Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

728 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
33 günde okudu
Yara
SON 250 YILIMIZ… Bu kitap bence liseden itibaren ders kitabı olarak okutulmalı. İnsanların kulaktan dolma veya dizilerden bozma bilgiler yerine zengin kaynakça ile beslenmiş böylesi kitaplarla geçmişlerine daha yakından bakma ve muhakeme yapma becerisi edinmeleri gerekir. Özellikle de gençlerin. Kitap Cumhuriyet tarihine ışık tutmak adına Osmanlı’nın Batılılaşma bataklığına düştüğü yerden yani Kanuni’nin ölümü ile başladığı varsayılan Duraklama ve sonrasında gelen Gerileme dönemlerinden başlıyor ve bölümler halinde ilerliyor. İki asır yedi yüz sayfaya sıkmadan, bunaltmadan sığdırılmış. Kitapta Osmanlı’nın geniş bir coğrafyada hakimiyet kurması ama idare etmeyi sistemli bir hale dönüştürmeyi bir türlü başaramamış olması eleştirel bir gözle odağa alınmış. Hanedan silsilesi, taht oyunları ve liyakat kültürünün benimsenememiş olması yönetim zaafiyetini etkileyen unsurlar içinde vurgulanarak satırlara dökülmüş. Dışarıdan bir gözle bakıldığında; Batı’nın sosyal, bilimsel ve ekonomik gelişmelerle hızla ilerlemesi yerini bir süre sonra, savaşlarla hareket alanlarını genişleterek sömürü ağının kurulmasına bıraktığında Osmanlı çoktan ‘Hasta Adam’a dönüşmüştü. Rusya ve Avrupa arasında sıkışıp kalmış çok uluslu bir devlet olmasının faturasını bitmek bilmez savaşlarla ve azınlık (milliyetçilik) sorunlarıyla boğuşarak ödemiştir. Islahat ile başladığı varsayılan yenileştirme ve iyileştirme adımları ordu, yönetim ve adalet sistemlerinde yer yer baskı ve zor kullanılarak sağlanmaya çalışılırken halk denen sessiz yoğunluk, bu topraklarda adet olduğu üzere bedel ödemeye mahkum edilen güruh olarak bu yeniliklerden pek de etkilenmemiştir. Ordudaki üst düzey subaylar, saray ve çevresini kuşatan ulema sınıfı ile devletin yüksek memurları refahlarını Batı özentisiyle günbegün arttırırken halk, kuru ekmeğe talim ederek olanları izlemekle yetinmiş ve cephelerde sessizce ölüme mahkum edilmiştir. Erkek nüfusunun çoğunu savaşlarda kaybeden imparatorluğun iş gücü olarak kadınları ve çocukları kullanmaya başlamasıyla onlara da azıcık ucundan haklar verilmeye başlamış ve yine üst perdeden yükselen eğitimli kadınların çığlıkları da basında yankılar uyandırarak kamuoyu yaratmaya ve sancılı değişimlerle gelen insani haklara kapı aralamıştır. Jön Türk kafasını, İttihat ve Terakki’nin baskıcı reformları izlemiş; bir yanda nüfuzunu arttırmak için baskıcı bir otoriteyle merkezileşmeye çalışan padişahlar, diğer yanda da Ulemanın ‘din elden gidiyor’ kışkırtmaları toplumun her kesimini yer yer parçalara ayırmaya devam etmiş maalesef. Görünen o ki; Kafaların içinde şekilsel formlarla uygulanmaya çalışılan yüzeysel değişimler (sekülerleşme adımları) toplumu Batılı yapmaya yetmediği gibi kafa karışıklığı ve kutuplaşmalara doğru sürüklemiş. Kimi eskinin ipine sarılmış, kimi dış yardımlardan medet ummuş, kimi ‘özümüze dönelim’ deyip milliyetçiliği özendirmeye çalışmış ama sonuç olarak en dipte bu halk, her dalgada biraz daha dindarlaşmaya yaklaşmıştır. Çünkü sürekli dinlerinin elinden alınacağı tehdidiyle korkutularak kışkırtılmışlar ve dinleri kah ellerine bir silah olarak verilmiş kah kendilerine bir silah olarak doğrultulmuş. Devletin bekaasını odak alan yöneticiler ve onların uzantıları için halk sessiz bir yığından öte bir karşılık bulamamış ne yazık ki. Onun varlığı her zaman devlet için bir kalkan vazifesi görmüş o kadar. Devlete itaat ve hizmet şiarı akıllara iyice kazınmış. Oysa güçlü toplumlardaki değişimler tabandan gelerek üst sınıfları zorlar. Devrimler aşağıdan yukarıya