Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

548 syf.
10/10 puan verdi
·
7 günde okudu
Gönül kapımı aralayıp kendinden emin adımlarla yüreğimin en güzel köşelerinden birine kurulan bu kitap hakkında üstün körü bir incelemede bulunmak istemediğim için; bütün öyküler hakkında kısa veya uzun yorumda bulunma mutluluğuna erişeceğimi en baştan bildirmek istiyorum. Nihayet; okumak istediğim onca kitap arasında şaşkına dönmüşken Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’in romanlarına açılan kapıyı aralayabildim. Ve gördüklerim beni ziyadesiyle mutlu etti. Okuduğum kitapta en önem verdiğim şeylerden biri üsluptur ve bu yönden hayran kaldım Puşkin’e. İnsanı cümleleriyle sarıp sarmalıyor ve kendi hayal dünyasında eşsiz bir yolculuğa çıkarıyor. Sade, anlaşılır bir üslup kullanmakla birlikte sadece eşsiz bir zekanın ürünü olabilecek, dozunda mizahı ile taçlandırmış öykü ve romanlarını. Mizah sever olan ben tabi ki kalbimin bir parçasını kitabın sayfaları arasına bıraktım. Ve en sevdiğim noktalardan biri de Puşkin’in bazı anlarda biz okuyuculara göz kırpışları oldu. Bakınız: Ansızın şimşek gibi bir düşünce geçti aklımdan. Bunun ne olduğunu, eski romancıların söylediği gibi, okuyucu gelecek bölümde öğrenecek. Sözün özü: Okumadan ölmeyin diyebileceğim; içinde birbirinden güzel, eşsiz öyküler ve romanlar barındıran şahane bir eser! Bütün ruhumla okumanızı tavsiye ediyorum! Ayrıca şunu da söylemek istiyorum: Düşünceme göre kitap yorumlarını bizlere yazdıran akıl ve kalptir. Kimi kalbiyle, kimi aklıyla yazar. En ideali ikisini dengede tutarak yazabilmektir tabi ki. Ben okuduklarımın öylesine etkisi altında kalıyorum ki, kalbime dokunabilen ve ruhuma kadar işleyen bu kitaplar hakkında ilham perilerinin zihnime doldurduğu bütün o kelimeleri yorumuma akıtmadan edemiyorum. Kalbim her daim ağır basıyor ve kitabın bizlere anlattıklarının yanı sıra bana hissettirdiklerini de paylaşma ihtiyacı hissediyorum. Ve aşırıya kaçmamak adına çaba gösterdiğimi de itiraf ediyorum. Kendimi bıraksam kelimelere, cümlelere olan tutkunluğumla coşup “Yeter artık!” diyebileceğiniz çok uzun bir yazı çıkarabilirim ortaya sanırım. Ama elimde değil. Kelimeler… cümleler… kalp atışlarımı hızlandıran, beni heyecanlandıran ve hatta büyüleyen kelimeleri, yapboz parçalarını birleştirircesine lakin çok daha büyük bir titizlikle bir araya getirmek en büyük mutluluklarımdan biri! Kelimeleri seviyorum! Özellikle de o en sevdiğim yazarların -ki Puşkin de an itibariyle bunlardan biridir- cümlelerine sevdalıyım desem abartmış olmam sanıyorum. Daha da uzatmadan gelelim öyküler ve romanlara! BÜYÜK PETRO’NUN ARABI Rus çarı Büyük Petro vaftiz oğlu Arap İbrahim’e çok düşkündür ve bir gün onu evlendirmeye karar verir. Bunu duyan Arap İbrahim dış görünüşünden dolayı şaşkınlığa uğrar ve nihayetinde şunları düşünür: “Sırf ekvatorda doğdum diye ömrümü yapayalnız, insanlığın en güzel zevklerini tatmadan, en kutsal görevlerini tanımadan geçirmeye mi hükümlüyüm? Gerçi sevilmeyi ummak benim için olanaksız, çocukça bir düş! Aşka inanmalı mı acaba?” Anlaşılır, sade bir dille yazılmış sürükleyici bir öykü olmakla birlikte, ben sonunda ne olacak diye merakla tutuşurken; bunun Puşkin’in ilk roman denemesi olduğunu ve yarım kaldığını