Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

343 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Andrew Davison’un “Secularism and Revivalism in Turkey A Hermeneutic Reconsideration” ismiyle kaleme aldığı eseri Türkçeye “Türkiye’de Sekülarizm ve Modernlik Hermenötik Bir Yeniden Değerlendirme” şeklinde çevrilmiştir. Kitap, benimsediği hermenötik bakış açısı sayesinde hem siyaset bilimi için hem de sekülerleşme tartışmaları içerisinde özgün ve önemli bir yere sahiptir. Kitabın temel tezi başkalarının tarihlerini bilmek için yeterli olan pozitivist anlayışın bu tarihleri anlamak için yetersiz kalacağıdır. Bu anlamaya dayalı yaklaşım üzerinden hâkim modernleşme ve sekülerleşme tanımlarımız ve anlayışlarımız üzerinde yeniden düşünmemiz gerektiğinden yola çıkarak alternatif bir perspektif sunar. Hermenötik yöntem adlandırmanın aksine, ifade edici bir dile vurgu yaparak sadece öznel anlama değil özneler arası anlamlara dikkat çeken anlamaya, yorumlamaya, açıklamaya dayalı eleştirel bir yöntemdir. Bu yöntemle kaleme alınan kitap özellikle modernliği ve sekülerliği yeniden yorumlamamız ve anlamamız gerektiğine, tek bir modernleşme ve bağlı olarak tek bir sekülerleşme olmadığı savına dayanmaktadır. Başta siyaset bilimi olmak üzere özelde sekülerleşme tartışması içerisinde başka toplumları anlamanın anahtarı olarak ifade edici dil kullanarak ve özneler arası anlam yoluyla tahrik edilmiş önyargılardan yola çıkarak modernleşmenin ve sekülerleşmenin topluma ve tarihsel bağlama özgülüğünü ortaya koymaktadır. Bu amaçla Türkiye örneği üzerinden yola çıkmıştır ve Türkiye modernleşmesinin ideolojik fikir sahibi olarak tanımlanan Ziya Gökalp’in fikirlerini hermenötik olarak incelemiş ve Türkiye modernleşmesinin özgünlüğünü yine yorumlayıcı olarak açıklamıştır. Davison’un kitapta ana hatlarıyla anlattığı ve kitabın metodolojisini oluşturan Gadamerci yorumlayıcı yaklaşıma göre siyasette dinin yerini anlamak için önemli bir takım esaslar vardır. Bu esasların temelinde yorumcu ve onun tarih anlayışı yatmaktadır. Hermenötik yaklaşımda yorumcu tarihsel önyargılarından bağımsız değildir ve olmamalıdır da zira bu önyargılar çeşitli yollardan tahrik edilerek ortaya çıkarılmalı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yorum yine önyargılar barındıracağından aslında hermenötik kesin bir sonucu varmadan eleştirmeye açık bir sürekli yeniden değerlendirme sürecidir. Bu anlamda siyaset biliminde ve sekülerleşme tartışmalarında yorumcu olmayan yaklaşımların temel eksikliği farkında olmadıkları modern ve seküler önyargılarıdır. Modern siyasette dinin rolüne ve yerine ilişkin beklentilerimizin aslında modernliğe ilişkin beklentilerimiz tarafından şekillenmekte ve bu yorumlayıcı olmayan yaklaşımlarda genellikle dinin geri çekileceği ya da ortadan kalkacağı şeklindeki yanıltıcı beklentilere yol açmaktadır. Hermenötik tam da bu yanlış beklentileri hedef alarak bunun temelindeki modern ve seküler tanımlamaların yorumlayıcı olarak yeniden anlamlandırılmasının gerekliliğine işaret eder. Burada önemli olan modernleşme ve sekülerleşmeye ilişkin kurucu anlamları belirlemektir. Kurucu anlamları ortaya çıkarmada dilin önemi büyüktür. Davison dil konusunda adlandırıcı ve ifade edici dil