Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

520 syf.
10/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Kendilerini, inançlarının temsilcisi olarak gören ve ülkelerinin yegane kurtuluşunuda kendi inanç ve görüşlerinin tatbikinde gören iki arkadaşın merkezinde ve perspektifinde anlatılan bir hikaye. Gora ve Binoy'un ışığında Hindistan'ın fotoğrafını çeken bir anlatı. Gora'a doğduğu yere ve ülkesinin ona verdiği kimliğe sadakatle bağlılık gösterdiği toplumsal kuralları yaşam tarzına çevirerek, idealleştirtiği yaşama biçimini ve inancını esnetmeden çok katı bir şekilde sergilerken, Binoy inancının içeriğinden çok Gora'ya olan sevgisi ve bağlılığıyla sahiplenip yansıtır inancını. İmanı daha az olan Binoy'un farklı inanç ve gekenekteki bir aile ve çevreye girerek iki inanç arasında yaşadığı çelişkileri, ikilemleri, tabiri caizse iki inanç ve geleneğin esnemeyen kuralları arasında kırılmasını görüyoruz hikayenin ilerleyen bölümlerinde. Bir tarafta inancının kaynağı olarak gördüğü Gora, diğer tarafta dünyaya farklı bir gözle bakmasına sebep olan ve kendisine ruhsal bir zenginlik katan fakat farklı bir inançtan olan sevdiği kız. Toplumsal baskı da cabası. Arkadaşının arada kalışını ve zor durumunu görüp anlasada hatta zaman zaman onun gibi düşünse de inancını sergilerken gösterdiği katılığı, sertliğı ve uzlaşmazlığı hem kendine hem arkadaşına sergileyen Gora. Ama ne kadar kendini zorlasada Binoy'un girdiği çekime kapılmaktan kendini alıkoyamaz Gora. Ve yaşadığı ikilemler düşündürür, sorgulatır inancını. Bir tatminsizlik, bir doyumsuzluk vardır içinde inancına karşı. Ama yinede inancını hep kendi önünde tuttuğu için bir türlü aşıp ket vuramaz bağnazca davranışlarına. Taaki, doğduğu yere ve ülkesinin ona verdiği kimliğe sadakatinden kaynaklanan inancının, bildiğinden başka bir kimliği ve milleti olduğunu öğrenmesiyle sarsılmasına kadar. Ve görünürki inanç ne kadarda tesadüfidir, ne kadarda rastlantısal ,ne kadarda yereldir. Ve yerel olan evrensel olmayan ne kadarda gerçeklikten uzaktır. Kısaca böyle anlattığım kitabın aslında karakterler üzerinden anlatmak istediği mesajı biraz açmak istiyorum. Çünkü ne kadar inanç ve gelenek konusunda aşırılıkları olsada Hindistan'ın yaşadığı sorunların yoğunluğu belki daha az olarak bizim toplumumuzda da olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. O yüzden kitabın vermek istediği mesaj üzerinde durmak istiyorum. Toplum öyle bir yapıdır ki, sanki canlılığı ve sürekliliği buna bağlıymışçısına insanı sürü psikolojisine sokar ve insanın tek başına bir güç olmasını engeller. İnsanın potansiyeline ket vurur ve bu potansiyelin çıkışını, insanın kendini birey olarak ortaya koyuşunu adeta kendine tehdit olarak görerek set çeker kişinin önüne. Nasıl yapar bunu, insanı öz bilgisinden uzakta tutarak benliğini zayıflatır. Zayıflıyan kişilik zayıflığındığan doğan durumla baş edebilmek için sığınıcak bir liman arar ve bunu da dinde, gelenekte ve sürüde bulur. Gerçeği idrak edip, doğruyu yanlışı ayırt edecek zihinsel yapı (potansiyelini ortaya çıkarmadığı için) oluşmadığından kendi çıkarını gözetemeyen bir insan topluluğu olması kaçınılmaz hale gelir. Zaten Devletin istediği durumda tamda budur. Gücünü kendi çıkarını güdemeyen insanlardan alır ve çobanlığınıda meşrulaştıran bu yarattığı sebeptir. Ve bu yüzden durumun sürekliliğini sağlamak için durumu besler. Geleneğin sıkı ve acımasız bir koruyucusu olur. Onu kutsar ve kutsatır. Bu kutsama aslında gelenekte ve inançtaki anlam eksikliğinin ve saçmalığın üstünü örtme çabasıdır. Kutsiyetle insanın korkularını bağdaştırarak insanın sorgulama mekanizmasını kapatır. Böylelikle ne gelenek ne de inanç sorgulanamaz olur. Ama bu ve bu gibi toplumlarda kaçınılmaz olan bir durum vardır. Bu durum yaşamı da cehenneme çeviren bir durumdur. Bu gibi toplumlar en ahlaksız ve en yobaz toplumlardır. Nasıl olmasın ki. Zayıf benlikleriyle kişiliksizleştirilmiş insanlardan nasıl iyilik, nasıl ahlaklı bir tutum beklenebilirki. İyilik ancak güçlü bir kişiliğin yapabileceği bir şeydir. Kötülüğün nedeni zayıf kişilik değilse nedir. Adilikten, bayağılıktan, ahlaksızlıktan başka ne görülürki bu toplumlarda. Bu durum tesadüf olmadığı gibi siyasetçilerin, gücünü korumak pahasına her şeyi mubah sayanların hesaplayıp olmasını sağladıkları bir durumdur. Durumun en acı tarafı , potansiyeli kendisinden koparılıp elindeki hazineden olanların zamanla statükonun en amansız koruyucuları haline gelmesi. Kitaptan bir alıntıyla alınması gereken tutumu, alınması gereken pozisyonu tarif eden yazarın düşüncesini aktarıyorum. " Artık topluma, kötü bir Tanrı gibi, insanları kurban ettirmeden sükun bulma hakkını tanımıyorum. İster sağ olayım, ister öleyim, artık kendimi onun buyruklarıyla ezdirtmeyeceğim." Toplumun ve devletin kişide oluşturduğu kişiliğin yapısını, mahrumiyeti, sınırlılığı ve gerçekleşmemiş potansiyeli anlatan başka bir alıntıyı aktarıyorum. " İçimizdeki kuvvetleri bilmiyoruz, yeteneklerimiz gizli kalıyor, kalplerimizde birikmiş olan zenginlikleri harcamasını bilmiyoruz. Bunun için de yeryüzünde pek az sevinç, pek az neşe buluyoruz. Senin gibi bir iki kişi dışında hiç kimse insanda yüce bir ruh olduğunu bilmiyor. HALK bundan habersiz." Son olarak, büyük ve değerli şeyler geleneğin içinde değil dışında, yerel değil ancak evrensel düşünerek gerçekleşebilir, diyerek sözlerimi bitiriyorum.
Gora
GoraRabindranath Tagore · Kapı Yayınları · 2013723 okunma
··
990 görüntüleme
B. okurunun profil resmi
" Toplumun benim üzerindeki haklarını, ancak benim onun üzerindeki haklarımı tanıdığı ölçüde tanıyacağım. Eğer o benim bir insan olduğumu düşünmeyi reddeder de, bana bir kukla gözüyle bakarsa, ben de ona çiçek sunmaktan vazgeçeceğim. Ona duygusuz bir madenden yapılmış bir makine gözüyle bakacağım." S 422
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.