öğrenmemle yaşadığım düş kırıklığını düşünün bir! Büyük Petro’nun Arabı için nasıl bir son düşünmüştü acaba Puşkin? Bütün bu olayların sonu nereye varacaktı? Elbette hayal gücümü kullanarak bir son düşünebilirim kendimce! Lakin istediğim şey; kurgusunu benim, zihnimde tamamladığım sahte bir son değil, yazarın düşündüğü o gerçek son! Ne yazık ki, bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. Belki bambaşka bir alemde kendisiyle karşılaşıp sorma imkanı bulurum. İmkansız gibi görünüyor da olsa düşüncesi bile mutluluk verici! Yüreğimde sızlayan bu yarım kalmışlık hissi ve buruk bir kalple Büyük Petro’nun Arabı’na veda ederek diğer öyküye geçiyorum izninizle. *** MEKTUPLARLA ROMAN Sosyetenin arasında balolarda boy gösteren Liza’nın beklenmedik bir şekilde köye yerleşmesi sonucu en yakın dostu Saşa’ya yazdığı mektupla başlar öykü. Ve iki dost arasındaki mektuplaşmalarla devam eder. Kısa olmasına rağmen güzel bir aşkı en tatlı haliyle ve mektuplar aracılığıyla yüreklerimize akıtan sade ve güzel bir öyküdür. Bu da Puşkin’in başarısının bir örneğidir. Saygı ve sevgilerimle anıyorum büyük yazarı. *** MERHUM İVAN PETROVİÇ BYELKİN’İN ÖYKÜLERİ Puşkin’in kurguladığı bir karakter olan İvan Petroviç Byelkin’in birbirinden güzel beş öyküsünden oluşur: Atış, Tipi, Tabutçu, Menzil Bekçisi, Köylü Genç Bayan. Yazar sade ve anlaşılır bir üslup kullanarak okuyucularını kitabın içine çekip almayı öyle güzel başarmıştır ki hayranlık duymamak imkansız. Gelelim bize kapılarını açan bu güzel öykülere: * Atış: Kendi aralarında toplantılar düzenleyerek içip eğlenen bir grup subayın arasında ordudan olmayan tek bir kişi vardır: sert kişiliği, asık suratı ve etkili konuşmalarıyla otuz beş yaşındaki Silvio. Aynı zamanda mükemmel atışlar yapan Silvio’nun başından geçen düelloyu anlatır öykü. Yine merak uyandırıcı, sürükleyicidir! Silvio’nun içinde büyüttüğü kin ve aldığı intikam dehşet verici. * Tipi: Gavrila Gavriloviç R. Adında bir çiftlik sahibinin Marya adında bir de kızı vardır. Genç kız yoksul bir kıta teğmenine aşıktır ve babasının rızası olmadığı için kaçmaya karar verir. O gece buluşma yerine giderken bir tipi çıkar ve olaylar olaylar… İnsana “Yok artık! Daha neler!” dedirten, sürükleyici, mini mini bir öyküdür. * Tabutçu: En sevdiklerimden biri olmakla birlikte beni güldürmeyi başaran ve kalbimi kazanan mini mini bir öyküdür tabutçu. Edgar Allan Poe’nun dehşet hikayelerini anımsattı diyebilirim. “Zavallı tabutçu!” demekten alıkoyamıyorum kendimi. * Menzil Bekçisi: Anlatıcının yolu bir gün bir menzil bekçisinin evine düşer. Yemek yer, çay içer. Menzil bekçisinin bir de güzel kızı Dunya vardır. Duygusal ve sürükleyici bir öyküdür. Yüreğimde bir yer sızladı sanki! * Köylü Genç Bayan: İvan Petroviç Berestov adında bir derebeyi ve çiftliğini düşünün. Buna bir de hiç sevmediği en yakın komşusu Grigori İvanoviç Muromski’yi ekleyin. Sonuç: Muromski’nin kızı Liza’nın türlü şeytanlık ve yaramazlıklarla okuyucuyu güldürebildiği; Liza ile Berestev’in iyi yürekli, yakışıklı oğlu Aleksey arasında geçen bu eğlenceli öykü en sevdiklerimden biridir. *** GORYUHİNO KÖYÜ TARİHİ Goryuhino Köyü’nün tarihini yazmaya karar vermiş bir yazarın ve köyün öyküsü. Bu yazar eline kalem alma konusunda tedirgindir. Bakınız: “Ayrıca, yazar olmak öyle çetrefil, kendini bu işe adamamış bizim gibiler için öyle ulaşılmaz bir şey gibi görünüyordu ki bana, elime kalem almayı düşününce içimi bir korku kaplıyordu ilkin. Bir yazarla karşılaşmak konusunda duyduğum ateşli istek bile hiçbir zaman gerçekleşmemişken, günün birinde onların arasına katılacağımı nasıl umabilirdim?” (Spoiler içerir) Goryuhino köyü, Byelkin ailesine aittir. Lakin ailenin başka birçok yurtluğu olduğu için bu sapa köyü kendi haline bırakmışlardır. Köylü rahattır, huzurludur, mutludur. Her şey doğal akışında ilerliyordur. Ta ki Byelkin ailesinin mülkü parçalanıp dağılıncaya kadar. Tahmin edeceğiniz üzere Byelkin ailesi ellerinde kalan tek köye, kendilerini temsilen bir adam yollar ve sonrasında köyde Kahya X’in Yönetimi’ne geçilir. Üç yıl içinde köy tamamen yoksullaşır. *** ROSLAVLEV Öncelikle ülkesine yürekten bağlı ve onun coşkulu savunucularından olan; güçlü bir karaktere sahip Prenses Polina’nın şu sözlerini paylaşmama izin verin: — Utan, dedi. Kadınların anayurdu yok mu? Onların babaları, erkek kardeşleri, kocaları yok mu? Acaba bizim damarlarımızda akan Rus kanı değil mi? Yoksa bizim sadece balolarda ekosez yaparak döndürülmek, evde de kanaviçe köpekçikler işlemek için mi doğduğumuzu sanıyorsun? Hayır, ben kadının toplum üzerinde, ya da hiç değilse bir adamın kalbi üzerinde nasıl etkili olabileceğini biliyorum. Bizi tutsak ettikleri aşağılık durumu kabul etmiyorum. M-me de Stael’e bak! Napolyon sanki bir düşman ordusuymuşçasına savaşıyordu onunla… Amcam da hala Fransız ordusunun yaklaşmasından ötürü onun duyduğu korkuyla eğlenmeye cesaret edebiliyor? Sakin olunuz hanımefendi; Napolyon size karşı değil, Rusya’ya karşı savaşıyor… Sizin de anlayacağınız üzere Rusya ve Fransa arasındaki savaşı konu alan, bağrında vatan sevgisini taşıyan etkileyici bir öykü. Her halkın vatanı farklıdır. Ama kitaplarda bahsedilen vatan sevgisi evrenseldir ve bütün halklara hitap edebilir, diye düşünüyorum. Kitabın en sevdiğim karakterlerinden biri olan Polina ile vedalaşıp diğer öyküye doğru yol alalım. *** DUBROVSKİ En sevdiğim öykülerden biridir! Dubrovski’nin hikayesi hem sürükleyici hem de yürek sızlatan cinsten. Biri yoksul -ama soylu- iki eski dostun düşmanlığa dönüşen ilişkileriyle başlar hikaye. Zenginliği ve soyluluğuyla herkesin saygısını kazanan ve eli kolu her yere uzanabilen eski Rus derebeylerinden Kirila Petroviç Troyekurov; dostu Andrey Gavriloviç Dubrovski ile aralarının bozulması neticesinde ona karşı kinlenir. Soyluluğunu ve ilişkilerini kullanarak yozlaşmış hukuk sisteminin de yardımıyla Dubrovski’nin topraklarına el koyar. Gavriloviç’in oğlu, esas kahraman genç Dubrovski’nin ise elinden bir şey gelmez. Derebeyinin zulmünden korkan bir grup köylüyle birlikte haydutluğa başlamak zorunda kalır. Gel gelelim bu denli nefret duyduğu, babasının ölümüne neden olan Troyekurov’un kızına aşık olur. Bir yanda yüreğinde kabaran isyan, diğer yanda aşkı ve tutkuları. (Buradan sonrası spoiler içerir) Dubrovski… Haksızlığa karşı isyan etmiş, intikam duygusuyla yanmış bir karakter… İçinde büyüyen nefretiyle aşkı arasında kalan genç adam sonu keşke böyle olmasaydı dedirtti bana. Elinde ne nefreti ne de aşkı kaldı. Ne intikamını alabildi, ne de