ayrımı yapar. Yorumcu olmayan yaklaşımlar dili yalnızca adlandırma işleviyle kullanmaktadırlar bu durum dinin yerine ilişkin önemli bir problem oluşturmakta çünkü bu yolla dini olanla söylenmek istenen aslında geleneksel hatta eski ve değişmesi gereken anlamındadır. Oysa hermenötik yaklaşıma göre ifade edici bir dil dinin modern hayattaki yerini anlamada ve kurucu unsurlarını ortaya çıkarmada adlandırıcı dilin sebep olduğu yaftalamaya ve dışarda bırakmaya karşın anlamaya ve açıklamaya daha elverişlidir. Davison’un dinci siyaset olarak adlandırdığı modern siyasette dinin görünürlüğünün artması ve beklentilerin aksine modernleşmenin beraberinde sekülerleşmeyi getirmemesi karşısında yaşanan şaşkınlıkların bu beklentilerin değiştirilerek yorumlayıcı bir kavrayışla modernliği ve sekülerleşmeyi yeniden değerlendirmenin gerekliliğini vurgular. Bu bağlamda hem İngilizce siyaset bilimi literatüründe hem de özelde Türkiye sekülerleşmesinin tartışmalı konumunu hermenötik bir bakış açısıyla yeniden değerlendirmeye girişir ve alternatif, eleştirel, karşılaştırmaya açık bir yorumunu ortaya koyar. Bu değerlendirme bağlamında öncelikle Türkiye’nin modernleşme projesinin düşünsel altyapısını oluşturan Ziya Gökalp’in fikirlerini yorumlayarak, Türkiye’deki modernleşme ve sekülarizmin toplumsal özgüllüklerine işaret eden tarihsel dönüşümleri yorumlayıcı olmayan yaklaşımlarla karşılaştırarak yeniden yorumlamaktadır. Türkiye’nin modernleşme ve sekülerleşme sürecinde yaşanan pratikleri anlamak için modernleşme projesinin arkasındaki fikirleri anlamak gerekmektedir. Bu bağlamda Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” tezini anlamak önemlidir. Davison, bu amaçla Ziya Gökalp’in düşüncelerinin iki çerçeveden incelemiş ve bu bakış açılarını yeniden değerlendirerek alternatif bir yorum sunmuştur. Bu iki çerçeve İngilizce siyaset bilimi literatüründe Gökalp’in düşüncesine yapılan yorumlar ve Gökalp’in İngilizceye çevrilen yazılarından oluşmaktadır. Ziya Gökalp’in modernleşme tezinde dinin yeri üzerinde farklı yorumlar bulunmaktadır. Bu yorumlar arasında Heyd ve Parla’nın yorumları birbirinin zıddı iki önemli yorumdur. Davison bu iki yorumu hermenötik olarak karşılaştırarak ve hermenötiğin kesin bir doğruya ulaşmama ilkesine de bağlı kalarak Parla’nın yorumunun hermenötik açıdan daha duyarlı bulur. Davison’a göre Heyd, Ziya Gökalp’in kavramlarını anlamaya çalışmaz bunun aksine engelleyici seküler önyargılarını doğrulamaya çalışır. Parla’nın yorumu ise Gökalp’in tezinde dinin ilahiyat değil işlevsel bir boyutu temsil ettiği ve bu anlamda seküler olduğu yönündedir. Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” tezini yorumlarken dönemin tarihsel arka planıyla ele almak anlamlı olacaktır. Zira bu tezin oluşturulmasındaki asıl amaç etnik ve dinsel olarak pek çok farklı grubun yaşadığı bir imparatorluğun dağıldığı ve yerini cumhuriyet rejiminin alacağı bir dönemdir. Bu bağlamda bu birbirinden farklı grupları ortak bir zeminde bir toplum haline getirmek için ortaya atılmıştır. Ziya Gökalp’in tezi kültürün korunarak modernleşmenin sağlanması gerektiği sentezine dayanmaktadır. Durkheim’dan etkilenen Gökalp dinin bir araya getirici ve bütünleştirici işlevinden yararlanılması ve