Son İstanbul beyleri ve hanımları...
Sokak satıcıları...
Ev kadınları...
Savaşa giden askerleri...
Esnafı, bankcısı...
Ne varsa âlemde, o var Adem de.
Gelin İstanbul’u gözleri insan manzalarına konuk olalım.
Şiirsel bir anlatımla öykülere kapı aralamış yazar. Yormayan, sıkmayan, düşündüren, sokaklarında gezdiren bir anlatım. Her insanın yazgısına değinmiş. Evlern pencerelerinden, kapılarından, bahçelerinden konuşmuş. Şehre bakan gözlerdir bunlar. İnsanı yansıtan, insana yansıyan gözler. Anlatımı sıcak ve insanı dahil ediyor öyküye. Çok tanıdık simalar var. Türk sinemasının siyah beyaz ekranında Sadri Alışık, Ayhan ışık, Müşfik Kenter, Suna Pekuysal, Belgin Doruk, Aliye Rona, Ali Şen... gibi oyuncuların simalarını andıran öyküler var.
Kitabın başında yazar;
“İstanbulda yaşayan ve yaşayacak herkese” diye ithafen başlasa da İstanbul’un eşsizliğini ve milyonları barındıran bir ülke gibi dayandığını bilmeyen yok. Sokaklarını gezerek ya da tv’de izleyerek arşınlamayan yoktur. Bu yüzden bu kitabı bulursanız bir okuma fırsatı vermeniz sizi birçok insanın dünyasına dahil edip düşündürecektir. Hayat akmış ama insan hep aynı kalmış. Renkler canlanmış ama ruhlar aynı çıkarda diyeceksiniz.
Kitaptan bir öykü ile...
melekzâde şair pakize hanımefendi
“melekzâde şair pakize hanımefendi
merdivenlere değen saç örgüsünün ucuna
altın bir anahtar bağladıkları gün
on yedisindeydi
bu zarif oyunu bir arap halayık akıl etmişti
anahtardan habersiz
merdivenden inerken melekzâde şair pakize hanımefendi
halıya çarpan altın anahtar
şakacı bir sesle gülüyordu sanki
ve camdan merdiven trabzanlarına tutunan eli
beyaz bir güvercin yavrusuydu
mavi saten eteğinin bulutlarına doğru uçmak ister gibi
ve kristal avizeler öyle bir ışık pınarıydi ki doyum olmazdı içmeye güneşin yedi rengini
tam öğle yemeğine çağıran çıngırak çalarken haremdekileri
ve gitgel dolap hızla taşırken sinileri sahanları tepsileri
hiç sevmezdi melekzâde pakize hanımefendi yemek yemesini
ne bayağı bir işti götürmek ağzına
o yağlı yiyecekleri
ve kirletmek inci dişleri
eğer isteseydi
bir kol kalınlığındaki
kumral saç örgüsüyle
bir işgal askerini bozabilirdi
paşa babası düşünceli bir tavırla gidince evden
anlamamıştı bile onun anadolu’ya geçişini
koruda sabah yürüyüşleri yaptı
kameriyedeki sarı menekşe güllerini kokladı
bülbül sesi dinledi
çiğ damlasını elledi
sincap dedi dadıcığım önümüzden sincap geçti
melekzâde şair pakize hanımefendi aşık olana dek
hiç kullanmadı hokkasını kalemini
ud çalmasını öğrendi
fransızca konuşmasını
bir de düzelmeyi kadife kordelasını
saraydan ayrılmış cariyelerle
akşamüstleri fasıl yaparken
şarkı da söyledi
kızıltoprak’ta tren yolundan geçen
al yanaklı arnavut satıcılar
yani sırtı küfeli ciğerciler enginarcılar
sarıklı hocalar
durur dinlenirdi bir an
paşa konağından gelen
bu cennet sesleri
savaş bitikten sonra
şiir yazan bir kızla kimse evlenmedi
zaten o da kimseyi beğenmedi
hep taşralı derdi
bir hastalık adı gibi
taşralı gördünüz mü çekin eteğinizi
intiharı bile düşündü de melekzâde pakize hanımefendi
kurtaramadı ipotekten zümrüt yüzüklerini
sessiz bir yürüyüşle mahalleyi terkederken önde hamallar arkada kendi
bahçedeki gelincikler
belki de gördüğü son çiçekti
konak da artık yaşamıyordu
terk edilmiş bir sevgili gibi
köşesine çekilmiş
dinliyordu rüzgarın sesini
günler çabuk geçti
beyaz saçları omuzunda topuz olmuş
çok uzun boylu
gururlu
ve çok yalnız kadın
artık şair pakize hanımdı
herkesin biraz da gülümsediği yeldeğirmeni’nde birbirine bitişik cumbalı evlerin birinde
kuyruklu piyanosunu yırtık cibinliği
ve suskunluğuyla
odasından çıkmadan yaşıyordu şairliğini ve onu ciddiye alan
yalnızca bisiklet tamircisi bir ermeniydi
altı parmaklı hiç evlenmemiş yaşlı bir ermeni
ve aç kalmamak için seksen yaşında
evin alt katındaki iki odayı
kiraya verdi adanalı bir polise
polis ilkin güleryüz gösterdi ona
ve bulgurlu yiyecekler gönderdi ona
sonra biz sana bakarız diye kandırdı pakize hanımı
evi kendine sattırdı
artık polisin evine sığınmış bir sokak kedisiydi
melekzâde pakize hanımefendi
yemek istememek için aç yatmayı yeğledi ve gene de dayak yedi kimi günler
sokağa atılmakla korkutuldu
alay edildi
uyurken kapısı zorlandı
ve beklenen son çabuk geldi
anladı pakize hanım
hayatın ona bir oyun oynadığını
ve oyunu düzeltmek için zamanın kalmadığını
önce şiirlerini yaktı
sonra delirdi
bir gün bir hastane arabası aldı onu götürdü
polis karısı köfte yoğururken
duymazlığa geldi
kapıda birikmiş çocukların sesini
bir delinin geçişini seyreden
sahi
melekzâde pakize hanımefendi
acaba bir şiir miydi
yoksa yarım kalmış bir şiirin kendisi mi ”
Keyifli okumalar!