sevdiğine kavuşabildi… Yüreğimi sızlatan bir son oldu benim için. Mutsuz sonlar en sevdiklerimdir! Lakin bu kadarı biraz fazla değil mi? Zavallı Dubrovski! *** MAÇA KIZI İlgi çekici olmasının yanında, kısa ve öz bir öyküdür. Para hırsıyla yanıp tutuşan bir adamın neler yapabileceğini ve sonunun nasıl olacağını merak edip okumalısınız! Her şey Tomski’nin, arkadaşlarına büyükannesinin kumar sırrından bahsetmesiyle başlar. Üç kart çekilir, birbiri arkasına sürülür ve üçü de kazanır. Gel gelelim bu üç kartın hangileri olduğu bilinmemektedir. Tomski’nin arkadaşlarından biri bu üç kartı öğrenmenin peşine düşer ve olaylar sürükleyici bir şekilde gelişir. Öykünün en güzel kısmı ise sonudur. Biz okuyucuların yüzünü güldürebilen güzel bir sondur bu. *** KIRCALİ Bulgar bir haydut olan Kırcali’nin zekasına hayran olmamak elde değil. Detaya girmeden diyebilirim ki mini mini, okunmaya değer, güzel, tarihi bir öykücüktür (çok kısa olması nedeniyle bu hitabı uygun gördüğümü de belirtmeliyim). *** MISIR GECELERİ Çarski bir şairdir. Kitapta da bahsedildiği üzere: “Şen şakrak bir hayat sürebilirdi. Fakat şiir yazmak ve bunları yayınlamak mutsuzluğuna uğramıştı.” Bir gün Çarski’nin kapısı çalar ve içeri Fransız, yoksul bir emprovizatör girer. Asıl öykü burada başlar başlamasına lakin ne yazık ki yarım kalır. Daha başında gönlümü fethetmeyi başaran bu öyküyle birlikte benim de bir yarım kalmışlık hissini tattığımı ve yüreğimde yükselen hüznü zorlukla kovaladığımı söylemek isterim. Hislerimde yanılmıyorsam eğer, Mısır Geceleri’nin muhteşem bir sonu olacaktı ve bir kez daha hayran kalacaktım Puşkin’e! Yarım kalmışlığın yükünü omuzlarında zorlukla taşıyan bu güzelim öyküde şairliğin zor yanlarına da değinmiş Puşkin: “Şairlik” unvanı, beterin beteri bir şeydir. Bu damgayı bir kere yediniz mi, bir daha ömrünüz boyunca kurtulamazsınız. Halk, kendi malı sayar sizi. Onun yararına çalışmaktan, ona kıvanç vermekten başka bir düşünceniz olamaz. Diyelim tatilden döndünüz. Karşılaşacağınız ilk soru, “Yeni bir şeyler getirdiniz mi bize?” olacaktır. İşlerinizin bozuk gitmesine ya da bir yakınınızın hastalığına mı üzülüyorsunuz? “Hadi… hadi…” diye kurnaz kurnaz gülümserler, “Yine esin perisiyle baş başasınız!..” Aşık mı oldunuz? İngiliz mağazasından bir “anı defteri” satın alan sevgiliniz, kendisi için aşk şiirleri döktürmenizi bekler artık. *** YÜZBAŞININ KIZI Geldik kitabın en güzel kısımlarından birine: Yüzbaşının Kızı’na! Romanda 1773 Pugaçev ayaklanmasını anlatır Puşkin. Lakin siz kitabı okumaz, yaşarsınız. Bir adamın kendisinin III. Petro olduğunu iddia ederek onca insanı etrafında toplayabilmesi akıl dışı geliyor insana. Belki de o dönemler için normal bir durumdur. Yaşanan onca acı… Bütün bunların yanı sıra bir de yüzbaşının kızı Marya İvanovna’ya duyulan aşk vardır! Öyle güzel, öyle içten bir aşk! Puşkin’in insanı peşine takıp bambaşka bir dünyaya götüren üslubuyla yazılmış, sürükleyici, tarihi bir roman! Üstelik yapılan küçük bir iyiliğin, bir insanı ne zor durumlardan kurtarabildiğini görmeye -yahut okumaya- değer! Vasilisa Yegorovna’nın- Marya İvanovna’nın annesi- yüzbaşıya söylediği bu sözleri paylaşmadan olmazdı diye düşünüyorum: “Bu yaştan sonra senden ayrılmak, yabancı topraklarda yalnız bir mezar