünüz mü çekin eteğinizi intiharı bile düşündü de melekzâde pakize hanımefendi kurtaramadı ipotekten zümrüt yüzüklerini sessiz bir yürüyüşle mahalleyi terkederken önde hamallar arkada kendi bahçedeki gelincikler belki de gördüğü son çiçekti konak da artık yaşamıyordu terk edilmiş bir sevgili gibi köşesine çekilmiş dinliyordu rüzgarın sesini günler çabuk geçti beyaz saçları omuzunda topuz olmuş çok uzun boylu gururlu ve çok yalnız kadın artık şair pakize hanımdı herkesin biraz da gülümsediği yeldeğirmeni’nde birbirine bitişik cumbalı evlerin birinde kuyruklu piyanosunu yırtık cibinliği ve suskunluğuyla odasından çıkmadan yaşıyordu şairliğini ve onu ciddiye alan yalnızca bisiklet tamircisi bir ermeniydi altı parmaklı hiç evlenmemiş yaşlı bir ermeni ve aç kalmamak için seksen yaşında evin alt katındaki iki odayı kiraya verdi adanalı bir polise polis ilkin güleryüz gösterdi ona ve bulgurlu yiyecekler gönderdi ona sonra biz sana bakarız diye kandırdı pakize hanımı evi kendine sattırdı artık polisin evine sığınmış bir sokak kedisiydi melekzâde pakize hanımefendi yemek istememek için aç yatmayı yeğledi ve gene de dayak yedi kimi günler sokağa atılmakla korkutuldu alay edildi uyurken kapısı zorlandı ve beklenen son çabuk geldi anladı pakize hanım hayatın ona bir oyun oynadığını ve oyunu düzeltmek için zamanın kalmadığını önce şiirlerini yaktı sonra delirdi bir gün bir hastane arabası aldı onu götürdü polis karısı köfte yoğururken duymazlığa geldi kapıda birikmiş çocukların sesini bir delinin geçişini seyreden sahi melekzâde pakize hanımefendi acaba bir şiir miydi yoksa yarım kalmış bir şiirin kendisi mi ” Keyifli okumalar!
İstanbul'un Gözleri Mahmur
İstanbul'un Gözleri MahmurMelisa Gürpınar · Can Yayınları · 199423 okunma
·
194 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.