olursa başarılı sayılır. Devletin halka hizmeti esastır. Güçlü toplumlarda yenileşme için yapılan ayaklanmalar bizim topraklarımızda genel olarak yenileşmeye karşı olarak yapılmış. Osmanlı toplumunda dikkat çekici şekilde ters yüz olmuş sistem, tepeden inme günü kurtarmaya yönelik müdahalelerle ve zorla uygulanmaya çalışılan bir by-pass ile kaderciliğe bağlanarak, şükürle son bulan bir toplumsal atalete evrilmiştir. Atalarının şanlı hikayelerini dinleyerek büyüyen ve seyrederek yaşamaya alışan edilgen birey, toplum içinde yabancılaşmaya devam etmiştir. Sonrası kutuplaşma, ötekine nefretle bakma ve güç dengeleriyle oynanan bir çoğunluk oyununa dönüşmüştür. Adına demokrasi dense de bunun kocaman bir yalan olduğunu kafasını kuma gömmeyen herkes biliyor sanırım. Bu kitap size şunu öğretebilir; Yönetimdekilerin iyi niyeti çoğu zaman işe yaramaz. Diğer taraftan adaleti sağlayacak dengeleri oluşturmak için oturup bir kurtarıcı beklemek de sorunu çözmez. Dünya tarihi ihanete uğrayan kurtarıcı liderlerin öyküleriyle doludur. Acı bir gerçek olsa da, Atatürk de bunlardan biridir. Kurduğu yeni ülkedeki insanların yarısı onu sevgi ve minnetle anarken diğer yarısı düşmanlık besler. Düşman olanların kabullenemedikleri şey onun devlet yönetimi ve din arasına bir set çekmeye çalışmasının kendi şahsi fikri olduğu yanılgısıdır. Sanki Atatürk mantar gibi bir anda çıkıvermiş ve her şeyi kafasına göre değiştirmiş gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Okuduğunuzda ve birazcık Osmanlı tarihi araştırdığınızda görülüyor ki, Mustafa Kemal’in fikirleri, 1789 Fransız İhtilali’nden bu yana çalkalanan Osmanlı’yı reforme etme çabalarının bir devamıdır. III. Selim ile başlayan ve özellikle yüzünü Fransa’ya dönen hanedan, üst tabaka memur ve ordu mensuplarının içinden biridir ama tek farkla! O kaçmadı! Ülkeyi I. Dünya Savaşı bataklığına iten Talatlar, Enverler, saltanat üyeleri bir bir arkalarına bakmadan kaçarken O, yenilgiyi kabul edemeyen tarafın liderliğini yapmayı seçti. Kolay mı sanıyorsunuz? Tabii ki bugün ekran karşısında koca göbeklerini yaya yaya atıp tutan densizler için günümüz şartlarıyla o günü değerlendirmek ve tarihi yargılayarak faturayı maksatlı şekilde kişilere çıkarmak çok kolay. İşgal güçlerine sırtını dayayıp millete sırtını dönenleri bugün için mağdur göstermeye çalışmak da kocaman bir planın parçası ama kuş bakışı bakabilmek için biraz tarafsızlık gerekir. Sonuçta Atatürk de bir insandı. Diğer reformcular gibi eksikleri ve hataları vardı ama bu kadar acımasızca bir ihaneti haketmediği kanısındayım. Görüldüğü gibi kocaman planlar yapan birileri ellerindeki iplerle bizi her daim istedikleri gibi oynatmayı başarmış. Nitekim, ekonomik yönden zayıf topluluklar egemen güçlerin oyuncağı olmaya mahkumdurlar. Sonuç olarak o iyi bir asker olmasının yanında gözü kara bir devrimciydi ve şurası bir gerçektir ki eğer bugün modern Türkiye Ortadoğu’daki çoğu ülke gibi karanlıklar içinde yaşamıyorsa ve ananız bacınız sokakta göğsünü gere gere dolaşabiliyorsa bu O’nun sayesindedir. Bundan sonrasında, endişeli modernler ve gericiler (siyasal İslamcılar) arasındaki dengesiz terazi bu ülkenin geleceğini belirleyecek, görünen o. Günümüze yaklaşırsak eğer şu açıkça belirir; Varoşlarda büyüyenler, toplumsal gelişmeye inanmazlar. Çünkü toplumsal gelişme dediğiniz şey üst sınıfları zengin ederken ekonomik gerilemeler tüm acımasızlığıyla varoşlara etki eder. Cumhuriyetin Türkiye’deki yorumunun eleştirisi belki de kendine bir ‘sonradan görmeler’ sınıfı yaratmak olmuştur. Bu yüzden Atatürk’ün hayal ettiği ilerleme yoluna bir türlü girilememiş ve devrimler ‘Jakobenlik’ suçlamasıyla