bu sebeple modernleşme sürecinde dışarıda bırakılamayacağına dayanan modern Türk kimliği için kurucu unsur olarak görmektedir. Ancak bunun yanı sıra değişen dünyada uluslararası gelişmelerin yakalanmasını engelleyecek her türden dinsellikten siyaseten uzak durmak gerektiğine dayanır. Bu anlamda harsın korunarak muasırlaşmanın sağlanması gerektiği sentezine ulaşır. Davison, Ziya Gökalp’in düşüncelerini yorumlayarak modern hayatta dinin yerine yönelik düşüncesini dinin yerini ne geri planda bıraktığını ne de önemini arttırdığını ifade eder. Bu anlamda Gökalp’in düşüncelerinin bir medeniyet kültür analizine dayanarak yorumlayıcı olmayan modern seküler önyargıları aşan toplumsal gelecek tasavvuru için oldukça seküler bir alternatif olduğu şeklinde yorumlar. Türkiye’nin modernleşmesini ve sekülerleşmesini anlamak için Ziya Gökalp’in fikirlerini anlamak önemlidir. Davison son olarak bu fikirlerden de yola çıkarak Türkiye sekülerleşmesini yorumlamıştır. Bunu yaparken kitabın en güçlü yönü ve temel amacı olarak da Türkiye’nin modern seküler siyasetinin İngilizce siyaset biliminin yorumlayıcı olmaktan uzak yaklaşımlar tarafından modern seküler önyargılar ile değerlendirilerek seküler olmamakla suçlanmasının bir yanlış yorumlama olduğunu göstermiştir. Ziya Gökalp’in fikirlerinden yola çıkarak Kemalist iktidarın muasır, Müslüman, Türk toplumu yaratmak amacıyla ürettiği çeşitli politikaları, toplumsal hayatı değiştirmeyi amaçlayan ve toplumun gündelik hayatının neredeyse bütün alanlarını kapsayan değişiklikleri, önemli tarihsel dönüşümler olarak yeniden yorumlamıştır. İngilizce siyaset bilimi literatürünün Türkiye modernliğini ele alış bağlamında iki noktada eleştirmiştir. Birincisi dil problemidir ve “laisizmin” sekülarizm olarak çevirisinden kaynaklanmaktadır. Bu durum Türkiye’deki tarihsel laiklik pratiklerinin tarihsel göstergelerini görmezden gelerek “batılı anlamda seküler” olmamaya indirgeyen bir yoruma yol açar. İkinci eleştiri ise Türkiye laikliğinin ya ayrılma boyutuyla ya da kontrol boyutuyla yapılan açıklamalara ilişkindir. Bu sınıflamalarla yani batılı seküler modern önyargılara dayanarak yapılan açıklamaları Türkiye’nin özgün bir sekülerleşme yaşayabileceğini görmezden gelerek hem ayrılma hem de kontrol boyutlarını içerdiğini görmemek noktasında eleştirir. Davison bu yorumlamaların aksine tek bir modernleşme ve tek bir sekülerleşme olmadığını ve hermenötik sayesinde Türkiye’nin batıdan farklı özgün bir sekülerleşme süreci izlediğini ve bunun mümkün olduğunu ortaya koyar. Hermenötik yöntemin siyaset bilimi açısından taşıdığı önemi sekülerleşmeye ve modernleşmeye dair engelleyici önyargıların başkalarının tarihini anlamak noktasında yetersiz kaldığını Türkiye örneği üzerinden göstermektedir. Benimsediği hermenötik yöntem hem karşılaştırma hem de eleştirelliği mümkün kılması açısından Davison’un bu çalışması modernleşmeyi ve sekülerleşmeyi yeniden ele alma gerekliliğini ortaya koyması açısından ve Türkiye’ de laiklik tartışmalarına getirdiği farklı bakış açısıyla önemli bir çalışmadır.
Türkiye'de Sekülarizm ve Modernlik
Türkiye'de Sekülarizm ve ModernlikAndrew Davison · İletişim Yayınları · 20027 okunma
·
144 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.