aramak gerekmez bana. Birlikte yaşadık, birlikte ölürüz.” Peterburg’daki bir Muhafız Birliğinde subay olma hayalleri kuran Pyotr Andreyeviç’in; babasının, orada boş yere para harcamak ve çapkınlıktan başka bir şey öğrenemeyeceği düşüncesiyle onu ıssız, tenha bir yer olan Orenburg’a yollayacağını öğrendiği an yaşadığı hayal kırıklığını tahmin edersiniz. Kaçış yoktur, zavallı Andreyeviç yüreğindeki hoşnutsuzluk ve sıkıntıyla birlikte seyis Savelyiç’i de yanına alarak Orenburg yoluna düşer. (Buradan sonrası spoiler içermektedir!) Yolda rastladıkları ve kendilerini zor bir durumdan kurtaran bir adama borcunu ödeyebilmek adına Savelyeviç’in bütün karşı çıkışlarına rağmen tavşan kürkü gocuğunu verir. Andreyeviç’i bilmem ama benim bu gocuğu unutamayacağım muhakkak! Bir gocuk deyip geçmemeli. Yapılan bir iyiliğin insanı kurtardığı zor durumları düşündükçe mutluluk duymamak; yüreğinin coşmaması imkânsız geliyor bana. Gelelim kitabın esas konularından biri olan -ki diğeri yüzbaşının kızıdır- Pugaçev ayaklanmasına! O kadar kitap okudum hiçbirinde bir karakter beni bu denli bocalatmadı. Tabi ki Pugaçev’den bahsediyorum. Tam nefret edeceğim derken sempati duyduğumu hissediyorum ve bunun için kendime kızmalı mıyım diye düşünmeden edemiyorum. Anlayacağınız sadece Andreyeviç’in değil, benim de kafamı kurcalayan bir karakterdi kendileri. İyilikle kötülük Pugaçev’in ruhunda iç içe geçmiş göründü bana bir an. Belki de sadece kendisine yapılan iyilikleri unutmayan biridir. Pugaçev gibi bir adam düşünüldüğünde bir gocuk için bu kadar yüce gönüllük şaşırtıcı olmakla birlikte kafa karıştırıcı. “Bu kadar iyilik yapmasaydın da ağız tadıyla nefret edebilseydik senden!” diyesi geliyor insanın. Pugaçev için üzülmedim diyemiyorum, bir parça hüznün yüreğime sızmasına engel olamadım. Üstelik hak etmedi de diyemiyorum. İtiraf ediyorum: gözlerim doldu! *** 1829 SEFERİ SIRASINDA ERZURUM’A YOLCULUK Puşkin’in 1829’da Rus-Osmanlı savaşı sırasında Gürcistan’a ve Erzurum’a uzanan yolculuğunda tuttuğu notlardan çıkardığı bir eserdir. Realist bir üslupla, gözlemlerine dayanarak yazdığı bu eserinde savaşın çirkin yüzünü gözler önüne sererken betimlemeleriyle de taçlandırmıştır eserini. Bakınız: Atım yolda yanlamasına uzanmış yatan genç bir Türk’ün cesedi önünde durdu. On sekiz yaşlarında bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini yitirmemişti. Sarığı tozlar içinde yatıyordu. Tıraşlı ensesinde bir kurşun yarası vardı. Kitapta en çok ilgimi çeken noktalardan biri de Puşkin’in yolda Griboyedov’un Tiflis’e götürülen cesediyle karşılaşmasıdır. Griboyedov’u öyle bir anlatmış ki Puşkin, merak etmemek elde değil. Bakınız: Griboyedov’un anılarına sahip olamayışımız ne kötü! Dostlarından biri oturup biyografisini yazmalıdır onun. Seçkin kişilikler, arkalarında bir iz bile bırakmadan yitip gidiyorlar… Tembel, kaygısız insanlarız bizler… Griboyedov’un “Akıldan Bela” eserini ilk fırsatta okuyacağım. Bir yazarı ve üslubunu sevince, onun sevdiklerini de merak etmeye başlıyoruz. Okunacak o kadar çok eser var ki, insan ölmekten korkuyor!
Yüzbaşının Kızı
Yüzbaşının KızıAleksandr Puşkin · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202129,1bin okunma
·
1.341 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.