karalanarak, sessiz yoğunluk geriye doğru sürüklenmeye devam etmiştir. Ama; Ekonomik gelişme için, önce toprak reformlarıyla sonra da deyim yerindeyse kıçı kırık bir sanayi hamlesiyle ticari bir sınıf oluşturulması ivediydi. Dünya ticaret ile dönüyordu ve Osmanlı’nın sürekli küçümseyerek yabancı azınlıklara bıraktığı ticaret canlandırılmalıydı. Çünkü para olmazsa ne devlet ne insan ne halk ne de din kalırdı ortada. Bunun olmasından çok korkuluyordu. Halk kuru ekmek yemeye devam ederken yeni orta sınıf savaş ekonomisiyle iyice palazlanınca refahı genişleterek tabana yaymak yerine kendi ceplerini doldurmayı önceleyince kapitalizm ağlarını ördükçe örmüş ve gelsin -izmler, akımlar, sağ-sol davaları, insanları birbirine düşürerek açlıklarını unutmalarını sağlayacak toplumsal oyunlar. İşte bunun genel adı siyaset ve en büyük silahı hâlâ din. Geri kalmış toplumlar niye dindar? Bu soruyu sormaktan korkmayan bireyler çoğalırsa belki de refah toplumlarını inançsızlıkla karalamaya çalışmak yerine onlarla ekonomik anlamda rekabet edecek konuma gelebiliriz. Onlara benzemek korkusu yüzünden bu ülkede yarım bırakılan şeyler onlarla rekabet edebilirsek tamamlanacak. Bunun için kendimizden, dinimizden ve kimliğimizden vazgeçmemize gerek yok ki. Kendimiz olarak da gelişebiliriz ama bunun için istemek gerekir. İstemek ve yapmak. Biz sadece bekliyoruz. Bizim yerimize birilerinin gelip bir şeyler yapmasını. Hayatımızı istediğimiz gibi yapmaya da cesaretimiz yok olduğu gibi görmeye de. Korkular içinde debelenip duruyoruz. Oysaki hayat istediğimiz gibi değil olduğu gibidir. Kabullenemiyoruz. Geçmişimizle kavga ediyoruz, gelişmiş ülkelerle kavga ediyoruz, birbirimizle kavga ediyoruz. Kavga kültürü yerine rekabet kültürünü koyamadığımız için, durmaksızın kavga ediyoruz… Ölmüş bir lideri dillerinden düşürmeyip sevdiklerini söyleyenler de, yaptıklarını beğenmeyip sürekli yerenler de sadece ve sadece kendi çıkarları için onu kullanıyorlar. Günü yaşamak bizi ileriye taşır, günü kurtarmak ise geriye. Fikirlerden ilham geçmişten de ders alınarak ileriye bakmalıyız oysa. Tarihimizin canımızın istediği tarafını sevebiliriz buna kimse karışamaz ama bunu seçerken gerçekten özgür irademizi kullanıp kullanmadığımızdan emin olmamız gerekir. İşimize geleni bir kenara koyarak, önce kendimizden şüphe etmekle işe başlayabiliriz. Yola koyulmak sonra… Söylem insanı olmak yerine eylem insanı olmak ve yola koyulmak sonra… Kendimizden başlamak her şeye… Kendimizden başlamak. Bu kitabı okumalısınız. Son sözümüz Cioran’dan gelsin bakalım :) aklımda dönüp durur zaman zaman : “Dünyadaki tüm devrimler tiranlara karşı yapıldı fakat hiçbiri tiranlığa karşı yapılmadı.” Kitapla kalın…
Modern Türkiye'nin Doğuşu
Modern Türkiye'nin Doğuşu
Modern Türkiye'nin Doğuşu
Modern Türkiye'nin DoğuşuBernard Lewis · Arkadaş Yayınları · 2021940 okunma
··2 alıntı·
3.023 görüntüleme
Leman Altıner okurunun profil resmi
Örnek bir inceleme olmuş, kaleminize sağlık... Daha cok kişiye ulaşması dileğiyle... 💫💐
Özlem Özmen okurunun profil resmi
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim🙏🏼 yaklaşık iki ay önce yazdığım bu incelemeyi az önce çöp kutumda buldum ve çok şaşırdım🙈parmağım yanlış bir tuşa dokunmuş olmalı diye düşündüm. Kaybolmaması için de yeniden paylaştım Leman hanım. Paylaştığınız için de ayrıca teşekkürler, çok zarifsiniz💖🥰
1 sonraki yanıtı göster
İstiklâl soysal okurunun profil resmi
Çok güzel ve ayrıntı bir inceleme olmuş. Kaleminize sağlık.
PAKİZE TÜRKARSLAN okurunun profil resmi
Emeğinize sağlık cok sağlam bir inceleme olmuş
Özlem Özmen okurunun profil resmi
🌺🌺🙏🏼🙏🏼
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.