“Buradalar, bekliyorlar ve susuyorlar. İtişip kakışmıyorlar, bağırmıyorlar, istemde bulunmuyorlar. Duvar kenarına dizilmiş, suskun öylece duruyorlar. Sanki uyukluyorlar fakat üzerlerindeki isimler, açık gözler gibi sana bakıyor. Onlara bakarak, şöyle bir dokunarak yanlarından geçerken, yalvarır gibi arkandan seslenmiyorlar, senden bir şey istemiyorlar. Hayran olmanı bekliyorlar, ancak o zaman açılıyorlar. Önce çevremizde bir suskunluk, sonra içimizde bir suskunluk. Ardından hazırız; bir akşam, yorgun günün sonunda eve döndüğümüzde; bir öğle üzeri, insanlardan bitkin; bir sabah, güzel düşlerle geçmiş bir gecenin sonunda... Sokuluyoruz onlara, yüzlerce göz, yüzlerce isim suskun ve sabırla senin arayan bakışlarını takip ediyor, bir saray paşasının seslenip çağırmasını bekleyen esir kadınlar gibi. Sonra uzanıyor elin, bir piyanonun tuşlarına dokunan parmaklar gibi, içlerinden birine, açıyor sayfalarını, okuyor birkaç satır, bir kıta. O anda isteksizsin, düş kırıklığı, bırakıyorsun yerine. Arıyorsun bir başkasını, o anda sana en uygun olanını. Ve birden kuşatılıp sarılıyorsun, nefesin bir başka nefesle karışıyor, sanki bir kadının sıcak, çıplak vücudu yanı başında yatıyor. Seçtiğin kitap seni mutlu ediyor, içinden yükselen ışıkla ısınıyorsun. Düşlerin bulutları aralanıyor, seraplar görünüyor. Caddeler açılıyor ta ufka kadar, uzaklar duygularını çekip içine alıyor.”