Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

3148 syf.
·
Puan vermedi
·
6 günde okudu
Proust’un yedi ciltlik bu devasa eseri üzerine bir şeyler yazmak birkaç açıdan “sorunlu”dur. Her şeyden önce son baskı biçimiyle 3.933 sayfayı bulan böylesi bir eserin “özet” değerlendirmesini yapmak başlı başına bir mesele. İkincisi Proust ve eseri üzerine söylenmiş ve yazılmış onca şeyin üzerine sıkıcı bir tekrara girmeden yeni bir şeyler söyleyebilmenin zorluğu, üçüncü olarak da, böylesi bir tanıtım-değerlendirmeyle, okuyucuya Kayıp Zamanın İzinde’yi okumadan, kolayından bilgi sahibi kılma günahı işlemek. Bu “sorunlar”ın yol açtığı zorlukları aşabilmek, yine Kayıp Zamanın İzinde’nin sunduğu olanaklarla mümkün.İlk önce Kayıp Zamanın İzinde bir roman değil, bir roman yazmak isteyen anlatıcı Marcel’in çabasının özetidir! Şayet Marcel yedinci cildin sonlarına doğru yazmaya karar verdiği romanı yazmaya başlasaydı ve bunu bitirebilseydi, o vakit, bu yazılmış ve bitmiş romanı özetlemek veya özet kabilinde üzerinde değerlendirme yapmak mümkün olmazdı. 3.933 sayfa, uzunluk ve kısalık tartışmasının dışında böylesi bir roman yazılsaydı, ne kadar harika bir eserin ortaya çıkabileceğine dair ipucu veren bir rakamdır. Okuyucu (izleyici ve dinleyici) Kayıp Zamanın İzinde’yi sonlandırdığında, yazma gibi bir fikre sahipse şayet bunun Proust tarafından doyurulduğunu fark edecektir.İkinci sorunun yarattığı zorluğa ilişkin, yani Proust ve Kayıp Zamanın İzinde üzerine yazılmış onca şeyin üzerine sıkıcı bir tekrar tehlikesi meselesini, yine Proust’un sunduğu seçenekle bertaraf edebiliriz: “Düşüncesi neyse insan odur; düşünce sayısı insan sayısından çok az olduğu için de, aynı düşünceyi paylaşan bütün insanlar benzerdir. Düşüncenin maddi bir yanı olmadığından, bir düşüncenin adamı etrafında sadece maddi olarak toplanmış insanlar, bu düşünceyi hiçbir şekilde değiştiremezler” Bir düşünce, eser, sanatsal ya da felsefi yaratı, ne kadar görkemli ve etkileyici olursa olsun, hem onu çoğaltmak hem de onun hakkındaki bilgileri, fikirleri, bakışları, beğenileri, eleştirileri çoğaltmamız gerekir. Düşüncelerin, bakış açılarına oranı en azından insanlar kadar çok olmalıdır. Bir düşünce ya da eser hakkında “birlik”, o düşünce ve eseri kör bir çatışmanın içinde, hiç istemediği ve hayal bile etmediği şekilde, paramparça eder, ancak çokluğun her bir varlığı tarafından sonsuzluğun bir yerinden kavrandığı, ele alındığı, eleştirildiği oranda ölümsüzleşir, ki ölümsüzleşme hep bir süreklilik halidir.Sanat ve felsefenin demokratizasyonu, onların tamamlanmamışlıklarıdır. Tamamlanmış olan ve tamamlanmayan her şey bitişinin ilanını bekleyen yitikliği ifade eder. Bu “tamamlanmamışlık” ne bizim gibi sıradan okuyucular ne de yetkin edebiyat eleştirmenleri tarafından giderilebilir. Okuyucu arttıkça “tamamlanmamışlık” nicel ve nitel olarak artar. Bu artışın kör bir bireyciliğin sınırlarında gezinen “mızmızcılığın” çaresiz ifadesi olarak keyfilikle alakası yoktur. Bu insan-bireyin kendi varoluşsallığıyla, “tamamlanmamışlığın” öznel ve nesnel (sezgisel ve akılsal da denilebilir) süreçlerine katılımı ve belirmesidir. Devrimci olan, politik olan değil, felsefi ve sanatsal olarak “tamamlanmamış”lıktır. Böylesi bir “tamamlanmamışlık” sadece insanı değil, varlığın her zerresini “salt araç olarak görülmeyecek, etkin failler” olarak algılar. Politik olan sadece bir “an” ve ardından devrimci olabilir çünkü onun ontolojik nedeni, amacı, tasdik ve stratejisi, hangi fikirleri savunursa savunsun “tamamlamak”tır. En zıt olan ve birbirlerinden binlerce yıl uzak tarihlerde yaşamış nice politik akımın ve liderliğin benzeşmesi, fikirlerinin benzerliğinden değil, yöntemlerinin benzerliğinden kaynaklanır. Gelelim üçüncü sorunun yol açtığı zorluğa. Yani bir eserin tanıtımının, ona okumaya engel teşkil edici “günahkâr” niteliği. Sanat ve en yaygın olarak kitap eleştirisine çok uzun zamandır sinmiş ve doğal bir hal almış olan “tamamlayıcı” perspektif, hiyerarşiktir ve yoğun bir iktidar salgılamaktadır. Adorno Minima Moralia’da Proust’un yazarlık girişiminin bizzat yazarlar dünyasında bir kompartmanik bir reddiyeyle karşılaştığını anlatır. Edebiyat bizzat yazarlar tarafından “tamamlanmış”tır, yeni birine yer yoktur. Bu yüzden de nice sanat meraklısı da bu noktada kalır, kendi izlenimlerinden hiçbir şey çıkarmaz ve sanat bekârları gibi hiçbir işe yaramadan tatminsizlik içinde yaşlanır. Bu sirkülasyon, bir başka biçim ve içerik kazanarak okur dünyasına sinmiş ve okuyuş düzeneği ve hiyerarşisi oluşturmuştur. Okur ile yazar arasında sekülerleşmeye ihtiyaç vardır. Kitap eleştirisi, bireyselliğini ilan ederek yazar ile okuyucu arasındaki mahrem ilişki alanını terk etmeli, böylece sekülerizmin demokratik çokluğa evrilmesinde rol oynamalıdır. Bunun için de “tamamlanmışlık ilahiyatı” ve o ilahiyatın tüm hiyerarşisi bir yana bırakılarak okuyucunun bir inayet aramaksızın yazarla buluşması ve nasıl hissediyorsa öyle hissetmesi gerekir. Geçişler, kırılmalar, dönüşümler, kesişmeler, uçtan uca savrulmaların yarattığı kaotik durum ve Proust’un klasik anlatım tarzını, yani soyutlama, sıralı diyaloglar, toparlama, konuları belli bir sırayla birbirine bağlamayı kendi tarzında imha etmesi sebebiyle okuyucunun kapılacağı telaş yersizdir. Proust’un üslubu kendi kendisini berraklaştıran deniz gibidir. Ayrıca daha romanın ilk cümlesinde bize sağladıği ortak olma imkânı, sıkılmayı bertaraf etmeye de yeter iyi okumalar.
Kayıp Zamanın İzinde
Kayıp Zamanın İzindeMarcel Proust · Yapı Kredi Yayınları · 2021560 okunma
·
2.865 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.